AMENTÜ ESASLARI TEMELİNDE KURAN’IN ANLAM ÖZETİ VE AÇILIMI

AMENTÜ ÖZETİ

Amentü (iman ettim) billahi (Allah'a), ve melâiketihi (ve meleklerine), ve kütübihî (ve kitaplarına), ve rusülihî (ve resullerine), ve'l yevmi'l-âhıri (ve gelecek güne), ve bi'l-kaderi (ve kadere), hayrihî (iyi) ve şerrihi (kötü) mina'llâhi teâlâ (Allah'tan) ve'l-ba'sü (ve diriliş) ba'de'l mevt (ölümden sonra).

Allah (O ilah): İnsanlığın geçmişten geleceğe yükselen bilgeliği.

İman: Bilmek ve bildiğinden emin olmak.

Melekler: Bilgeliğin görünmez güçleri, güçlüler, bilgeler.

Kitaplar: İnsanlığın yazılı ve sözlü bilgi aktarımı.

Resuller: Bilgelerin belirlenmiş zamanlarda ve belirlenmiş bölgelerde topluma bilgi iletmek ve toplumu yönlendirmek üzere seçtikleri elçiler.


Ahiret Günü: Kıyamet günü, zamanı belirsiz bir gelecekte tüm ölenlerin dirileceği gün.

Kader: Dünyanın doğal maddi koşulları ve bilgelerin koşullara bağlı olarak belirledikleri ölçü.

*

AMENTÜ AÇILIMI

Allah: 

114 NAS (İnsanlar)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. De ki; Sığındım insanların rabbine (çobanına),

2. İnsanların melik'ine (hükümdarına ),

3. İnsanların ilahına (tanrısına),

( Bugün 8 Mart 2016, saat 10.30. Yoldayım, arabadayım ve yalnızım. Radyoyu açtım, Dünya Kadınlar Günü hakkında haberler geçiyor, unutmuşum. 

Hayalimde çilekeş kadınlar. Öldürülen, dövülen, terk edilen, sevilmeyen kadınlar. Ve o hayali kadınların arasında uçuşan hayali kelimelerim. Çobanlar, çoban tanrılar, tanrı krallar, krallar, peygamberler, demokrasiler, siyasiler ve çocukluğumdan beri hiç ısınamadığım karanlık bir kelime, Allah. Hayalimdeki kelimelerin en arkasında, dikine duran koyu bir sis bulutu gibi duruyor.  

Allah hakkında topladığım bilgileri hangi ayette birleştirip sonuca bağlayacağımı düşünüyordum ve unutulmuş gibi en altta duran Nas suresi hiç aklımda yoktu. Yavaş yavaş hayalimde kelimeler kadınların önüne geçip yaklaşmaya başladı. Dünya, insan, çoban, yaratılış, tanrı, tarih, din, bilim.. Özelikle bir kaçı çok hızlı yaklaşıyor. Çoban, çoban, çoban.. Rab, rab, rab.. İlah, ilah, ilah.. 


Demek ki zikir böyle bir şeymiş, insan bir hedefe aşk ile yürürse hedef yaklaşıyormuş. Kelimeler Nas suresini çağrıştırıyor ve ben anlamaya çalışıyorum. Ancak farkındayım, ben Nas suresini okumuyorum, sanki Nas suresi beni okuyor.  

"De ki, sığındım insanların rabbine, insanların melikine, insanların ilahına.."  


Çok garip, neden bu tekrarlar..? Biliyorum Kuran ara sıra tekrar eder ama burada bir gariplik var. Rab bir yana, hükümdarlık ve ilahlık Kuran'ın çok hoşlandığı kelimeler değil? Az sonra kelimeler çözülmeye başlıyor. 


Rab; Çoban, koruyan, gözeten, yetiştiren, eğiten. 
Melik; Hükümdar, kral, padişah. 
İlah; Tanrı, Allah, yaratıcı.   

Yani..? 

Yani, bu ayetler Allah'tan değil, dinler tarihinden söz ediyor. Çoban tanrıların, tanrı kralların ve tek tanrılı dinlerin sıralandığı insanlık tarihinin yaratıcılarından söz ediyor. Zaten dikkat edin, surede Allah kelimesi yok. 


Derken, ilk aklıma gelen Hz. Muhammet oluyor, sonra da Ebubekir ile Ömer. Biliyorum, Kuranı sıralayan onlar. Aşk olsun diyorum içimden, gerçeği en sona saklamayı nasıl da akıl ettiniz? 

Ama çabuk kayboluyorlar hayalimden, gözlerim kelimelerin içinde başka birini arıyor. Avesta'da tanıdığım birini, Koruyucu Çoban, Dürüst Yima! Sanki onu aradığımı hissetmiş, kelime kelime yaklaşıyor. Yüzü yok, sesi de yok, ama kelimelerle konuşabileceğini biliyorum;

- Büyük çoban, dürüst Yima! Bugün dünya kadınlar günü, sizin zamanınızda da bu halde miydi kadınlar?

- Önce şunu söylemeliyim, ben çoban tanrılar dönemine değil, çoban krallar dönemine aitim. Avesta'dan hatırlarsan, bana bu görevi Kutsal Ruh vermişti ve yine onun verdiği bir mühür ve hançerle krallık ettim. Yeryüzünü onlarla genişletip düzenledim. Çoban tanrılar benden çok önceydi, gerçek çobanlar ise daha da öncelerde. Kimi Güneş Tanrısıydı kimi Ay Tanrısı, içlerinde yıldızları isim edinenler de vardı. Biz onları hiç görmedik, ama yaratıcı tanrı olduklarını bilirdik.

- Ya Allah?

- O ne, hiç duymadım?

- Nasıl duymazsın Yima, hani her şeyi yoktan yaratan..?

- Anlamadım, ne demek yoktan yaratmak? Hem neden yoktan var olsun ki, zaten her şey hep var, yokluk yok.

- Anlatamadım Yima, hani secde ediyoruz ya, işte O..?

- Ha, şimdi anladım, sen bizim çoban tanrıların yaratışından söz ediyorsun. Ama onlar yoktan yaratmazlardı ki! Sadece var olanı tanıyıp isimlendirir, sonra da geliştirirlerdi. Zaten Kutsal Ruh da bu bilgiyle yaratılmıştı.

- Peki Yima dirilişe ne dersin, öldükten sonra dirilecek miyiz gerçekten?

- Yemin edemem, çünkü görmediğimiz bir şeye yemin etmek bize yasaklandı. Ama Kutsal Ruh Ahura Mazda bize hep dirileceğimizi söylerdi. Ona da eski çoban tanrılar söylemiş, biz buna hep inandık. Dediklerine göre, o ilk çobanlar ölümsüz kutsal ruhları zaten bunun için yaratmışlar. Ölümü anladıkları zaman, dirilişi de anlayıp öyle ölmüşler.  

- Yima, kadınlar..?
- ...

Dürüst Yima'nın başı öne eğik, susuyor.

- Söyle Yima, ya kadınlar..?
     
- Çok çalıştım ama, benim zamanımda da tümünün mutlu yaşayıp öldüklerini söyleyemem. Hayvandan insan yaratmak zannedildiği kadar kolay bir iş değilmiş.

Ve Yima sözünü bitirince geri dönüyor, arkalarda koyu bir sis gibi duran Allah'ın içine girip gözden kayboluyor. Bir şeyler söyleyecek mi diye sise bakıyorum, ama o bana bakmıyor. Sanki hakkında neler düşündüğümü biliyor. Sonra sessizce dikine duran üç küçük sise bölünüyor, birinin içinde Yima var. 

Boş sis bulutlarından biri güneye, Mekke'ye doğru, Allah ismiyle doğduğu topraklara tanrılık etmeye gidiyor. Yima'yı içine alan ikinci sis bulutu doğuya gidiyor, insanlık tarihinin geçmişine, yani Rahmana. Hemen arkasından üçüncü boş sis bulutu yola çıkıyor, yönü batıya doğru. Ve yola çıkarken besmele çekiyor yüksek sesle, bana işittirmek istermiş gibi... Anladım, o da insanlığın geleceğine, yani Rahime gidiyor olmalı. Erkeklerin insan, kadınların mutlu olduğu gelecek bir dünyaya.
*
Elbette yukarıda anlattıklarım okuduklarımdan çıkardığım kendi hayallerimdi ve elbette hayaller gerçeğin yerini tutmaz. Kaldı ki din ve bilim gibi ciddi konularda yalana ve yakıştırmaya asla yer yoktur. Ama anlattıklarım bir hayal değil, bilimin, dinin ve gerçeğin süzgecinden geçmiş eski bilgilerdi. Elbette eksiklerim ve hatalarım olmuştur, ama eminim büyük insanlığın bilgisi o eksikleri tamamlayacak. )

4. Asılsız kuruntulara düşüren sinsilerin kötülüğünden,

5. O insanların içine kuruntu düşüren sinsiler ki,

6. Bazen cinlerdendir (çok akıllılardandır), bazen insanlardan (az akıllılardan).

Sure, hurafe dediğimiz sihir ve büyü gibi şeylerin asılsız bir uydurma olduğundan söz ediyor. Hz. Muhammet, yakın çevresindeki Arapların içi boş inanç ve dedikodularından bunaldığında bu sureyi hatırlar, çevresindekilere de bu sureyi okumalarını tavsiye ederdi. Ne acıdır ki hocalarımız hala halkı kuruntuya düşürmek için okuyorlar. İsterseniz Hz. Muhammet'in hayatından bir hatıra aktarayım da emin olun,

Eşi Hz. Ayşe anlatıyor;


“ Bir keresinde Peygamberde unutkanlık hasıl oldu. Yaptığı bir işi yapmadığını, yapmadığı bir işi yaptığını zanneder oldu. Nihayet bir gün;
- Ya Ayşe, iki kişi gelip biri baş ucumda, diğeri ayak ucumda oturdu. Biri diğerine; Hastalığı nedir, diye sordu. Diğeri; Buna büyü yapıldığı söyleniyor, dedi. O biri tekrar sordu; Kim yapmıştır? Diğeri; Züreyk oğullarından Yahudi Lebid İbn-i Asam, diye cevap verdi. O biri tekrar sordu; Ne ile yapılmıştır? Diğeri; Saç sakal kılları ile bir tarak, bir de kuru hurma çiçeği ile. O biri tekrar sordu; Nerede yapılmıştır? Diğeri cevap verdi; Zervan kuyusunda!
Sonra Peygamber arkadaşları ile birlikte o kuyuya gitti. Döndüğü zaman bana;
- Ya Ayşe, kuyunun çevresinde toplanan meraklı başlar sanki şeytan başları gibiydi, buyurdu. Bunun üzerine ben;
- Ey Allah’ın Resulü, o büyüyü çıkardınız mı, diye sordum. 
Peygamber şöyle cevap verdi;
- Hayır, çıkarmadım. Onu çıkarmak için uğraşsaydım, büyü korkusunun halk arasında ciddiye alınmasına neden olabilirdim. Bu nedenle kuyunun toprakla örtülmesini emrettim.” 

Peki Hz. Muhammet kime sığınır, nasıl tedbirler alırmış? 
Yine Hz. Ayşe anlatıyor,

" Allah'ın elçisi çabuk rahatsızlanan hassas bir yaratılışa sahipti. Bu nedenle evimize sık sık yabancı hekimler gelir giderdi." 

Umarım Hz. Muhammet'in tıp biliminde beliren büyük insanlık sığınağını doğru ifade edebilmişimdir.



Değerli okur, bu kısa sureyle Kuran okumayı tamamladım ve kendi anlayışımın sonuna geldim. Yıllar önce hadis tarihini okurken ulaştığım sonuçları, Kuran'ın da doğruladığını gördüğüm için mutluyum. Artık bir besmelede üçe, iki besmelede üç bine bölünebilen bilmediğim bir Allah'a inanmam, isimlerin tümünü içine alan Büyük İnsanlığa inanırım. Çünkü benim ilahım Allah kelimesinden daha gerçek ve benim ilahımın bilinmezliği Allah kelimesinin bilinmezliğinden daha büyük. )

***

113 FELAK (Geceyi yaran)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. De ki; Geceyi (cehaleti) yaran sabahın (bilginin) rabbine sığınırım,

( Felak, infilak ile aynı köktendir. Yarma, ayırma, parçalama, açığa çıkma, sabahın ilk ışıkları anlamındadır. Bu ayetteki geceyi yarıp doğan güneş, cehalet karanlığını aydınlatan bilgidir. )

2. Yarattığı şeylerin kötülüğünden,

( Yaratılan bazı şeyler insan için zararlıdır. Örneğin; Ateş ısıtır ama söndürmezseniz yangın çıkarır, su kuyusunu açarlar ama dikkat etmezseniz düşüp boğulursunuz, elektriği bağlarlar ama çıplak tele dokunursanız çarpılırsınız. Hz. Muhammet bu nedenle duayı tedbire taşımayı tavsiye ederdi. )

3. Çöktüğünde karanlığın (cehaletin) kötülüğünden,

4. Düğümlere üfleyenlerin (öfkeyi ve cehaleti körükleyenlerin) kötülüğünden,

("Nefh": Üflemek, şişmek, kabarmak. "Neffas": Üfleyen, şişiren, "Ukd": Düğüm, hassas ve önemli nokta, öfke, hiddet, karışık ve zor iş, sükunet. )

5. Ve kıskandığında kıskancın kötülüğünden.

( Sure Leheb suresine benziyor, cehaletten kaynaklanan kötü davranışlardan ve bilginin öneminden söz ediyor. Burada en önemli nokta, karanlığın cehalete sabahın bilgiye benzetilmesidir ki, Hz. Ayşe bu benzetmenin doğruluğunu şu hadisle doğruluyor;

" Bir gün Peygamber aya baktı ve şöyle dedi; 
- Ey Ayşe, bunun şerrinden Allah'a sığın, çünkü o karanlık gecenin habercisidir."  ) 

***


112 İHLAS (İçtenlik)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. De ki; O İlah birisidir,

( "Hüve": O. "Allah": El İlah, O İlah. "Ehad": Birisi, bir kimse, bir insan. "Vahid": Tek, bir. "Vahideten": Bir olarak, tek olarak.

Ehad kelimesi Kuran'ın 70 ayetinde geçiyor. Bu ayetler şunlar,

Bakara 2/96, 102,136, 180, 266, 285, Al-i İmran 3/73, 84, 91, 153, Nisa 3/18, 43, 152, Maide 5/6, 20, 27, 106, 115, Enam 6/61, Araf 7/80, Tövbe 9/4, 6, 84, 127, Hud 11/81, Yusuf 12/36, 41, 78, Hicr 15/65, Nahl 16/58, 76, İsra 17/23, Kehf 18/19, 22, 26, 32, 38, 42, 47, 49, 110, Meryem 19/26, 98, Müminun 23/99, Nur 24/21, 28, Ankebut 29/28, Ahzab 33/32, 39, 40, Fatır 35/41, Sad 38/35, Zuhruf 43/17, Hucurat 49/12, Haşr 59/11, Münafıkun 63/10, Hakka 69/47, Cinn 72/2, 7, 18, 20, 22, 26, Fecr 89/25, 26, Beled 90/5, 7, Leyl 92/19, İhlas 112/1, 4.

İhlas suresindeki iki ehad hariç, tümü "birisi, bir kimse, bir insan", olarak tercüme ediliyor. Hepsinin yazılışları ve okunuşları aynı, harfleri ve sonradan konulan hareke işaretleri de aynı. Şu halde niçin bu sureye gelince tek, bir diye çeviriyorlar? Hem de Kuran Allah'ın birliğini anlatmak için sürekli vahid kelimesini kullanırken..?

Diyorlar ki; Arap dil bilgisi kuralıdır, ehad kelimesinden bir önceki kelime Allah, Rab, ya da O zamiri şeklinde Allah'ı anlatıyor ise ehad orada "bir, tek" anlamına bürünür.

Ne var ki Kuran bu kuralı doğrulamıyor. Cin 72/7 ayeti şöyle diyor; " Böylece onlar da sizin gibi, O İlah’ın bir kimseyi tekrar diriltemeyeceğini zannediyorlar." Bu ayette "bir kimse" kelimesinin hemen önünde Allah kelimesi var ama oradaki kimse kelimesi ehad (Allah'ın birliği) anlamında çevrilemiyor.

Bu kargaşanın sebebi nedir?

Bu surenin diğer bir adı Tevhid suresidir. Tevhid Türkçeye; bir, tek, birlemek, olarak çevrilir. Bunun sonucu insanımız sonsuz varlığın içinde tanrılaştırabileceği tek bir şeyi arar ve bulamayınca da kendi zihninde yarattığı soyut bir hayale inanmak zorunda kalır. 

Oysa bu tanım yanlıştır. Eski sözlükler kelimenin gerçek anlamının, birleştirmek, bütünlemek, olduğunu yazıyor. Birlemek ve birleştirmek birbirinin aynı gibi görünse de taban tabana zıt iki kavramdır. Birlemek bir şeyi diğerlerinden ayırıp uzaklaştırmak, birleştirmek ise bir şeyi diğer şeylere katıp bütünleştirmek demektir. Bu kavram kargaşasının bizi gerçeklerden uzaklaştırdığını düşünüyorum. )

2. O İlah samed'dir (iki şeyi birbirine bağlayandır),

("Samed": Dil uzmanları bu kelimenin Arapça olmadığını, Aramice olduğunu söylüyor. "Samad": Aramice ve İbranice Samad; Çift koşma, çiftleme, iki şeyi birbirine eşleme. "Smad": Aramice ve İbranicede; İki öküzü birbirine bağlayan düzenek, boyunduruk, koşum.

Nedir insan suretindeki Allah'ın birbirine bağladığı iki şey? İki öküz mü, gökte melekler ve yerde insanlar mı, yoksa ölümlü dünya hayatı ile ölümsüz gelecek hayat mı? Bu derin soruların cevabını sonraya bırakıp kendime en yakın olan bağlara baktığımda iki şey görüyorum; Anamla babam ve oğlumla kızım. 


Bu bağı anamla babamdan geriye doğru götürdüğümde Adem ve Havva ile insanın yaratılışı, daha gerideki çok tanrılı döneme götürdüğümde kadınlı erkekli insan tanrılar görünüyor. Daha da geriye gittiğimde ise insanlarla birlikte tanrılar da yok oluyor ve geriye tek bir şey kalıyor; Sular. 

Sümer kil tabletleri iki sudan söz ediyor; Tatlı sular ve Acı sular. Kelimelerin derinliğine inildiğinde su kelimesinin hayatı, sular kelimesinin insanlaşma sürecindeki sürüleri anlattığı görülüyor. Tatlı sular bu sürülerin birbirini koruyan gelişmişleri, Acı sular birbirini yiyen ilkelleridir. Diğer kutsal kitaplar gibi Kuran da bu gerçeği bilir ve şöyle dile getirir; " Odur arşı su üzerinde iken hanginizin güzel işler yapacağını görmek üzere gökleri ve yeri altı günde yaratan. Hud 11/7."


Sulardan, yani canlılardan daha geriye gidemiyorum, çünkü dinsel veya bilimsel hiçbir bilgi yok. Evet, bilimin söylediği şeyler var ama söylediği şeylerin Allah ile ilgisi yok. Bundan sonrası ancak kişisel uydurmaya girer ki, dinsel açıdan günah bilimsel açıdan ayıptır. 

Ya oğlumla kızımdan ileri doğru gidersem..? İşte bu çeviride bu sorunun cevabını aradık ve şunları bulduk.


Kuran bir bilgelik kitabıdır. 

Hayatı, ölümü, dirilişi ve bunları yapan yaratıcı tanrıyı anlatır.

Çok tanrılı Sümerler zamanında 6 büyük tanrı vardır ve onlar 6 büyük bilgedir. Bu 6 bilgenin yetiştirdiği her insan 7. bilge olur ve böylece 7 gök oluşur.

Bilgeler çok şey bilirler ama en iyi bildikleri şey, bildiklerini bir önceki bilgeden aldıkları ve her şeyi bilmedikleridir. Her şeyi bildiğini zanneden kimse bilge değildir.

Her bilge borçlu olduğu bir önceki bilgeyi arar ve sonunda ulaştıkları yer, ayağa kalkan ilk insandır. Ayağa kalktığı ve sonra diğerlerini de ayağa kaldırdığı için yüzünü görmedikleri ve sesini duymadıkları o ilk bilgenin ellerine sarılmak, ayaklarına kapanmak isterler. Dinlerin rüku ve secde dediği ibadetler bilgelerin bu teşekkür ifadesidir.

Onun yüzünü görmedikleri ve sesini duymadıkları gibi ismini de bilmezler. Çünkü isimler ve kelimeler ondan doğmuştur. O varlıklara isim vermiştir ama ilk olduğu için Ona isim verecek biri olmamıştır. Bu nedenle her bilge Ona ayrı bir isim verir ve Onun isimleri gittikçe çoğalır.

Ona Araplar Allah, İngilizler God, Türkler Tanrı, Çinliler Shangdi, Hintliler Bhagavaan derler. İsrailliler bu konuda çok çalıştıkları için daha tecrübelidirler ve duruma göre kullandıkları iki farklı isim vardır. Herkesi ilgilendiren ortak konularda Elohim, yakarış gibi kişisel konularda Yhvh ismini kullanırlar. Elohim ilah anlamı taşır, Yhvh ise kişiye özeldir ve tanımlanamaz. Ancak çok merak eder ve zorlarsanız, Yhvh'nin Kuran'daki Hüve zamirine veya Bektaşi tekkelerinin kapısına asılan Ya-hu hitabına çok benzediğini görürsünüz. Hüve; O, Ya-hu, Ey O, demektir.    

Kuran ise isimler açısından İsrailoğulları'ndan çok daha zengindir. Hadislerde 99 olduğu söylenen isim sayısı Kuranda 120'ye yaklaşır. Şüphesiz Allah isminden sonra onların en çok bilinenleri Besmelede yer alan Rahman ve Rahim isimleridir. Rahman geçmişteki ve gelecekteki görünmez Allah'ı, Rahim yaşanan zamandaki Allah'ı anlatır. Kuran'ın çok sık kullandığı isimlerden biri de Aziz'ül Hakim'dir. Aziz'ül Hakim, Sevgili Bilge demektir.

Bu Sevgili Bilge, ilk ayağa kalkan ve sonraki bilgeleri de ayağa kaldıran O bilge mi? Evet O bilge.

Emin miyim..? Evet, Hz. Muhammet ne kadar eminse ben de o kadar eminim. Çünkü şimdi söyleyeceklerimi ben değil Allah ve peygamberi Hz. Muhammet söylüyorlar.  

Hz. Muhammet'in vakit namazlarına başlamadan önce okuduğu bir dua var, adı Sübhaneke duası. Arapça metnin latince okunuşu şöyle; 
"Sübhaneke Allahümme, ve bi hamdike ve tebarekesmüke, ve teala ceddüke ve la ilahe gayrüke."

Bu metinde Ceddüke diye bir ifade geçiyor, işte o ifadenin içindeki cedd en eski atalar demek ve metnin Türkçe anlamı şöyle;

" Ey eksiksiz ve kusursuz olan Allah'ım, seni sayısız isminle yüceltirim, sen geçmişteki ataların üzerinde yükselirsin ve senden başka ilah yok." 

Şimdi okuyacağım ise bir Kuran ayeti. Cin suresinde anlatıldığına göre 8-10 kişilik bir cin grubu Kuran ayetlerini dinledikten sonra Müslüman olmuşlar ve şöyle demişler;

Doğruları gösteriyor ve ona iman ettik, artık hiç kimseyi rabbimize ortak koşmayız. Ve O ilk atalarımızın üzerinde yükselen rabbimizdir. Bir hanımı eş edinmedi ve çocuğu olmadı. Cinn 73/2-3. "

Bu noktada bir soru sorabiliriz; 
Kuran neden "anası babası olmadı" demiyor da, "eşi ve çocuğu olmadı" diyor? Bilgeler bu soruyu şöyle cevaplıyorlar; 
Çünkü Onun  ayağa kalktığı zamanlarda evlilik kavramı yoktu ve doğan çocuklar sürünün çocuğu olurdu.

Bu gerçekliğin içinde başka bir soru daha sorabiliriz;
Evet ama O bir insan ise daha o zamanlar ölmüş olmalıdır, nasıl oluyor da sonsuza kadar hep var olabiliyor?

İşte bu sorunun cevabı bizim aradığımız Samed'dir. Onun birbirine bağladığı iki şeyden biri kendi kalbi, diğeri kendisinden sonra gelen insanların kalbidir. Onun kalbi insanların kalbinde atar ve kimin kalbi Ona bakarsa O da ona bakar. Ona bakmayan kişi, kendi gözleriyle görüldüğünden ve kendi kulakları ile dinlenildiğinden habersizdir, bu yüzden bilmez Onun her şeyi görüp bildiğini. Bir zamanlar Thales ve Platon'un da aradığı bu sessiz iletişime Batılılar İnisiyasyon, Budistler Nirvana, Anadolu halkı Çile der. Bu garip bağlantının Kurandaki adı rabıta'dır ve şöyle açıklanır;

" Bilin ki O İlah kişi ile kalbi arasına girer ve şüphesiz Onda toplanacaksınız. Enfal 8/24."

Aradığımızı bulduk ama şimdi okuduğumuz ayetle ilgili son bir soru daha sorabiliriz;
Peki ya kıyamet ve diriliş, bunlar gerçekten gerçek mi..?

Bu konuda söylenecek çok söz vardı ama Kıyamet suresinin 16-19 ayetlerini okuduktan sonra söz söylemeye utanıyorum. Ancak iki ipucu verebilirim. Biri; Hayvanların ölümsüz olduğunu ve Onun hayvanlar alemine en yakın insan olduğunu hatırlayın. Bir de; Çıldırmış gibi koşan günümüz bilgelerine bakın. Bu iki şey size kıyametin kesin gerçek olduğunu anlatabilir. )

3. Doğurmadı ve doğurulmadı,

( Bu meal son yirmi yıldır bazı araştırmacılar tarafından yetersiz, hatta yanlış bulunuyor ve tartışılıyor olsa da, uzun tereddütlerden sonra ben de eski mealleri doğru buldum. Nedeni şu ki; Eğer O tek bir insandan ibaret olsaydı mutlaka doğurmuş veya doğurulmuş olması gerekecekti. Oysa söz ettiğimiz tek tanrı, Onunla birleşen bilgelerin yarattığı tevhidi bir tekliktir. Bu yüzden doğmamış ve doğurmamıştır ve bu yüzden benzersizdir. Bu açıdan bakılınca, doğum kelimesinin maksadı oldukça güzel ifade ettiği görülüyor. )

4. Ve onun dengi birisi de hiç olmadı.

( Bu cümle benim yıllardır aradığım huzur verici gerçek. Çoban tanrıların, Mazda'nın, alef'in, elif'in, öküzün ve diğer insanların bir araya toplanıp birleştiği bir gerçek. Surenin adı ihlas ve ihlas içtenlik ise, benim önce kendime içten olmam gerekir. Ben bu surede bilgelerin eşsiz birliğinden başka bir yaratıcı görmüyorum. Bu birliği dile getirenlerden biri, "Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm." diyen Yunus Emre'dir. Onun izinden yürüyen bir diğeri ise yakın yıllarda yaşamış olan Ahmet Edip Harabi'dir. Vahdetname isimli şiirini aşağıda ekledim.)

***


VAHDETNAME

Daha Allah ile Cihan yok iken
Biz anı var edip ilan eyledik
Hakk'a hiçbir layık mekan yok iken
Hanemize aldık mihman eyledik.
  
Kendisinin ismi henüz yok idi
İsmi söyle dursun cismi yok idi
Hiçbir kıyafeti resmi yok idi
Şekil verip tıpkı İnsan eyledik.

Allah ile biz burada birleştik
Nokta-ı amaya girdik birleştik
Sırr-ı Küntü kenzi orda söyleştik
İsmi şerifini Rahman eyledik.

Aşikar olunca zat ü sıfatı
Kûn dedik var ettik bu Semavatı
Birlikte yarattık hep Kainatı
Nam ü nişanını cihan eyledik.

Yerleri gökleri yaptık yedi kat
Altı günde tamam oldu kainat
Yarattık içinde bunca mahlûkat
Erzakını verdik ihsan eyledik.

Asılsız fasılsız yaptık cenneti
Huri gılmanlara verdik ziyneti
Türlü vaidlerle her bir milleti
Sevindirip şad ü handan eyledik.

Bir cehennem kazdık gayetle derin
Laf ateşi ile eyledik tezyin
Kıldan gayet ince kılıçtan keskin
Üstüne bir köprü mizan eyledik.

Gerçi Kün emriyle var oldu cihan
Arş-ı Kürsü gezdik durduk bir zaman
Boş kalmasın diye bu kevnü mekan
Adem’in halkını ferman eyledik.

İrfan olan bilir sırrı müphemi
İzhar etmek için ism-i azamı
Çamurdan yoğurduk yaptık Adem’i
Ruhumuzdan bir ruh revan eyledik.

Adem ile Havva birlik idiler
Ne güzel bir mekan bulduk dediler
Cennetin içinde buğday yediler
Sürdük bir tarafa puyan eyledik.

Adem ile Havva’dan geldi çok insan
Nebiler Veliler oldu mümayan
Yüzbin kerre doldu boşaldı cihan
Nuh Nacıyullah'a Tufan eyledik.

Salihe bir deve eyledik ihsan
Kayanın içinden çıktı nagehan
Pek çokları buna etmedi iman
Anları hak ile yeksan eyledik.

Bir zaman Eshab-ı kefhi uyuttuk
Hazreti Musa'yı Tur'da okuttuk
Şiti çulha yaptık bezler dokuttuk
İdris'e biçtirip kaftan eyledik.

Süleyman'ı dehre sultan eyledik
Eyyub'a acıdık derman eyledik
Yakub'u ağlattık nalan eyledik
Musa'yı Şuayb'a çoban eyledik.

Yusuf'u kuyuya attırmış idik
Mısır'da kul diye sattırmış idik
Zeliha'yı ona çattırmış idik
Zellesinden bendi zindan eyledik.

Davut peygambere çaldırdık udu
Kazadan kurtardık Lût ile Hûd'u
Bak ne hale koyduk nar-ı Nemrud'u
İbrahim'e bağ ü bostan eyledik.

İsmail'e bedel cennetten kurban
Gönderdik şad oldu Halilürrahman
Balığın karnını bir hayli zaman
Yunus peygambere mekan eyledik.

Bir mescide soktuk Meryem Anayı
Pedersiz doğurttuk orda İsa'yı
Bir ağaç içinde Zekeriyya'yı
Biçtirip kanına rizan eyledik.

Beytimukaddeste Kudüs şehrinde
Nehri Seria'da Erden nehrinde
Tathir etmek için günün birinde
Yahya'yı İsa'yı üryan eyledik.

Böyle cilvelerle vakit geçirdik
Bu enbiya ile çok iş bitirdik
Başka bir Nebiy-i zi şan getirdik
Anın her nutkunu Kur'an eyledik.

Küffar-ı Kureyşi ettik bahane
Mehmet Mustafa geldi cihane
Halkı davet etmek için imane
Murtaza'yı ona ihvan eyledik.

Ana kıyas olmaz asla bir nebi
Nebiler şahıdır Hakk'ın habibi
Dünyanın ukba'nın O'dur sebebi
Biz anı Nebi-i zi-şan eyledik.

Hak Muhammed Ali ile birleştik
Hep beraber kabekavseyne gittik
O makamda pek çok muhabbet ettik
Leylerelesrayı seyran eyledik.

Bu sözleri sanma her insan anlar
Kuş dilidir bunu Süleyman anlar
Bu sırrı müphemi arifan anlar
Çünkü cahillerden pinhan eyledik.

Hak ile hak idik biz ezelide
Ta ruz-i Elestte Kalubelide
Mekan-i Hüda'da bezm-i celide
Cemalini gördük iman eyledik.

Vahdet alemini bilmeyen insan
İnsan suretinde kaldı bir hayvan
Bizden ayrı değil Hazreti Süphan
Bunu Kur'an ile ayan eyledik.

Sözlerimiz bizim pek muhakkaktır
Doğan ölen yapan bozan hep Haktır
Her nereye baksan Hakkı mutlaktır
Ahval-ı vahdeti beyan eyledik.

Vahdet sarayına girenler için
Hakkı aynelyakın görenler için
Bu sırrı Harabi bilenler için
Birlik meydanında cevlan eyledik.
                        
                             Ahmet Edip (Harabi) (1853-1917)



***


109 KAFİRUN (Kalp körleri) 110 NASR (Yardım) 111 LEHEB (Öfke )

İnsanla görünen O İlah adına,

1. De ki; Ey kafirler (Ey kalp körleri),

2. Ben sizin kölelik ettiklerinize kölelik etmedim,

("Abd": Kul, köle. )

3. Siz de benim kölelik ettiğime kölelik etmediniz,

4. Ben sizin kölelik ettiklerinize kölelik etmem,

5. Siz de benim kölelik ettiğime kölelik etmezsiniz,

6. Sizin dininiz (hesabınız) size, benim dinim (hesabım) bana.

***

Sure Hz. Muhammet'in peygamberliğinin ilk yıllarında Mekke döneminde indirilmiş. Alak suresinden sonra on sekizinci sırada. Tarih 613 - 618 yılları arasında olmalı. Taberi surenin iniş sebebini şöyle anlatıyor;

" Bir gün aralarında Velid bin Mugire, Esved bin Muttalib ve Ümeyye bin Halef'in de bulunduğu bir grup Hz. Muhammet'e şu teklifi götürdüler; 
- Haydi gel biz senin inançlarını kabul edelim, sen de bizim inançlarımızı kabul et ve anlaşalım. Seni işlerimize ortak edelim, istediğin başka bir şey varsa verelim. İstersen bir yıl senin ilahların yürürlükte olsun, bir yıl bizim ilahlarımız. Böylelikle, eğer senin dinin bizimkinden doğru ise biz ondan fayda görmüş oluruz, eğer bizim dinimiz seninkinden doğru ise sen de ondan fayda görmüş olursun.
Hz. Muhammet dedi ;
- Rabbim ne der bilmiyorum, bekleyelim."

O güne göre son derece demokratik, laik ve insan haklarına saygılı bir teklif. Üstelik İslam barış dinidir ve yabana atılır bir teklif değil. Ancak Cebrail'in getirdiği cevap hiç de beklenen gibi olmamış. Gelen cevap şimdi okuduğumuz Kafirun suresidir ve tüm barış tekliflerine kapıları kapar gibidir. Nitekim hadis tarihinde anlatılanlar bu sureden sonra gerilimin arttığını, Hz. Muhammet ve az sayıdaki taraftarına ambargo uygulanmaya başladığını ve vahyin bir yıl kadar kesintiye uğradığını gösteriyor.

Peki, bu sure gerçekten gerilimi tırmandırmak ve Allah'tan yana olmayı keskinleştirmek için gönderilen bir sure miydi? 
Eğer siz de hocalarımızın yaptığı gibi, sureye ayetlerde yazmayan bir Allah kelimesi ekler, "abd" kelimesini de ne olduğunu bilmediğiniz bir Allah'a kulluk etmekle sınırlandırırsanız, Mekkelilerin düştüğü hatadan daha beterine düşer, kendi zannınızda keskinleşir ve Kuran'ın ruhundan uzaklaşırsınız.   

Ben hocalarımızla aynı görüşte değilim. Bana göre bu sure Müslümanların anladığının çok ötesinde başka bir şey anlatıyor ve anlattığı şu;

Biri size gelseydi ve deseydi ki; 
- Sen güneşin doğudan doğduğuna inanıyorsun, ben de batıdan doğduğuna inanıyorum. Gel bir yıl güneşin doğudan doğduğuna inanalım, bir yıl da batıdan doğduğuna inanalım. Ne derdiniz?

İşte surenin anlatmak istediği bu gerçekliktir. Siz ne düşünürseniz düşünün, neye inanırsanız inanın, gerçek her düşüncenin üzerindedir. Kuran'ın söz ettiği İlah'ın gerçekliğini anlamadıkça, imanımız da inkarımız da putumuz olmaktan öteye geçemez. ) 

***

110 NASR (Yardım)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. O İlah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiğinde,

2. Ve halkı sürü sürü O İlah’ın dinine girerken gördüğünde,

3. Övülen rabbini dile getir de Ondan af dile, şüphesiz O özürleri kabul edendir.

( Müslümanlar bu sureyle övünür, herkesin kendi dinlerini kabul etmesinden büyük bir haz duyarlar. Oysa sure tam aksine bu sürü sürü dine girişleri kınıyor ve Peygamberden bu bilgisizce sürüklenmeden ötürü üzülüp özür dilemesini istiyor. Ayrıca şu da unutulmamalı, Kuran sürü sürü tabirini Neml 27/83, Sad 38/59, Mülk 67/8 ve Nebe 78/18 ayetlerinde görüleceği üzere cehennemlikler için kullanır. 

Kimdi Kuran’ı bilmediği halde sürüler halinde dine girenler? Hadis tarihi, zoru görünce teslim olmak zorunda kalan Mekke hanedanları ve menfaatine koşuşan bedevi kabileler olduğunu söylüyor. Hz. Muhammet Ebubekir, Ali, Osman, Ebuzer, Ammar ve Ömer gibi önemli şahsiyetlerden oluşan yüz elli kişiyi on yılda zor toplayabilmişken, size de tuhaf gelmiyor mu iki ay içinde bu sürü sürü İslama girişler? Nitekim Hz. Muhammet'in ölümünden hemen sonra aynı hızla farklı mezheplere ayrıldılar. )


***

111 LEHEB (Öfke)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Ateşi alevlendirenin (öfkeyi büyütenin) iki eli birden kurusun  (dünyası ve ahireti), kurudu da,

("Tebb": Zarar, ziyan, hasar, kayıp. "Yed": El, kuvvet, kudret. "Yeda": Eller, iki el. "Ebi": Baba. "Leheb": Ateşin alevlenmesi, tozun havaya yükselmesi. 

Çoğumuz bu surenin Hz. Muhammet’in Ebu Leheb lakabıyla tanınan amcası Abduluzza bin Abdulmuttalib için indirildiğini okuyarak büyümüşüzdür. Doğrusu yakın zamana kadar ben de öyle sanırdım, oysa ilgisi yokmuş. Yıllar sonra fark ettim, Tevrat alev kelimesini öfke anlamında kullanılıyor.
  
" Özd.15: 1 Yumuşak yanıt gazabı yatıştırır, Oysa yaralayıcı söz öfkeyi alevlendirir.
Özd.26: 21 Kor için kömür, ateş için odun neyse, Çekişmeyi alevlendirmek için kavgacı da öyledir." 


"Leheb" kelimesi Mürselat 77/31 ayetinde de "cehennemin öfkesi" anlamında kullanılır. )

2. Malı ve yakınları onu kurtarmaz,

("Mal": Varlık, servet. "Keseb": Kazanç, elde edilen kar, yakınlar, yakın tanıdıklar. )

3. Yakında alevlenmiş (öfkelenmiş) ateşe atılacak,

( Kuran cehennem ateşinin alevlerini şöyle anlatıyor; "Neredeyse öfkesinden çatlayacak.. Mülk 67/8" )  

4. Ve ona odun (dedikodu) taşıyan karısı da,

("İmree": Kadın, hatun, avrat. "Hammal": Hamal, taşıyıcı. Hatab": Odun, dedikodu, hurafe. )

5. Boyun damarları şişmiş olarak.

("Habl": İp, halat, vücutta ip gibi olan adaleler, damarlar. "Mesed":  Hurma lifi, deriden veya sağlam liften örülen ip, halat. )

***


107 MAUN (Kıymetli olan) 108 KEVSER (Sonsuz hayat)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Gördün mü dini (hesabı) yalanlayanı?

("Din": Karşılık, bedel, sorgu, hesap, ceza. "Kizb": Yalan, asılsız. Tekzib": Yalanlama, inkar etme. )  

2. Onlar ki güçsüzü itip kakar,

("Yetim": Yalnız, güçsüz, çaresiz, babası ölmüş çocuk. )

3. Yoksulu doyurmaya yanaşmaz.

4. Yazık o namaz kılanlara ki,

("Musalli": Namaz kılan, ibadet eden, dua eden. ) 

5. Kıldıkları namazın farkında değiller,

6. Gösteriş için verir,

7. Kıymetli olanı saklarlar.

("Maun": Kıymetli olduğu için kimseye verilmek istenmeyen şeyler.

Kuran'ın "salat" kavramı ile Müslümanların namaz anlayışı arasındaki farkı tartışmamız gereken bir noktadayız. Bu sure Kurandaki 114 sureden 17.incisi. Yani kalan 97 sure henüz indirilmemiş, bilinmiyor. Sonradan okunanların uzunluğunu da hesaba katarsanız, Kuran'ın henüz yüzde beşinde bile değiliz. Tarihler 610-615 yılları arasında olmalı. O tarihe kadar Müslüman olanların toplamı 60-70 kişi. Çoğu köle, çoğu fakir ve başkalarına yardım edecek durumda değiller. Diğer taraftan bildiğimiz manada bir namaz henüz yok, yeni yeni kılmaya başlayanlar da saklı kılıyor, dinlerini gizliyorlar. Şu halde kimdi namaz kılan bu varlıklı cimriler?

Bu surenin söz ettiği kimseler, Kabe'de bizim gibi secde eden, bizim gibi Allah diyen ve yine bizim gibi nasıl bir Allah'a inandığını bilmeyen Mekke'lilerdi. Kuran onların inançlarını ve ibadetlerini de salat olarak tarif etmekte, onlara da musalli demektedir. Salat; anış, arayış, inanış ve davranış demektir. Kuran'ın salat'ını Müslümanların namazıyla sınırlamaya çalışmak, Kuran'ı sınırlamaya çalışmak demektir.

Maun kelimesiyle ne kastedildiğini ise Al-i İmran 3/92 ayeti şöyle açıklıyor; "Sevdiğiniz şeylerden vermedikçe cömertlik mertebesine ulaşamazsınız." )



***

108 KEVSER (Sonsuz hayat)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Şüphesiz sana sonsuz hayatı verdik,

2. Şu halde rabbinin yolunda diren,

3. Şüphesiz asıl unutulacak olanlar, sana düşmanlık besleyenlerdir.
                       
***