23 MÜMİNUN (İman edenler)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. İman edenler kurtuldu,

("Emn": Emniyet, güvenlik. "Emin": Emniyetli, güvenilir. "Eman": Aman dileyip kurtulmak. "İman": Emniyette olmak, güvende olmak. "Mümin": İman eden. " Müminun": İman edenler. )   

2. Onlar ki namazlarında (dualarında) huşu duyar,

( Namaz Farsça bir kelime. Farslara da Hint kültüründe "surya namaskara" güneşi selamlama olarak bilinen bir ibadetten geçmiş. Kuran'da ise namaz değil "salât" olarak isimlendiriliyor. Sözlükte dua, yakarış anlamına geliyor. )

3. Boş şeylerden yüz çevirir,

4. Malından verip temizlenir,

5. Ve namuslarını korurlar,

("Füruc": Çatlaklık, yarık, geçit, kapı, boşluk, ayıp, kusur. "Hafız": Muhafaza eden, saklayan, koruyan. )

6. Ancak eşleri veya söz verip sahiplendikleri hariç, onlar için ayıplanmazlar,

7. Bunun ötesine geçenler haddi aşanlardır, 

8. Yine onlar ki emanetlerine ve anlaşmalarına sadık kalırlar,

9. Namazlarını (dualarını) muhafaza ederler,

10. İşte mirasçı bunlardır,

11. Firdevs cennetlerine mirasçıdırlar ve orada ebedi kalacaklar,

("Firdevs": Bağ, bostan, cennetin 6. katı.

Hz. Muhammet Firdevs'i şöyle tanımlıyor; "Cennette yüz derece vardır. Her bir derecenin diğer derece ile arası, yer ile gök arası kadar geniştir. Firdevs bunların en yukarıda olanıdır. Cennetin dört nehri buradan çıkar. Bunun üstünde Arş vardır. Allah`tan cennet istediğiniz vakit firdevs'i isteyin." )

12. Şüphesiz biz insanı çamurdan bir soydan yarattık,  

("Sülale": Sin ile yazıldığında; Soy, bir kimsenin soyu sopu. "Sülale": Sad ile yazıldığında; Sıkınca parmakların arasından çıkan balçık, meni, döl. "Tin": Çamur, balçık. "Tine": Huy, tabiat, yaratılış, oluş. "Tıynet": Huy, tabiat, yaratılış, oluş. )

13. Sonra onu kararlı ve sağlam bir nutfe (saflık) kıldık,

("Nutfe": Duru ve saf su, deniz, öz, meni, döl. "Karar": Sabit ve hareketsiz olma hali, tam ölçüsünde olma hali, oturmaya müsait sakin yer, karargah. "Mekin": Yüksek rütbe sahibi, vakar sahibi, ağırbaşlı, olgun, temkinli, nüfuz ve iktidar sahibi, yerleşmiş, oturmuş, sakin, sağlam. )

14. Sonra o nutfe'yi (saflığı) alaka'ya (sevgiye), alaka'yı (sevgiyi) mudga'ya (kalbe), derken o mudga'yı (kalbi) izam'a (ululuğa) çevirdik, sonra o izam'a (ululuğa) et giydirdik ve onu başka bir yaratılışla yeniden inşa ettik. İşte yaratıcıların en güzeli O İlah böyle bereketle yaratır,

("Nutfe": Duru ve saf su, öz, deniz, meni, döl. "Alak": Kan, koyu ve uyuşuk kan, hayvanlık, yapışkan balçık, bir işe başlamak ve onda devamlı olmak, bir şeye ilişip tutulmak, aşk ve sevgi duygusu. "Mudga": Et parçası, bir çiğnem et, kalb. “Kisve”: Elbise, kılık, özel kıyafet. "Lahm": Et. "Azm": Büyüklük, ululuk, kemik. "İzam": Büyükler, ulular, kemikler. 

Bu ayet Bakara 2/259 ayetiyle benzerdir. Ayetin söz ettiği bir çiğnem etin kalp (anlayış) olduğunu Hz. Muhammet'ten öğreniyoruz. Bir hadiste şöyle diyor; " İyi dinleyin, insan bedeninde bir çiğnem et vardır ki o iyi olursa bütün beden iyi olur, o bozulursa bütün beden bozulur. Dikkat edin, o kalptir." ) 

15. Şüphesiz ki daha sonrasında ölecek,

16. Sonra kıyamet gününde şüphesiz tekrar gönderileceksiniz,

17. Şüphesiz sizin üzerinizde yedi yol  yarattık ve yarattığımızdan habersiz değiliz,

("Tarik": Yol, tarz, usül, vasıta, bir amaca ulaşmak için yapılması gereken şeyler. "Taraik": Tarikin çoğulu. 

O yedi yol, göklerdeki yedi bilgeliğe giden yollardır ve Kuran'ın diğer surelerinde yavaş yavaş anlamaya çalışacağız. )

18. Gökten (bilgeliklerden) ölçüyle su (ilim) indirip yerde tuttuk, elbette kurutmaya da gücümüz yeter,

( İnsan eliyle yapılan sulama kanallarını, göletleri, havuzları ve su kuyularını hatırlayabiliriz. )

19. Onunla sizin için yediğiniz türlü meyveler, hurma bahçeleri ve üzüm bağları hazırladık,

20. Ve Tur-i Sina'dan (tanrı dağından) bir ağaç ihraç ettik ki yağını çıkarır katık edersiniz,

( Söz edilen ağaç zeytin ağacıdır. )

21. Sizin için hayvanlarda da bir ibret var ki karınlarından süt içer, etlerini yersiniz. Başka faydaları da vardır,

22. Onlarla ve gemilerle (dinlerle, inançlarla) taşınırsınız,

23. Şüphesiz Nuh’u kavmine gönderdiğimizde dedi; Ey kavmim O İlah’a kulluk edin, size Ondan başka ilah yoktur. Hala koruyup korunmayacak mısınız?

2017 yılı Nisan ayında, bu çeviriye son iki yıldır önemli katkılarda bulunan Fethi Ayaz arkadaşımız Fransız bilim adamı Prof. Jean Bottero'nun Gılgamış çevirisini tavsiye etti. Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya bölümünün kurucularından Prof. Benno Lansberger'in çevirisini daha önce okumuştum ama Bottero çevirisi aslına daha yakındı ve daha çok şey anlattı. 

O bir gemi değil, insanla ilgili bir din, bir bilgelikti. Sonra Gılgamış Destanını çeviren Prof. Jean Bottero'nun Ortadoğu din kültürüne yabancı olduğu için fark edemediği bu kültürel ayrıntıları destana ekledim ve 31 Lokman suresinin altında paylaştım. Merak eden okurlar bu eski bilgeliği oradan takip edebilirler. ) 

24. Bunun üzerine kavmin ileri gelenlerinden kâfirler (kalp körleri) dediler; Bu da sizin gibi sadece bir beşer ve maksadı size hükmetmek. Eğer O İlah dileseydi muhakkak ki meleklerini (bilgelerini) gönderirdi, atalarımızdan böyle bir şey duymadık,

25. O sadece bir deli, bir süre kendi haline bırakın,

26. Dedi; Rabbim beni yalanladılar, bana yardım et,

27. Bunun üzerine ona gözlerimizin önünde ve bildirdiğimiz üzere gemiyi (dini, inancı) kurmasını vahyettik. Emrimiz gelip tandır (kurban tandırı) kızıştığında, onlardan her çifti ve sözü aleyhinde gerçekleyen kimse hariç aileni ona yerleştir. Zalimler (nefsine uyanlar) için bana söz söyleme, onlar boğulacaklar,

( Tandır, köylerde ekmek ve et pişirmeye yarayan toprak fırınlardır. Kuran'ın bu ayette kızdırılan tandırlardan söz etmesi, Tufanın eski bir kurban bayramı olduğunu ve o bayramlarda insan kurban edildiğini düşündürüyor. Ayetlerin zalimlikten ve aşırılıktan söz etmesinin sebebi bu olmalıdır. Nuh Tufanı, dini kuralların değiştirildiği, bolluk ve bereketin haram helal demeden çıldırdığı zamanları anlatıyor ve ayrıntılarını 31 Lokman suresi altındaki Gılgamış destanında okuyabilirsiniz. )

28. Ve yanındakilerle birlikte gemiye (dine) yerleştiğinde de ki; Bizi o zalim (nefsine uyan) toplumdan kurtaran O İlah’a övgüler olsun,

29. Ve de ki; Rabbim beni bereketli bir inişle indir, sensin indirenlerin en hayırlısı,

( Şu anda bizler de o geminin içindeyiz ve Kuran bu yolculuğun ahiret limanında sona ereceğini söylüyor. ) 

30. Şüphesiz bunda bazı ayetler vardır ve biz sizi imtihan edenleriz.

( Gılgamış Destanı ve Kuran ayetleri bunun kolay bir imtihan olmadığını gösteriyor. ) 

31. Sonra onların ardından başka nesiller getirdik,

32. Ve O İlah'a kulluk etsinler diye kendi içlerinden elçiler gönderdik. Sizin Ondan başka ilahınız yoktur, hala koruyup korunmaz mısınız?

33. Ama kavminin kafir (kalp körü) olan ve dirilişe kavuşmayı yalanlayan refah içindeki ileri gelenleri dediler; Bu da sizin gibi bir insan, yediğinizden yer, içtiğinizden içer,

34. Kendiniz gibi bir insanın peşine düşerseniz aptallık etmiş olursunuz,

35. Ölüp toprak olduktan sonra yeniden dirileceğinizi söylüyor öyle mi?

36. Hayal, size vadedilen sadece bir hayal,

37. Yaşam dünyadakinden ibarettir, yaşarız ve ölürüz hepsi bu, tekrar dirilecek falan da değiliz,

38. O sadece Allah hakkında uyduran bir yalancı ve biz ona iman etmeyiz.

39. Dedi; Rabbim beni yalancı çıkarma, bana yardım et,

40. Dedi; Yakında pişman olacaklar,

41. Derken hak ettikleri ceza onları yakaladı da selin sürüklediği süprüntüye çevirdik, yok olsun zalim (nefsine uyan) toplumlar.

42. Sonra onların ardından başka nesiller getirdik,

43. Hiçbir ümmet (toplum) kendi sonunu hızlandıramaz ve geciktiremez,

44. Sonra elçilerimizi arka arkaya gönderdik. Ama her defasında ümmetler (toplumlar) onları yalanladılar ve biz de onları birbirine kırdırıp efsaneye döndürdük, uzak olsun iman etmeyen kavimler.

45. Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimizin açık gerçekliğiyle gönderdik,

46. Firavuna ve önde gelenlerine. Fakat güçlü bir kavim oldukları için büyüklendiler,

47. Ve dediler; Emrimiz altındaki bir milletten bizim gibi iki beşere mi iman edeceğiz (inanacağız)?

48. Onları yalanladılar ve böylelikle yok edilenlerden oldular,

49. Oysa Musa'ya kitabı doğru yolu görsünler diye vermiştik.

50. Meryem oğlu ve annesini de bir ayet yaptık ve ikisini de hayat sahibi yüksek bir makama yerleştirdik,

51. Ey elçiler, helalden yiyin ve içten davranın, şüphesiz yaptıklarınızı bilmekteyim,

52. Şüphesiz bu sizin ümmetiniz tek bir ümmet (topluluk) ve ben de sizin rabbinizim, şu halde benim için koruyup korunun,

53. Ne var ki onlar kendilerine emredileni parça parça ettiler de, şimdi o mezheplerden her biri kendi inancı ile mutlu olmakta,

54. Artık onları bir süre kendi şaşkınlıkları ile baş başa bırak,

55. Sanıyorlar mı ki verdiğimiz mallar ve oğullarla,

56. Onların hayrına çalışıyoruz? Hayır, işin farkında değiller,

57. Rablerinin ürpertici büyüklüğünü bilenler;

58. Rablerinin ayetlerine iman eder,

59. Rablerine ortak tanımazlar,

60. Ve birine bir şey verirken, rablerini görmüşçesine ürperirler,

( Bu ayetin ne demek istediği, Allah'ın insanda tecelli ettiğini söyleyen 112 İhlas suresi anlaşıldıktan sonra daha iyi anlaşılıyor. )

61. İşte onlar iyilikte yarışanlar ve onda öne geçenlerdir,

62. Biz kimseyi gücünün yetmediğinden sorumlu tutmayız. Katımızda gerçeği söyleyen bir kitap vardır ve kimseye zalimce (nefse uyarak) davranmayız,

63. Belli ki onların kalbi uzaklarda, başka işleri var ve onu yapacaklar,

64. Ama bolluktan dara düşürdüğümüzde feryadı basarlar,

65. Feryat etmeyin, bugün bizden yardım görmeyeceksiniz,

66. Çünkü ayetlerim okunduğunda arkanızı dönüp gider,

67. Geceleri toplanıp büyüklenir, ileri geri konuşurdunuz,

68. Söz ne demek düşünmüyorlar mı? Yoksa önceki atalarına gelenden farklı bir şey mi geldi?

69. Yoksa elçilerini tanımadıkları için mi kafir (kalp körü) kesiliyorlar?

70. Yoksa onun bir deli olduğunu mu söylüyorlar? Hayır, O gerçeği söylüyor ama onların çoğu gerçeği sevmiyor,

71. Eğer gerçek onların istediği gibi olacak olsaydı şüphesiz yerle gök arasında olan herkes birbirine girerdi. Gerçek şu ki biz onlara kendi zikirlerini (kendi yaratılışlarının ilmini) getiriyoruz da, onlar kendi zikirlerine (kendi yaratılışlarının ilmine) sırt çevirip gidiyorlar,

72. Yoksa onlardan bir ödeme beklediğini mi düşünüyorlar? Elbette rabbinin ödemesi daha kıymetlidir ve O karşılıksız verenlerin en hayırlısıdır,

73. Şüphesiz sen onları en güvenilir yola (sırat-ı müstakime) çağırıyorsun da,

74. Dirilişe iman etmeyenler bu yoldan uzaklaşıyorlar,

75. Onlara yardım edip muhtemel bir kötülükten korumak istiyoruz da, onlar o anlamsız boşlukta kalmak için ısrar ediyorlar,

76. Şüphesiz zora düşürdüğümüzde bile rablerine boyun eğip yalvarmıyorlar,

77. Ancak ne zaman ki şiddetli bir azabın kapısını açarız, şaşkın ve ümitsiz kalakalırlar,

78. Odur size kulaklar, gözler ve anlayışlar veren, ne kadar da az teşekkür ediyorsunuz,

79. Odur sizi yeryüzünde yaratıp yayan ve yine Onun huzurunda toplanacaksınız,

80. Odur hayat verip öldüren ve Ondandır gece (cehalet) ile  gündüzün (bilginin) karşıtlığı, hala akıl etmiyor musunuz?

("İhtilaf": Karşıtlık, anlaşmazlık, biri diğerinin yerine geçmek.

Birbirinin yerini almaya çalışan bu karşıtlığı biraz açmamız gerekiyor. Aydın ve ilim sahibi olduğu için kendini gündüzde zanneden nice insan vardır ki, tevazu ve hoşgörü sahibi olmadığı için gerçekte gecenin karanlığındadır. İlim sahibi olmayan nice cahil de vardır ki, içinde bulunduğu çaresizlik ve teslimiyetle gecesini gündüze çevirir. Biz bu çeviride çoğu kere ilmin öneminden söz ediyoruz, ama biliyoruz ki Kuran açısından iman denilen bu çaresizlik ve teslimiyet ilimden çok daha değerlidir. )

81. Hayır, sadece öncekilerin söylediğini söylüyorlar,

82. Biz mi ölüp toprak olduktan sonra yeniden diriltileceğiz,

83. Bu önceki atalarımıza da söylenen eski bir masal,

84. De ki; Söyleyin yeryüzü ve içindekilerin sahibi kim?

85. Allah, diyecekler. De ki; Şu halde neden düşünmüyorsunuz,

86. De ki; Yedi kat göğün (yedi bilgeliğin) ve büyük arşın (gelecek bilgeliklerin) rabbi kim?

87. Allah, diyecekler. De ki; Şu halde neden koruyup korunmuyorsunuz?

88. Yine de ki; Söyleyin her şeyin yönetimini elinde tutup koruyan ve kendisi korunmayan kimdir?

89. Allah, diyecekler. De ki; Öyleyse nasıl oluyor da aldatılabiliyorsunuz?

90. İşin doğrusu, biz onlara gerçeği gösteriyoruz da onlar yalanlıyorlar,

91. O İlah'ın çocuğu yoktur, Ondan başka ilah da yoktur. Öyle olsaydı birbirlerine üstün gelmek için her biri kendi yarattığına sahip çıkardı. Eksiksiz ve kusursuz O İlah'ın tanımlanan şeylerle ilgisi yok,

92. Görünenin ve görünmeyenin alimi, onların ortak koştukları şeylerden çok yüce,

93. De ki; Rabbim eğer onlara vaat olunan şeyi bana göstereceksen,

94. Eğer öyleyse rabbim, beni bu zalim (nefsine uyan) kavimle bir tutma.

95. Elbette onlara vadettiğimiz şeyi sana göstermeye gücümüz yeter,

96. Kötülüğü güzellikle geçiştir, biz onların neyi nasıl anladıklarını iyi biliriz,

97. Ve de ki; Rabbim şeytanların kışkırtmasından sana sığınırım,

98. Rabbim, yanıma yaklaşmalarından da sana sığınırım,

99. Böyleleri ölüm gelip çattığında der ki; Rabbim beni geri döndür de,

100. Sonraya bıraktığım işlerimi içten yapabileyim. Şüphesiz o söylediği onların arkalarından gelen bir kelimedir (emirdir) ve onlarla diriliş günü arasında bir berzahtır (geçiştir),

("Berzah": MS 600 yıllarından bugüne kadar verilen anlam; Engel, perde, iki yer arasındaki geçit, kabirde ölümle diriliş arasında geçen zaman.
"Barzag": MÖ 300-MÖ 800 yılları orta dönem Farsça'sında; Yüksek alem, tanrılar dünyası, gökler.
"Barzişta": MÖ 800-MÖ 1500 yılları erken dönem Farsça'sında; Yüksek alem, tanrılar dünyası, gökler alemi. Yüksek, gök, anlamındaki "Bala" kelimesinden türetilmiş.
"Barzah": MÖ 1000 yılları Fenike dili Aramice'de; Aralık, ayıraç, iki yer arasındaki geçit.

Dil bilimciler berzah kelimesinin sonradan Arapçalaşmış bir kelime olduğunu söylüyor. Yukarıda gördüğünüz gibi Araplardan Fenikelilere, Fenikelilerden Perslere, Perslerden Sümerlere kadar uzanan derin bir geçmişi var. Allah'ın yerle göğü birbirinden ayırdığı MÖ 10.000 yıllarına kadar geri götürmek mümkün görünüyor.

Berzah kelimesi Kuranda bu ayet dışında, Furkan 25/53 ve Rahman 55/20 ayetlerinde iki kere daha kullanılıyor. O ayetlerde biri tatlı biri acı iki farklı denizin, yani dünya hayatı ile ahiret hayatının birbirine karışmadığını anlatmak için kullanılıyor. Bu iki hayatın birbirine karışmasını engelleyen perde ölümdür. 


Yahudilerin ölüm ve ölüm ötesi hakkındaki düşüncesi çok net değil, ya da bu konuda görüş beyan etmekten çekiniyorlar. Hristiyanlar, İsa'ya inananların ruhlarının ölümden sonra dirilip gökte yaşadığına, Müslümanlar ise ölünün ruhunun dirilişe kadar tıpkı canlıymış gibi yerin altında görüp, işitip, hissettiğine inanıyor. )

101. Ne zaman ki Sur'a (suretlere, resimlere) üfürülür ve dünya işleri durur, aralarındaki akrabalık bağları kopar ve kimse kimseyi arayıp sormaz,

("Sur": Boynuzdan yapılan ve ses çıkaran boru. Buna İsrafil'in borusu da denir. Ayrıca suretin çoğulu yani suretler manasındadır. "Suret": Dıştan görünüş, yol, gidiş, hal. "Nefh": Üflemek, şişmek, kabarmak, değişmek. )

102. O gün tartısı ağır gelenler kurtuluşa erenlerdir,

103. Tartısı hafif gelenlerse kendilerine yazık eden ve cehennemde ebedi kalacak olanlardır,

104. Ateş yüzlerini yalarken zoraki sırıtmaya çalışırlar,

105. Ayetlerim okunurdu da yalanlardınız değil mi?

106. Derler; Rabbimiz, arzularımız azgınlaştı ve yanlışa saptık,

107. Rabbimiz bizi buradan kurtar da, bir daha zalim (nefsine uyan) olursak ne yaparsan yap,

108. Dedi; Susun ve orada kalın,

109. Kullarımdan bazıları; Rabbimiz sana iman ettik, bizi bağışla ve yardım et, sensin yaratıcıların en hayırlısı demişlerdi de,

110. Onları alaya alıp gülmeniz, benim zikrimi (Allah ilmimi) size unutturdu,

( Yukarıdaki 60. ayete benzer bir gönderme.)

111. İşte bugün onlara sabırlarının karşılığını verdim ve kurtuluşa erdiler,

112. Dedi; Yeryüzünde kaç yıl kaldınız?

113. Dediler; Bir gün, belki daha bile az, istersen sayanlara sor,

114. Dedi; Evet çok az kaldınız, keşke bunu vaktiyle bilmiş olsaydınız,

115. Sizi boş yere yarattığımızı ve geri getiremeyeceğimizi mi zannetmiştiniz?

116. Gerçeğin hükümdarı O İlah eşsizdir, Ondan başka ilah yoktur, O büyük arş'ın (gelecekteki bilgeliklerin) rabbidir,

117. Kim O İlah varken kanıtı olmayan başka bir ilaha dua ederse hesabı rabbine kalmıştır. Şüphesiz kafirler (kalp körleri ) kurtuluşa ermez,

118. Ve de ki; Rabbim bağışla ve yardım et, sensin yaratıcıların en hayırlısı.
                                                                   
***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder