İnsanla görünen O İlah adına,
1. İman edenler kurtuldu,
("Emn": Emniyet, güvenlik. "Emin": Emniyetli, güvenilir. "Eman": Aman dileyip kurtulmak. "İman": Emniyette olmak, güvende olmak. "Mümin": İman eden. " Müminun": İman edenler. )
2. Onlar ki namazlarında (dualarında) huşu
duyar,
( Namaz Farsça bir kelime. Farslara da Hint kültüründe "surya namaskara" güneşi selamlama olarak bilinen bir ibadetten geçmiş. Kuran'da ise namaz değil "salât" olarak isimlendiriliyor. Sözlükte dua, yakarış anlamına geliyor. )
3. Boş şeylerden yüz çevirir,
4. Malından verip temizlenir,
5. Ve namuslarını korurlar,
("Füruc": Çatlaklık, yarık, geçit, kapı, boşluk, ayıp, kusur. "Hafız": Muhafaza eden, saklayan, koruyan. )
("Füruc": Çatlaklık, yarık, geçit, kapı, boşluk, ayıp, kusur. "Hafız": Muhafaza eden, saklayan, koruyan. )
6. Ancak eşleri veya söz verip sahiplendikleri hariç, onlar için ayıplanmazlar,
7. Bunun ötesine geçenler haddi
aşanlardır,
8. Yine onlar ki emanetlerine ve anlaşmalarına sadık kalırlar,
9. Namazlarını (dualarını) muhafaza
ederler,
10. İşte mirasçı bunlardır,
11. Firdevs cennetlerine
mirasçıdırlar ve orada ebedi kalacaklar,
("Firdevs": Bağ, bostan, cennetin 6. katı.
Hz. Muhammet Firdevs'i şöyle tanımlıyor; "Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, yer ile gök arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah`tan cennet istediğiniz vakit firdevs'i isteyin." )
("Firdevs": Bağ, bostan, cennetin 6. katı.
Hz. Muhammet Firdevs'i şöyle tanımlıyor; "Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, yer ile gök arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah`tan cennet istediğiniz vakit firdevs'i isteyin." )
12. Şüphesiz biz insanı çamurdan bir soydan yarattık,
("Sülale": Sin ile yazıldığında; Soy, bir kimsenin soyu sopu. "Sülale": Sad ile yazıldığında; Sıkınca parmakların arasından çıkan balçık, meni, döl. "Tin": Çamur, balçık. "Tine": Huy, tabiat, yaratılış, oluş. "Tıynet": Huy, tabiat, yaratılış, oluş. )
13. Sonra onu kararlı ve sağlam bir nutfe (saflık) kıldık,
("Nutfe": Duru ve saf su, deniz, öz, meni, döl. "Karar": Sabit ve hareketsiz olma hali, tam ölçüsünde olma hali, oturmaya müsait sakin yer, karargah. "Mekin": Yüksek rütbe sahibi, vakar sahibi, ağırbaşlı, olgun, temkinli, nüfuz ve iktidar sahibi, yerleşmiş, oturmuş, sakin, sağlam. )
("Nutfe": Duru ve saf su, deniz, öz, meni, döl. "Karar": Sabit ve hareketsiz olma hali, tam ölçüsünde olma hali, oturmaya müsait sakin yer, karargah. "Mekin": Yüksek rütbe sahibi, vakar sahibi, ağırbaşlı, olgun, temkinli, nüfuz ve iktidar sahibi, yerleşmiş, oturmuş, sakin, sağlam. )
14. Sonra o nutfe'yi (saflığı) alaka'ya (sevgiye), alaka'yı (sevgiyi) mudga'ya (kalbe), derken o mudga'yı (kalbi) izam'a (ululuğa) çevirdik, sonra o izam'a (ululuğa) et giydirdik ve onu başka bir yaratılışla yeniden inşa ettik. İşte yaratıcıların en güzeli O İlah böyle bereketle yaratır,
("Nutfe": Duru ve saf su, öz, deniz, meni, döl. "Alak": Kan, koyu ve uyuşuk kan, hayvanlık, yapışkan balçık, bir işe başlamak ve onda devamlı olmak, bir şeye ilişip tutulmak, aşk ve sevgi duygusu. "Mudga": Et parçası, bir çiğnem et, kalb. “Kisve”: Elbise, kılık, özel kıyafet. "Lahm": Et. "Azm": Büyüklük, ululuk, kemik. "İzam": Büyükler, ulular, kemikler.
("Nutfe": Duru ve saf su, öz, deniz, meni, döl. "Alak": Kan, koyu ve uyuşuk kan, hayvanlık, yapışkan balçık, bir işe başlamak ve onda devamlı olmak, bir şeye ilişip tutulmak, aşk ve sevgi duygusu. "Mudga": Et parçası, bir çiğnem et, kalb. “Kisve”: Elbise, kılık, özel kıyafet. "Lahm": Et. "Azm": Büyüklük, ululuk, kemik. "İzam": Büyükler, ulular, kemikler.
Bu ayet Bakara 2/259 ayetiyle benzerdir. Ayetin söz ettiği bir çiğnem etin kalp (anlayış) olduğunu Hz. Muhammet'ten öğreniyoruz. Bir hadiste şöyle diyor; " İyi dinleyin, insan bedeninde bir çiğnem et vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur, o bozulursa bütün beden bozulur. Dikkat edin, o kalptir." )
15. Şüphesiz ki daha sonrasında
ölecek,
16. Sonra kıyamet gününde şüphesiz
tekrar gönderileceksiniz,
17. Şüphesiz sizin üzerinizde yedi yol yarattık ve yarattığımızdan habersiz değiliz,
("Tarik": Yol, tarz, usül, vasıta, bir amaca ulaşmak için yapılması gereken şeyler. "Taraik": Tarikin çoğulu.
O yedi yol, göklerdeki yedi bilgeliğe giden yollardır ve Kuran'ın diğer surelerinde yavaş yavaş anlamaya çalışacağız. )
O yedi yol, göklerdeki yedi bilgeliğe giden yollardır ve Kuran'ın diğer surelerinde yavaş yavaş anlamaya çalışacağız. )
18. Gökten (bilgeliklerden) ölçüyle
su (ilim) indirip yerde tuttuk, elbette kurutmaya da gücümüz yeter,
( İnsan eliyle yapılan sulama
kanallarını, göletleri, havuzları ve su kuyularını hatırlayabiliriz. )
19. Onunla sizin için yediğiniz türlü
meyveler, hurma bahçeleri ve üzüm bağları hazırladık,
20. Ve Tur-i Sina'dan (tanrı dağından) bir
ağaç ihraç ettik ki yağını çıkarır katık edersiniz,
( Söz edilen ağaç zeytin
ağacıdır. )
21. Sizin için hayvanlarda da bir
ibret var ki karınlarından süt içer, etlerini yersiniz. Başka faydaları da
vardır,
22. Onlarla ve gemilerle (dinlerle, inançlarla) taşınırsınız,
23. Şüphesiz Nuh’u kavmine gönderdiğimizde
dedi; Ey kavmim O İlah’a kulluk edin, size Ondan başka ilah yoktur. Hala koruyup korunmayacak mısınız?
( 2017 yılı Nisan ayında, bu çeviriye son iki yıldır önemli katkılarda bulunan Fethi Ayaz arkadaşımız Fransız bilim adamı Prof. Jean Bottero'nun Gılgamış çevirisini tavsiye etti. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya bölümünün kurucularından Prof. Benno Lansberger'in çevirisini daha önce okumuştum ama Bottero çevirisi aslına daha yakındı ve daha çok şey anlattı.
O bir gemi değil, insanla ilgili bir din, bir bilgelikti. Sonra Gılgamış Destanını çeviren Prof. Jean Bottero'nun Ortadoğu din kültürüne yabancı olduğu için fark edemediği bu kültürel ayrıntıları destana ekledim ve 31 Lokman suresinin altında paylaştım. Merak eden okurlar bu eski bilgeliği oradan takip edebilirler. )
( 2017 yılı Nisan ayında, bu çeviriye son iki yıldır önemli katkılarda bulunan Fethi Ayaz arkadaşımız Fransız bilim adamı Prof. Jean Bottero'nun Gılgamış çevirisini tavsiye etti. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya bölümünün kurucularından Prof. Benno Lansberger'in çevirisini daha önce okumuştum ama Bottero çevirisi aslına daha yakındı ve daha çok şey anlattı.
O bir gemi değil, insanla ilgili bir din, bir bilgelikti. Sonra Gılgamış Destanını çeviren Prof. Jean Bottero'nun Ortadoğu din kültürüne yabancı olduğu için fark edemediği bu kültürel ayrıntıları destana ekledim ve 31 Lokman suresinin altında paylaştım. Merak eden okurlar bu eski bilgeliği oradan takip edebilirler. )
24. Bunun üzerine kavmin ileri
gelenlerinden kâfirler (kalp körleri) dediler; Bu da sizin gibi sadece bir beşer ve maksadı
size hükmetmek. Eğer O İlah dileseydi muhakkak ki meleklerini (bilgelerini) gönderirdi,
atalarımızdan böyle bir şey duymadık,
25. O sadece bir deli, bir süre
kendi haline bırakın,
26. Dedi; Rabbim beni yalanladılar,
bana yardım et,
27. Bunun üzerine ona gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz üzere gemiyi (dini, inancı) kurmasını vahyettik. Emrimiz gelip tandır (kurban tandırı) kızıştığında, onlardan her çifti ve sözü aleyhinde gerçekleyen kimse hariç aileni ona yerleştir. Zalimler (nefsine uyanlar) için bana söz söyleme, onlar boğulacaklar,
( Tandır, köylerde ekmek ve et pişirmeye yarayan toprak fırınlardır. Kuran'ın bu ayette kızdırılan tandırlardan söz etmesi, Tufanın eski bir kurban bayramı olduğunu ve o bayramlarda insan kurban edildiğini düşündürüyor. Ayetlerin zalimlikten ve aşırılıktan söz etmesinin sebebi bu olmalıdır. Nuh Tufanı, dini kuralların değiştirildiği, bolluk ve bereketin haram helal demeden çıldırdığı zamanları anlatıyor ve ayrıntılarını 31 Lokman suresi altındaki Gılgamış destanında okuyabilirsiniz. )
( Tandır, köylerde ekmek ve et pişirmeye yarayan toprak fırınlardır. Kuran'ın bu ayette kızdırılan tandırlardan söz etmesi, Tufanın eski bir kurban bayramı olduğunu ve o bayramlarda insan kurban edildiğini düşündürüyor. Ayetlerin zalimlikten ve aşırılıktan söz etmesinin sebebi bu olmalıdır. Nuh Tufanı, dini kuralların değiştirildiği, bolluk ve bereketin haram helal demeden çıldırdığı zamanları anlatıyor ve ayrıntılarını 31 Lokman suresi altındaki Gılgamış destanında okuyabilirsiniz. )
28. Ve yanındakilerle birlikte
gemiye (dine) yerleştiğinde de ki; Bizi o zalim (nefsine uyan) toplumdan kurtaran O İlah’a övgüler olsun,
29. Ve de ki; Rabbim beni bereketli bir inişle indir, sensin indirenlerin en hayırlısı,
( Şu anda bizler de o geminin içindeyiz ve Kuran bu yolculuğun ahiret limanında sona ereceğini söylüyor. )
( Şu anda bizler de o geminin içindeyiz ve Kuran bu yolculuğun ahiret limanında sona ereceğini söylüyor. )
30. Şüphesiz bunda bazı
ayetler vardır ve biz sizi imtihan edenleriz.
( Gılgamış Destanı ve Kuran ayetleri bunun kolay bir imtihan olmadığını gösteriyor. )
( Gılgamış Destanı ve Kuran ayetleri bunun kolay bir imtihan olmadığını gösteriyor. )
31. Sonra onların ardından başka
nesiller getirdik,
32. Ve O İlah'a kulluk etsinler
diye kendi içlerinden elçiler gönderdik. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur, hala koruyup korunmaz mısınız?
33. Ama kavminin kafir (kalp körü) olan ve dirilişe kavuşmayı yalanlayan refah içindeki ileri gelenleri dediler; Bu da sizin gibi
bir insan, yediğinizden yer, içtiğinizden içer,
34. Kendiniz gibi bir insanın peşine düşerseniz aptallık etmiş olursunuz,
35. Ölüp toprak olduktan sonra
yeniden dirileceğinizi söylüyor öyle mi?
36. Hayal, size vadedilen sadece
bir hayal,
37. Yaşam dünyadakinden ibarettir,
yaşarız ve ölürüz hepsi bu, tekrar dirilecek falan da değiliz,
38. O sadece Allah hakkında uyduran bir yalancı ve biz ona iman etmeyiz.
39. Dedi; Rabbim beni yalancı
çıkarma, bana yardım et,
40. Dedi; Yakında pişman olacaklar,
41. Derken hak ettikleri ceza onları yakaladı da selin sürüklediği süprüntüye çevirdik, yok olsun zalim (nefsine uyan) toplumlar.
42. Sonra onların ardından başka
nesiller getirdik,
43. Hiçbir ümmet (toplum) kendi sonunu
hızlandıramaz ve geciktiremez,
44. Sonra elçilerimizi arka arkaya
gönderdik. Ama her defasında ümmetler (toplumlar) onları yalanladılar ve biz de
onları birbirine kırdırıp efsaneye döndürdük, uzak olsun iman etmeyen kavimler.
45. Sonra Musa ve kardeşi Harun'u
ayetlerimizin açık gerçekliğiyle gönderdik,
46. Firavuna ve önde gelenlerine.
Fakat güçlü bir kavim oldukları için büyüklendiler,
47. Ve dediler; Emrimiz altındaki bir milletten bizim gibi iki beşere mi iman edeceğiz (inanacağız)?
48. Onları yalanladılar
ve böylelikle yok edilenlerden oldular,
49. Oysa Musa'ya kitabı doğru yolu görsünler diye vermiştik.
50. Meryem oğlu ve annesini de bir ayet yaptık ve ikisini de hayat sahibi yüksek bir makama yerleştirdik,
51. Ey elçiler, helalden yiyin ve içten davranın, şüphesiz yaptıklarınızı bilmekteyim,
52. Şüphesiz bu sizin
ümmetiniz tek bir ümmet (topluluk) ve ben de sizin rabbinizim, şu halde
benim için koruyup korunun,
53. Ne var ki onlar kendilerine emredileni parça parça ettiler de, şimdi o mezheplerden her biri kendi
inancı ile mutlu olmakta,
54. Artık onları bir süre kendi şaşkınlıkları ile baş başa bırak,
55. Sanıyorlar mı ki verdiğimiz
mallar ve oğullarla,
56. Onların hayrına çalışıyoruz?
Hayır, işin farkında değiller,
57. Rablerinin ürpertici
büyüklüğünü bilenler;
58. Rablerinin ayetlerine iman eder,
59. Rablerine
ortak tanımazlar,
60. Ve birine bir şey verirken, rablerini görmüşçesine ürperirler,
( Bu ayetin ne demek istediği, Allah'ın insanda tecelli ettiğini söyleyen 112 İhlas suresi anlaşıldıktan sonra daha iyi anlaşılıyor. )
61. İşte onlar iyilikte yarışanlar
ve onda öne geçenlerdir,
62. Biz kimseyi gücünün
yetmediğinden sorumlu tutmayız. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır ve
kimseye zalimce (nefse uyarak) davranmayız,
63. Belli ki onların kalbi
uzaklarda, başka işleri var ve onu yapacaklar,
64. Ama bolluktan dara
düşürdüğümüzde feryadı basarlar,
65. Feryat etmeyin, bugün bizden
yardım görmeyeceksiniz,
66. Çünkü ayetlerim okunduğunda
arkanızı dönüp gider,
67. Geceleri toplanıp büyüklenir,
ileri geri konuşurdunuz,
68. Söz ne demek düşünmüyorlar mı? Yoksa önceki atalarına gelenden farklı bir şey mi geldi?
69. Yoksa elçilerini tanımadıkları
için mi kafir (kalp körü) kesiliyorlar?
70. Yoksa onun bir deli olduğunu mu
söylüyorlar? Hayır, O gerçeği söylüyor ama onların çoğu gerçeği sevmiyor,
71. Eğer gerçek onların istediği gibi
olacak olsaydı şüphesiz yerle gök arasında olan herkes birbirine girerdi. Gerçek şu
ki biz onlara kendi zikirlerini (kendi yaratılışlarının ilmini) getiriyoruz da, onlar kendi zikirlerine (kendi yaratılışlarının ilmine) sırt çevirip gidiyorlar,
72. Yoksa onlardan bir ödeme
beklediğini mi düşünüyorlar? Elbette rabbinin ödemesi daha kıymetlidir ve O karşılıksız verenlerin en hayırlısıdır,
73. Şüphesiz sen
onları en güvenilir yola (sırat-ı müstakime) çağırıyorsun da,
74. Dirilişe
iman etmeyenler bu yoldan uzaklaşıyorlar,
75. Onlara yardım edip
muhtemel bir kötülükten korumak istiyoruz da, onlar o anlamsız boşlukta kalmak için
ısrar ediyorlar,
76. Şüphesiz zora düşürdüğümüzde
bile rablerine boyun eğip yalvarmıyorlar,
77. Ancak ne zaman ki şiddetli bir azabın kapısını açarız, şaşkın ve ümitsiz kalakalırlar,
78. Odur size kulaklar, gözler ve
anlayışlar veren, ne kadar da az teşekkür ediyorsunuz,
79. Odur sizi yeryüzünde yaratıp
yayan ve yine Onun huzurunda toplanacaksınız,
80. Odur hayat verip öldüren ve Ondandır gece (cehalet) ile gündüzün (bilginin) karşıtlığı, hala akıl etmiyor musunuz?
("İhtilaf": Karşıtlık, anlaşmazlık, biri diğerinin yerine geçmek.
Birbirinin yerini almaya çalışan bu karşıtlığı biraz açmamız gerekiyor. Aydın ve ilim sahibi olduğu için kendini gündüzde zanneden nice insan vardır ki, tevazu ve hoşgörü sahibi olmadığı için gerçekte gecenin karanlığındadır. İlim sahibi olmayan nice cahil de vardır ki, içinde bulunduğu çaresizlik ve teslimiyetle gecesini gündüze çevirir. Biz bu çeviride çoğu kere ilmin öneminden söz ediyoruz, ama biliyoruz ki Kuran açısından iman denilen bu çaresizlik ve teslimiyet ilimden çok daha değerlidir. )
("İhtilaf": Karşıtlık, anlaşmazlık, biri diğerinin yerine geçmek.
Birbirinin yerini almaya çalışan bu karşıtlığı biraz açmamız gerekiyor. Aydın ve ilim sahibi olduğu için kendini gündüzde zanneden nice insan vardır ki, tevazu ve hoşgörü sahibi olmadığı için gerçekte gecenin karanlığındadır. İlim sahibi olmayan nice cahil de vardır ki, içinde bulunduğu çaresizlik ve teslimiyetle gecesini gündüze çevirir. Biz bu çeviride çoğu kere ilmin öneminden söz ediyoruz, ama biliyoruz ki Kuran açısından iman denilen bu çaresizlik ve teslimiyet ilimden çok daha değerlidir. )
81. Hayır, sadece öncekilerin
söylediğini söylüyorlar,
82. Biz mi ölüp toprak olduktan
sonra yeniden diriltileceğiz,
83. Bu önceki atalarımıza da
söylenen eski bir masal,
84. De ki; Söyleyin yeryüzü ve
içindekilerin sahibi kim?
85. Allah, diyecekler. De ki; Şu
halde neden düşünmüyorsunuz,
86. De ki; Yedi kat göğün (yedi bilgeliğin) ve büyük
arşın (gelecek bilgeliklerin) rabbi kim?
87. Allah, diyecekler. De ki; Şu halde neden koruyup korunmuyorsunuz?
88. Yine de ki; Söyleyin her şeyin yönetimini elinde tutup koruyan ve kendisi korunmayan kimdir?
89. Allah, diyecekler. De ki;
Öyleyse nasıl oluyor da aldatılabiliyorsunuz?
90. İşin doğrusu, biz onlara
gerçeği gösteriyoruz da onlar yalanlıyorlar,
91. O İlah'ın çocuğu yoktur, Ondan
başka ilah da yoktur. Öyle olsaydı birbirlerine üstün gelmek için her biri
kendi yarattığına sahip çıkardı. Eksiksiz ve kusursuz O İlah'ın tanımlanan şeylerle ilgisi yok,
92. Görünenin ve
görünmeyenin alimi, onların ortak koştukları şeylerden çok yüce,
93. De ki; Rabbim eğer onlara vaat
olunan şeyi bana göstereceksen,
94. Eğer öyleyse rabbim, beni bu
zalim (nefsine uyan) kavimle bir tutma.
95. Elbette onlara vadettiğimiz
şeyi sana göstermeye gücümüz yeter,
96. Kötülüğü güzellikle geçiştir,
biz onların neyi nasıl anladıklarını iyi biliriz,
97. Ve de ki;
Rabbim şeytanların kışkırtmasından sana sığınırım,
98. Rabbim, yanıma
yaklaşmalarından da sana sığınırım,
99. Böyleleri ölüm gelip çattığında
der ki; Rabbim beni geri döndür de,
100. Sonraya bıraktığım işlerimi içten yapabileyim. Şüphesiz o söylediği onların arkalarından gelen bir kelimedir (emirdir) ve onlarla diriliş günü arasında bir berzahtır (geçiştir),
"Barzag": MÖ 300-MÖ 800 yılları orta dönem Farsça'sında; Yüksek alem, tanrılar dünyası, gökler.
"Barzişta": MÖ 800-MÖ 1500 yılları erken dönem Farsça'sında; Yüksek alem, tanrılar dünyası, gökler alemi. Yüksek, gök, anlamındaki "Bala" kelimesinden türetilmiş.
"Barzah": MÖ 1000 yılları Fenike dili Aramice'de; Aralık, ayıraç, iki yer arasındaki geçit.
Dil bilimciler berzah kelimesinin sonradan Arapçalaşmış bir kelime olduğunu söylüyor. Yukarıda gördüğünüz gibi Araplardan Fenikelilere, Fenikelilerden Perslere, Perslerden Sümerlere kadar uzanan derin bir geçmişi var. Allah'ın yerle göğü birbirinden ayırdığı MÖ 10.000 yıllarına kadar geri götürmek mümkün görünüyor.
Berzah kelimesi Kuranda bu ayet dışında, Furkan 25/53 ve Rahman 55/20 ayetlerinde iki kere daha kullanılıyor. O ayetlerde biri tatlı biri acı iki farklı denizin, yani dünya hayatı ile ahiret hayatının birbirine karışmadığını anlatmak için kullanılıyor. Bu iki hayatın birbirine karışmasını engelleyen perde ölümdür.
Yahudilerin ölüm ve ölüm ötesi hakkındaki düşüncesi çok net değil, ya da bu konuda görüş beyan etmekten çekiniyorlar. Hristiyanlar, İsa'ya inananların ruhlarının ölümden sonra dirilip gökte yaşadığına, Müslümanlar ise ölünün ruhunun dirilişe kadar tıpkı canlıymış gibi yerin altında görüp, işitip, hissettiğine inanıyor. )
101. Ne zaman ki Sur'a (suretlere, resimlere) üfürülür ve dünya işleri durur, aralarındaki akrabalık bağları kopar ve kimse kimseyi arayıp sormaz,
("Sur": Boynuzdan yapılan ve ses çıkaran boru. Buna İsrafil'in borusu da denir. Ayrıca suretin çoğulu yani suretler manasındadır. "Suret": Dıştan görünüş, yol, gidiş, hal. "Nefh": Üflemek, şişmek, kabarmak, değişmek. )
("Sur": Boynuzdan yapılan ve ses çıkaran boru. Buna İsrafil'in borusu da denir. Ayrıca suretin çoğulu yani suretler manasındadır. "Suret": Dıştan görünüş, yol, gidiş, hal. "Nefh": Üflemek, şişmek, kabarmak, değişmek. )
102. O gün tartısı ağır gelenler
kurtuluşa erenlerdir,
103. Tartısı hafif gelenlerse
kendilerine yazık eden ve cehennemde ebedi kalacak olanlardır,
104. Ateş yüzlerini yalarken zoraki sırıtmaya çalışırlar,
105. Ayetlerim okunurdu da
yalanlardınız değil mi?
106. Derler; Rabbimiz, arzularımız
azgınlaştı ve yanlışa saptık,
107. Rabbimiz bizi buradan kurtar
da, bir daha zalim (nefsine uyan) olursak ne yaparsan yap,
108. Dedi; Susun ve orada kalın,
109. Kullarımdan bazıları; Rabbimiz
sana iman ettik, bizi bağışla ve yardım et, sensin yaratıcıların en hayırlısı demişlerdi de,
110. Onları alaya alıp
gülmeniz, benim zikrimi (Allah ilmimi) size unutturdu,
( Yukarıdaki 60. ayete benzer
bir gönderme.)
111. İşte bugün onlara sabırlarının
karşılığını verdim ve kurtuluşa erdiler,
112. Dedi; Yeryüzünde kaç yıl
kaldınız?
113. Dediler; Bir gün, belki daha
bile az, istersen sayanlara sor,
114. Dedi; Evet çok az kaldınız,
keşke bunu vaktiyle bilmiş olsaydınız,
115. Sizi boş yere yarattığımızı ve
geri getiremeyeceğimizi mi zannetmiştiniz?
116. Gerçeğin hükümdarı O İlah
eşsizdir, Ondan başka ilah yoktur, O büyük arş'ın (gelecekteki bilgeliklerin) rabbidir,
117. Kim O İlah
varken kanıtı olmayan başka bir ilaha dua ederse hesabı rabbine kalmıştır.
Şüphesiz kafirler (kalp körleri ) kurtuluşa ermez,
118. Ve de ki; Rabbim bağışla ve
yardım et, sensin yaratıcıların en hayırlısı.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder