27 NEML (Karınca)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Ta, Sin. ( Uçmak, Ölüm. ) İşte açıklayan kitabın okunan ayetleri,

( Hurufu Mukattaa harfleri hakkında 68 Kalem suresi altında bilgi verilmiştir. )

2. İman edenler için doğru yolu gösteren bir müjde,

3. Onlar namazı (duayı) yükseltir, malından verip temizlenir ve ahiretin (gelecekteki dirilişin) kesin olduğunu bilirler,

4. Şüphesiz gelecekteki dirilişe iman etmeyenlere yaptıklarını güzel gösterdik de ileriyi görmüyorlar,

5. Ama azabın ağırı onlar içindir ve onlar ahirette (gelecekte) hayal kırıklığına düşenlerdir,

6. Şüphesiz bu okunanlar sana her şeyi bilen bilgenin katından iletilmekte,

7. Hani Musa yakınlarına demişti; Şüphesiz ben bir ateş hissettim, size oradan bir haber ya da bir parça kor ateş getireyim, umulur ki ateşin (cehennemin) hararetini hissedersiniz,

( Ateş denilince aklıma gelen iki hatıradan biri, Hz. Muhammet'in Taha 20/10 ayetinde anlattığım hatırasıdır. Diğeri şu;

Hz. Ömer öldürülmüş, Hz. Ali halife olmuştur. Ekonomik olarak zor durumda olan ağabeyi Akil soğuk bir kış gününde yanına gelir ve başkalarına dağıttığı devlet malından kendisine de yardım etmesini ister. Hz. Ali o sırada ocağı karıştırmaktadır, ucu kor ateş bir dalı ağabeyi Akil'in yüzüne uzatır ve şöyle der; Benden istediğin bu mu.? )  

8. Oraya geldiğinde seslenildi; Ateşin içindekiler ve etrafındakiler bereketli (sayıca çok fazla) kılındı. Alemlerin (insanlığın) rabbi O İlah eksiksiz ve kusursuzdur,

( Hz. Muhammet bu ayeti şöyle açıklıyor;

" Cennet halkı Cehennem halkına kıyas ile, beyaz bir öküzün sırtındaki siyah kıllar veya siyah bir öküzün sırtındaki beyaz kıllar kadar azdır."   

Bu ateşten Taha 20/10 ve Kasas 28/29 ayetlerinde de söz edilir. )

9. Ey Musa, şüphesiz Sevgili Bilge O İlah benim,

10. Asanı at. Sonra onun eski cinler gibi arzuyla kıvrandığını görünce ardına bile bakmadan kaçtı. Ya Musa korkma, benim katımda olan korkmaz,

("İhtizaz": Hafif titremek, deprenmek, kıvranmak, aşk ve arzu ile hareket etmek. "Cann": İnsandan önce yaratılan cin insanlar, cin insanların ataları, beyaz yılan (Mısır yılanı).  

Çok tuhaf, sanki Diyanet bu ayetleri anlamamızı istemiyor.? Taha 20/20 ayetinde canlı anlamına gelen Hayy kelimesini yılan olarak çevirmişti, bu ayette de cinlerin atası anlamına gelen Cann kelimesini yılan olarak çeviriyor. Oysaki aynı Cann kelimesini Rahman 55/39, 55, 74 ayetlerinde cinler olarak çevirmişti.? Madem yılan diye çevirdin, bari parantez içinde (mısır yılanı, beyaz insan, nefis) diye açıklama verseydin de anlasak olmaz mıydı.? )

11. Ancak zalim (nefsine uyan) olduktan sonra kötülükten iyiliğe dönenler hariç, ben merhametimle kusurları örtenim,

12. Firavun ve kavmine dokuz ayetten biri olarak, elini koynuna sok ve içinde kötülük taşımaksızın bembeyaz çıkar, çünkü onlar şaşkın bir toplum,

("Yed": El, güç, kuvvet, kudret, vasıta, araç. "Ceyb": Cep, yaka, kalp. "Beyza": Beyaz, parlak, harika, dahiyane, afet, bela, musibet. 

Dünyadaki tüm diller "kalp temizliği" ve "elini vicdanına koymak" gibi onlarca deyim ile doluyken bu ayeti sedef hastalığına tutulmuş ellerle açıklamamın ne anlamı var, bunu yapanların maksadı ne.? Musa ve firavun ile ilgili bu ayet Taha 20/20-70 ayetlerinde daha ayrıntılı anlatılır. )

13. Ayetlerimiz göz önüne serildiğinde dediler; Bu açıkça felsefe,

14. Onu (arınmayı, kalp temizliğini) kesin olarak bildikleri halde sırf nefislerine uyup büyüklük tasladıkları için görmezden geldiler, ama bak aşırı gidenlerin sonu nasıl oldu,

15. Şüphesiz Davut ve Süleyman'a da ilim vermiştik, onlar dediler; Bizi iman eden kullarının çoğundan faziletli (ilim sahibi ve adil) kılan O İlah’a övgüler olsun,

16. Süleyman Davut’un yerini alınca dedi; Ey insanlar bize kuş mantığı (iman edenlerin mantığı) öğretildi ve her şeyden bir bilgi verildi, kıymetini bilen için şüphesiz bunlar bir hazine, 

("Mantık": Konuşturan, söyleten, doğru düşünmeyi ve sorgulamayı öğreten ilim, akıl, söz. "Tayr": Kuş, uçmak, imanlı insan. )

17. Süleyman'ın cinlerden, insanlardan ve kuşlardan (imanlı insanlardan) oluşan ordusu toplanmış belli bir düzen içinde yürütülüyordu,

( Kuş kelimesi Kuran'ın müteşabih anlam yüklediği bir kelimedir ve imanlı insan anlamında kullanır. Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta da geçer ve onlar için özel barınma evleri hazırlanır. )

18. Karınca vadisine geldiklerinde bir karınca dedi; Ey karıncalar evlerinize kaçın ki Süleyman ve orduları sizi ezmesin, çünkü onlar şuursuz bir haldeler,

("Neml": Karınca. "Vadi": İki dağ arasındaki uzun geçit, nehir yatağı, yol, tarz, usül, saha. "Şuur": Anlayış, idrak, vicdan. 

Süleyman'ın ordusunda yürüyen şuursuzlar biziz. Kimimiz akıllı geçinen cindir, kimimiz neye inandığımızı bilmeyiz, kimimiz de kendi imanında kemikleşmiştir. )

19. Süleyman onun bu sözü üzerine acıyla gülümsedi ve dedi; Rabbim, ana babama ve bana verdiğin nimetlere razı olacağın içten yapılmış işlerle teşekkür edebilmem için bana güç ver, beni affet ve beni içten olan kullarının arasına kat,

20. Sonra kuşları (imanlı insanları) gözden geçirip dedi; Hüdhüd’ü niçin göremiyorum, yoksa huzurdan kaybolanlardan mı oldu?

("Tefakkud": Arayıp sorma, sorup soruşturma. "Hüdhüd": Çavuş kuşu, ibibik kuşu, muhabere çavuşu, casus. "Gaib": Göz önünde olmayan, kaybolan, görünmez alem. 

Muhabere (haberleşme) görevi yapan imanlı askerler Türk diline Çavuş kuşu olarak yansımış görünüyor. )

21. Ya bana açık bir belge getirir, ya da onu azaba uğratır veya boğazlarım,

( Süleyman boğazlama kelimesiyle onun imansız nefsini boğazlamayı, yani onu imana getirmeyi kastediyor. )

22. Hüdhüd uzaklarda çok eğlenmeden gelip dedi; Ben senin anlamadığın bir şeyi anladım ve sana Sebe'den kesin bir haber getirdim,

("Makis": Durup dinlenen, duraklayıp eğlenen. "Baid": Uzak, ırak, umulmadık. "İhata": Etrafından çevirmek, kuşatmak, geniş bilgi ile anlamak, tam kavramak. "Sebe": Yemende kraliçe Belkıs'ın yönettiği söylenen eski bir kültür. )

23. Onlara Melik olan bir kadın buldum, ona dünyalık her şeyden verilmiş ve büyük bir Arş'ı (göğü, bilgeliği) var,

24. Onun ve kavminin O İlah yerine güneşe (bilime) secde ettiklerini (bilimin ayağına kapandıklarını) gördüm. Şeytan yaptıklarını güzel göstermiş de yollarına set çekmiş, bu nedenle doğru yolu göremiyorlar,

25. Secdeyi nasıl O İlah’a etmezler (O İlah'a kapanmazlar) ki, göklerde (bilgeliklerde) ve yerde (insanlıkta) saklı olanı açığa çıkaran, açıklananları da gizlenenleri de bilen Odur,

26. O İlah ki Ondan başka ilah yoktur, büyük arş'ın (gelecek tüm bilgeliklerin) rabbidir,

27. Dedi; Doğru mu söylüyorsun yalan mı göreceğiz,

28. Şu mektubumu götürüp onlara bırak ve nereye döneceklerini izle,

29. Melike dedi; Ey ileri gelenler, bana önemli bir mektup iletildi,

30. O Süleyman’dandır ve şöyle diyor; " Rahman ve Rahim O İlah adına,"

( Ayet besmele olarak bildiğimiz ifadenin başlangıcını Hz. Süleyman zamanına kadar geriye götürüyor. )

31. " Bana karşı büyüklük taslamayın ve teslim olarak gelin."

32. Melike dedi; Ey ileri gelenler ne dersiniz, bilirsiniz size danışmadan karar vermem,

33. Dediler; Biz güçlü ve savaşçı bir toplumuz, emir senindir sen karar ver,

( Sanki bir masal okuyor gibiyiz, ama masal değil. Bilge Süleyman'ın mektubu şimdi bize gönderildi ve şu anda bizim ne yapacağımız izleniyor. )
  
34. Melike dedi; Melikler bir ülkeye girdi mi orayı dağıtırlar ve oranın sevilen kimselerini aşağılık duruma düşürürler, bu defa da böyle olacaktır,

35. Şimdi onlara hediyelerle birlikte elçiler göndereyim de elçiler ne ile dönecekler göreyim,

36. Geldiklerinde Süleyman dedi; Beni dünya malı ile mi uzak tutacaksınız? Oysa O İlah’ın bana verdiği şeyler size verdiğinden daha değerli, hediyeleriniz ancak yine sizi sevindirir,

("Temeddüd": Çekilmek, uzamak, gerinmek. "Ferah": Bol, geniş, iç açıcı, sevinç. ) 

37. Onlara şununla dönün; Yönü olmayan ordularla gelir ve onları aşağılanıp küçülmüş kimseler olarak oradan sürer çıkarırız,

("Kıbel": Yön, cihet, taraf. "Mukabele": Karşılık, karşılama, karşılıklı yapılan okuma, karşılıklı mücadele. "Mukabil": Karşılık olarak, karşı taraf. "Zillet": Aşağılık, alçaklık, horluk, hakirlik. 

Süleyman'ın nelerden söz ettiğini anlayabilmek için başka bir Kuran ayetini hatırlamamız gerekiyor.

" Doğu da batı da O İlah'ındır, her nereye dönerseniz dönün O İlah’ın yüzü oradadır. Şüphesiz O İlah kuşatan ve her şeyi bilendir. Bakara 2/115."

Peygamberlerin kıblesi kıblesizliktir, çünkü onlar O İlah'ın her yerde her zaman var olduğunu bilirler. Belirli bir kıble edinen ve ondan vazgeçmeyenler için Kuran şöyle diyor;

" Sen o kitap verilenlere tüm ayetleri getirsen bile yine de senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uymazsın. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Sana gelen şu ilimden sonra onların hayallerine uyacak olursan, işte o zaman sen de zalimlerden (nefsine uyanlardan) olursun. Bakara 2/145."

Şimdi şaşırır sorarsınız; Sen ne demek istiyorsun, Kabeyi kıble yapan Allah değil mi?

Evet Allah ama, hiç sordun mu neden kıble yaptığını? Sorsaydın şöyle dediğini duyardın;

" Sizi yöneldiğiniz o kıbleden döndürmemizin bir nedeni de, elçiye tabi olanla geri döneni ortaya çıkarmak içindir. Bu O İlah’ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir ve O İlah bu imanınızı unutmayacaktır. Şüphesiz O İlah insanlara merhametli ve şefkatli. Bakara 2/143."

Kıblenin Kudüs'ten Mekke'ye dönmesinin nedeni, Müslüman olan ama Kudüs'ün kıble olmasıyla övünen Yahudilerdir. Şimdi sen de kıblenle övünüp onlara benzemek ister misin? Bak okuduğumuz ayet ne diyor; Ya siz kendi isteğinizle küçülürsünüz, ya da biz gelir zorla küçültürüz. )

38. Dedi; Beyler, teslim olmadan önce hanginiz onun Arş'ını (göğünü, bilgeliğini) bana getirebilir?

( Süleyman danışmanlarından melikenin ilmi seviyesi ve inancı hakkında bilgi istiyor. )

39. Cinlerden benlik sahibi biri dedi; Sen makamından kalkmadan onu sana getiririm, buna gücümün yeteceğinden eminim,

("Ferit": Katılaşmış, benliği yüksek.

Benlik sahibi cin bu konuda ona bilgi verebileceğini söylüyor. )

40. Onun gözünde kitaptan ilim sahibi bir kimse dedi; Sen eski halini gözünün önüne getirdiğin anda onu sana getiririm. Ve önceki halinin ona (melikeye) benzediğini görünce dedi; Bu Rabbimin teşekkürümü ve kafirliğimi (kalb körlüğümü) sınadığı başka bir lütuf. Kim teşekkür ederse kendine teşekkür etmiş olur, kim de kafirlik (kalb körlüğü) ederse bilsin ki rabbim ikramı sınırsız olandır,

( Süleyman’ın eski halini Sad 38/34 ayetinde okuyabilirsiniz. )

41. Dedi; Onun Arş'ını (göğünü, bilgeliğini) ters yüz edin, bakalım işin doğrusunu görenlerden mi, yoksa göremeyenlerden mi olacak?

("Arş": Tanrının tahtı, Gök Tanrı makamı, en yüksek gök.

Melike Güneş Tanrısı Şamaş'a (Şems) inanırdı ve Güneş tanrısının tahtı göklerin en üstündeydi. Bu nedenle güneş tapınaklarının tavanı Lacivert taşı olarak da bilinen Lapis Lazuli taşı ile kaplanırdı. Taş bulunamadığı yerlerde ise en azından maviye boyanarak gökyüzü havası verilirdi. Süleyman Musa'dan öğrendiği bir ilimle bu defa tersini yaptırıyor ve Lacivert taşını tapınağın zeminine döşetiyor. )
    
42. Geldiğinde ona denildi; Senin Arş'ın (göğün, bilgeliğin) da buna benziyor mu? Dedi (Melike); Sanki onun gibi, o bize önceden verilmiş bir ilimdir ve biz ona teslim olmuştuk,

( Melike sanki diyor, çünkü göğün yere indirildiğini görmüştür. )

43. O İlah dışında kulluk ettiği şeyler ona (tanrısal evi görmesine) engel olmuştu, şüphesiz o kâfir (kalp körü) bir kavimdendi, 

44. Ona Sarh'a (tanrı evine) gir, denildi. Onu engin sular (insan denizi) olarak gördüğünde eteklerini ayaklarının üzerine topladı. Dedi (Süleyman); Şüphesiz bu Sarh (tanrı evi, gönül sarayı) gözyaşları üzerinde yükseliyor. Dedi (Melike); Rabbim ben kendime zalim (nefsine uyan) oldum ve Süleyman’la birlikte âlemlerin (insanlığın) rabbi O İlah'a teslim oldum,

("Sarah": Her şeyin en saf özü. "Sarahat": Sarih olmak, açık ve net olmak, şeffaf olmak. "Sarh": Tanrı evi, gönül sarayı, saflık, temizlik. "Hasb": Bir kimsenin sülalesi cihetinden iftihar ederek saydığı hasletler, din, millet, şeref, haysiyet, ... dolayı, ... gereği, ... icabı. "Lücce": Engin sular, derin denizler, milletler. "Keşf": Açmak, olacak bir şeyi önceden anlamak, gizli kalmış bir şeyi meydana çıkarmak. " Sak": Bir şeyin aslı, ayağın topuk üstündeki incik kısmı. "Mümerred": Yüksek, yükselmiş, yükselen, duvarları düz kaya gibi yükselen yapı, yüce. "Karure": Gözbebeği, şişe, gözyaşı şişesi, gözyaşı.  "Kavarir": Karurenin çoğulu, gözbebekleri, şişeler, gözyaşı şişeleri, gözyaşları.

Süleyman’ın yaşadığı yıllarda şeffaf cam ve akrilik henüz icat edilmemişti, ağaç reçinesi ise hem kırılgandır hem de burada anlatılan şeffaf görüntüyü veremezdi. Şu halde nedir su gibi görünen bu döşemelerin sırrı.? Çalışma arkadaşımız Selahaddin bey Süleyman Tapınağının tanrısal döşemelerinden söz ettiğinde meselenin iç yüzü aydınlandı. Şimdi eski Sümer metinlerinden bazı satırlar okuyoruz;

" Lacivert taşından değneğini elinde sımsıkı tuttu, Küçük lacivert taşlarını boynuna taktı, Güzel lacivert taşının taş işçisinin taşı olup kırılmasına izin verme,"
" İnanna ölüler diyarının lacivert taşından sarayına vardığında, Lacivert taşından asası elinden alındı, Küçük lacivert taşları boynundan alındı." (İnanna’nın Ölüler Diyarına İnişi.)

" Aç gizli kanadını ve çıkar oradan gök mavisi anıt taşını," (Gılgamış 1. Bölüm)
" Lacivert taşından boynuzların her biri altınla kaplanmıştı," (Gılgamış 6. Bölüm)
" Elmasa, lacivert taşına ve altına boğacaklar seni," (Gılgamış 7. Bölüm)
" Böylece Gılgamış, göğsü lacivert taşından, Ve vücudunun geri kalan kısmı altından, Bir heykelini yaptırdı Enkidu'nun," (Gılgamış 8. Bölüm)
" Yaprakları meyvelerle donanmış Lacivert Taşı Ağacı'nın, Doyum olmuyordu seyrine," (Gılgamış 9. Bölüm)
"Ama gelir gelmez Yüce Tanrıça havada salladı, Anu'nun sevdalıyken kendine hediye ettiği, İri sinekler (bilge evlatlar, bilge insanlar) dizili gerdanlığını; Ey burada hazır bulunan Tanrılar, diye bağırdı; "Asla unutmayacağım gerdanlığımın bu lacivert taşlarını, Asla unutmayacağım bu uğursuz günleri," (Gılgamış 11. Bölüm)

Lacivert taşı çok eski çağlardan beri mücevher olarak kullanılan bir taş türüdür. Kuyumculukta Lapis lazuli olarak bilinir. Koyu mavi renkte, yarış şeffaf bir yapıya sahiptir. Sümerlerden sonra Antik Mısır'da firavunlar tarafından da çok önemsenmiş ve tılsımlı olduğuna inanılmış. Firavunlar döneminin sonlarına doğru yazılmaya başlanan Tevrat bu tılsımlı taştan şöyle söz ediyor;

Çık.24: 9-10 Sonra Musa, Harun, Nadav, Avihu ve İsrail ileri gelenlerinden yetmiş kişi dağa çıkarak İsrail'in Tanrısı'nı gördüler. Tanrı'nın ayakları altında lacivert taşını andıran bir döşeme vardı. Gök gibi duruydu.

Yşa.54: 11 Ey kasırgaya tutulmuş, Avuntu bulmamış ezik kent! Taşlarını koyu harçla yerine koyacak, Temellerini lacivert taşıyla atacağım.

Hez.1: 26 Başları üzerindeki kubbenin üstünde lacivert taşından yapılmış tahta benzer bir nesne vardı. Yüksekte, tahtı andıran nesnede insana benzer biri oturuyordu.

Tek tanrı anlayışının iyice oturduğu sonraki yıllarda Lacivert taşından söz edilmez olmuş ve yerini “Tanrının Tahtı” anlamında kullanılan “Gök” kavramına bırakmış. Bu nedenle İncil ve Kuran’da “lacivert taşı” kelimesi hiç geçmez, sürekli gök kelimesi kullanılır.

Tekrar ayete dönecek olursak; Süleyman’ın Saba melikesini davet ettiği Sarh bir saray değil, gök mavisi taşlarla döşenen bir tapınak ve tanrı anlayışıdır. Saba melikesinin eteklerini toplamasının sebebi de budur. Çünkü melike bu kutsallığı bildiği gibi, tanrının huzurunda etek sürümenin büyüklenmek anlamı taşıdığını da bilirdi. Özetlersek, bir saraydan veya saray döşemesinden söz ediyor değiliz, insanın kalbinde taşıdığı tanrısal saflıktan, insan sevgisinden ve insanın gözlerinden süzülen bir damla gözyaşından söz ediyoruz. Büyüklerimiz her insanın kendi içinde taşıdığı bu küçük evin adına “Gönül Sarayı” derlerdi, şimdilerde yavaş yavaş unutuluyor. 
)

45. Şüphesiz O İlah’a kulluk etsinler diye Semud kavmine de kardeşleri Salih’i göndermiştik de birbirine karşıt iki görüşe ayrıldılar,

46. Dedi; Ey kavmim niçin iyilik varken kötülüğe koşuyorsunuz? O İlah'tan bağışlanma isteseniz olmaz mı, umulur ki yardım edilirsiniz,

47. Dediler; Sen ve seninle beraber olanlar, bizi uçurdunuz. Dedi; Sizin kuş oluşunuz O İlah katındandır, belli ki siz Onun hakkında şaşırmış bir kavimsiniz.

( Kuş kavramı hakkında 105 Fil suresinde bilgi verilmiştir. ) 

48. Ve medeni şehirde, yerde (insanlar arasında) karışıklık çıkaran ama düzeltmeye çalışmayan dokuzlu takım vardı,

("Medine": Şehir. "Medeni": Şehirli, çağdaş, uygar, gelişmiş. "Raht": Kapı ve pencerelerde menteşe takımı, ata vurulan eyer yular üzengi gibi koşum takımı, çatal bıçak takımı, takım olan şey. "Reht": On kişiden az olan topluluk, kavim, kabile. "İfsad": Bozmak, karıştırmak, azdırmak. "İslah": İyileştirme, geliştirme, düzeltme, yoluna koyma. 

Kim o dokuzlu takım? Ayetin mealini hiç beklemediğimiz birine, 'Düşünceyi gerçeğe dönüştürmek' isimli kitabın yazarı, Amerikalı fizikçi Dr. Fred Alan Wolf'a borçluyuz. İbrani alfabesindeki sembolizmden söz ederken özetle şöyle diyor;

" İbrani alfabesi insanlık kültürünün kutsal sembolleridir. Her birinde dokuz harf bulunan üç gruptan oluşur. Birinci grup harfleri; Alef, Beyt, Cemel, Dallet, Hay, Vav, Zayn, Hayt ve Tayt'tır. Bu grubun en etkili harfi Alef'tir ve her birinin kendine özel bir tanımı ve işlevi var. Diğer iki sıra bu dokuzlu harf grubunun ürettiği yansımalardır."

Sanırım daha fazla açmama gerek yoktur. Ayetin söz ettiği o dokuzlu takımlar, kelimeleri, cümleleri ve kitapları yaratan harflerdir. Ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa ve bir o kadarı daha olsa, bitmeyecek bir bilgi üretiyorlar. Ancak harflerin yanlış kullanılması yanlış kelimeleri, kelimelerin yanlış kullanılması yanlış cümleleri, cümlelerin yanlış kullanılması yanlış bilgileri getiriyor ve sonuçta toplumlar kargaşaya düşüp bozuluyor. 
"Dokuz doğurmak" deyimi bize bu öğretiden kalan bir hatıradır. )

49. O İlah adına yeminleşerek dediler; Onu ve yakınlarını gece çalışması ile bastıralım. Sonra da onun dostlarına mutlaka şöyle diyelim; Onlar yıkılıp çaresizliğe düşerken biz orada değildik, inanın ki doğru söylüyoruz,

("Beyt": Ev. "Beyyit": Gecenin geçirildiği mekan. "Beyat": Gece çalışması, geceleyin çalışma, geceyi işle geçirme, gece baskını, gece uykusunda yakalama. "Nubeyyitenne": Gece çalışması ile yapılan baskın, uyku halinde yakalama. "Helak": Yıkılma, bitme, çaresiz duruma düşme, fakir kalma, aciz düşme, mahvolma.)

50. Gizlice tuzağa düşürmek istemişlerdi ama o gizli tuzağa biz onları düşürdük ve farkında bile olmadılar,

("Mekr": Hile, aldatma, uydurma, söze yalan karıştırma, tuzak kurma. "Mekran": Hileyle, aldatarak, yalan söyleyerek, karıştırarak, tuzak kurarak, gizlice.

Ayeti sadece Semud kavmine ait eski bir hikaye olarak okumayın, çünkü aynı tuzaklar ve aynı aldanışlar her toplumda sürekli yaşanmaktadır. Gece yarısı evlerin basılıp insanların öldürüldüğü bir tuzak olarak da okumayın, çünkü en tehlikeli tuzaklar tıpkı bir kanser hücresi gibi gizlice gelen tuzaklardır ve tüm topluma yayılıp yok eder. En gizli tuzaklar ise, harfler, kelimeler ve cümlelerle kurulur ve bilgi denilerek bizzat kendi içimize konulur. )

51. Bak nasıl oldu gizlice tuzak kurmanın sonu, nasıl dumura uğrattık (körelttik) o kavmin tamamını?

( Ne diyor Kuran, "Kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Fatır 35/43, aldatan ancak kendini aldatır. Bakara 2/9. )

52. İşte zalimlikleri (nefislerine uymaları) nedeniyle harabeye dönmüş evleri, şüphesiz bilen bir kavim için bu da bir ayet,

( Şayet ev kelimesini mutlaka taştan bir yapı olarak anlamak istiyorsanız, o harabe evlerin Ürdün'deki antik Petra kenti olduğu söylenir. Eğer evin insan bedeni olduğunu biliyorsanız, medeniyeti sadece teknolojiden ibaret zanneden bilim aşıklarına bakın. )  

53. İman eden ve koruyup korunanları ise kurtardık.

54. Lut da kavmine şöyle demişti; Bildiğiniz halde o aşırılığa devam edecek misiniz?

55. Kadınlar dururken erkeklere mi şehvet duyuyorsunuz? Doğrusu cahil bir kavimsiniz,

( Bu ayetlerin iç yüzü hakkında Araf 7/163 ayetinde açıklama verilmiştir. )

56. Kavminin cevabı; Temizlik düşkünü Lut ve yakınlarını ülkeden kovun, demekten başka bir şey olmadı,

57. Bunun üzerine onu ve yakınlarını kurtardık. Ancak karısı hariç, onun geleceğe kalanlardan olmasını belirledik,

("Kader": Ölçme, belirleme. "Gabir": İstikbal, gelecek, sonraya kalan. )

58. Sonra üzerlerine öyle bir yağış yağdırdık ki, uyarılanların yağmuru çok kötü oldu,

( Ayetin söz ettiği yağış günah yağmurudur ve korkarım gittikçe de şiddetleniyor. )

59. De ki; Övgüler O İlah’a ve selam olsun seçkin kıldığı kullarına. O İlah mı gerçektir, yoksa o ortak koştukları mı?

60. Yoksa gökleri (bilgelikleri) ve yeri (insanlığı) yaratıp gökten size su (ilim) indiren başka biri mi var? Onunla tek bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel bahçeler yetiştirdik. O İlah varken başka ilah olur mu, doğrusu onlar ortak koşan bir toplum,

61. Yoksa yeri yaşanacak hale getirip arasında nehirler (bolluklar) akıtan, yerin üstüne büyük dağlar (alimler) yerleştirip iki denizin (ölümlü dünya denizi ve ölümsüz ahiret denizi) arasına engel (ölüm) koyan başka biri mi var? O İlah varken başka ilah olur mu, doğrusu onlar sapıtan bir toplum,

62. Yoksa, darda kalan dua ettiğinde cevap verip derdini gideren ve sizi yeryüzünde halife bırakan başka biri mi var? O İlah varken başka ilah olur mu, ne kadar da az düşünüyorsunuz,

63. Yoksa, karanın (yalnızlığın) ve denizin (insan denizlerinin) karanlıklarında doğru yolu gösteren, emrindeki rüzgarları (bilgece güçleri) yardıma göndererek sevindiren başka biri mi var? O İlah varken başka ilah olur mu, O İlah onların ortak koştuğundan ayrı bir yüceliktir,

("Berr": Kara, susuz yer, insansız yer, yalnızlık. "Bahr": Deniz, insan denizi, milletler. "Rih": Rüzgar, güç, kuvvet, devlet. )

64. Yoksa yaratılışı başlatıp döndüren, gökten ve yerden verdikleri ile sizi besleyen başka biri mi var? O İlah varken başka ilah olur mu, de ki; Doğru söylüyorsanız delil getirin,

65. De ki; O İlah’tan başka hiç kimse göklerin (bilgeliklerin) ve yerin (insanlığın) sakladığını bilmez, onlar ne zaman dirileceklerini de bilmezler,

66. Doğrusu onların diriliş hakkındaki bilgileri yetersiz kalmıştır. Bu konuda şüphe içindeler, dahası kör gibiler,

67. Kâfirler (kalp körleri) diyorlar ki; Biz ve atalarımız ölüp toprak olduktan sonra yeniden dirileceğiz öyle mi?

68. Şüphesiz bu daha önceleri atalarımıza da vaat edilmişti, bunlar eskilerin masallarından başka bir şey değil,

69. De ki; Yeryüzüne bakın da gelip geçenlerin sonu nasıl olmuş görün,

70. Onlar için üzülme ve çarpıttıkları için canını sıkma,

71. Diyorlar ki; Gerçekse söyleyin bu vaat edilen ne zaman,

72. De ki; Sanırım acele istediğiniz şeyin biri arkanıza binmiş durumda,

("Radif": Ata binenin arkasına binen ikinci kişi. "Radife": Kıyamet gününün habercisi ilk sur sesi. )

73. Şüphesiz rabbinin hazinesi insanlara açıktır, fakat onların çoğu teşekkür etmez,

74. Ve şüphesiz rabbin onların söylediklerini de, içlerinde sakladıklarını da bilir,

75. Gökte (bilgeliklerde) ve yerde (insanlıkta) saklı ne varsa görünen kitabın (insanlık kitabının) içindedir,

76. Şüphesiz bu okunanlar İsrail oğullarının ihtilafa düştüğü şeylerin çoğunu anlatıyor,

77. Ve şüphesiz iman edenler için doğru yolu gösteren bir yardımdır,

78. Şüphesiz rabbin onların arasında kendi hükmünü verecektir, Odur her şeyi Bilen Sevgili,

79. Artık sen O İlah'ı vekil et, çünkü açık gerçekler üzeresin,

80. Şüphesiz ki ölülere ve çağrıldığında arkasını dönüp giden sağırlara duyuramazsın,

81. Yoldan çıkan körlere doğru yolu gösteremezsin, sen ancak ayetlerimize iman edip teslim olanlara duyurabilirsin, 

82. Onlara verilen söz yerine gelirken yerden bir hayvan çıkarırız da, insanlara ayetlerimizin kesinliğini bilmediklerini söyler,

( Bu yerden çıkan hayvan, Kuran'ın dabbe dediği hayvanlaşmış insandır. Bir hadiste kıyamet alametlerinden biri olarak aktarılır. Ancak hayvanlaşmış insan denince hemen aklınıza kötü işler yapan bozulmuş bir insanlık gelmesin, ayet teknolojinin sunduğu imkanlarla sarhoş olup sadece kendi nefsi için yaşayan insanlığı kastediyor. Yine aynı hadiste, o gün Allah diyen tek bir insanın bile kalmayacağı söylenir. )

83. O gün tüm ümmetlerden (toplumlardan) yalancıları grup grup bir araya toplarız ve sıraya konulurlar,

84. Geldiklerinde dedi; Derinlemesine bilmediğiniz halde ayetlerime kafir (kalp körü) kesildiniz öyle mi, yoksa başka bir nedeni mi vardı?

85. Söz gerçekleşti ve yaptıkları başlarına geldi, artık konuşamazlar,

86. Geceyi (iman ile) sakinleştirici ve gündüzü (bilgi ile) yol gösterici yaptığımızı görmüyorlar mı? İşte bunda iman edenler için ayetler vardır,

( Neden kafirler için değil de iman edenler için? Çünkü kafirlik de bir imandır ve diğer imanlardan farkı yoktur. Allah bu ayetlerle kafirler dahil tüm iman edenleri ayn'el yakinden ilm'el yakin mertebesine taşımak istiyor. Hakk'el yakin (gerçek) mertebesinde olanlara ise zaten söz gerekmiyor. )

87. Sura (suretlere, resimlere) üfürüldüğü gün göklerde ve yerde O İlah’ın dilediği hariç herkes dehşete kapılır, hepsi boynu bükük ona gelir,

("Sur": Boynuzdan yapılan ve ses çıkaran boru. Buna İsrafil'in borusu da denir. Ayrıca suretin çoğulu yani suretler manasındadır. "Suret": Dıştan görünüş, yol, gidiş, hal. "Nefh": Üflemek, şişmek, kabarmak, değişmek. )

88. Sen dağları (alimleri, dinleri) görürsün de onları sabit sanırsın, oysa bulutlar (rahatlık, sıkıntı) gibi onlar da değişkendir. Bu her şeyi eksiksiz yapan O İlah’ın sanatıdır, şüphesiz ki O yaptıklarınızdan haberdardır,

89. Kim iyilikle gelirse ona daha iyisi verilir ve o gün korkudan emin olur,

90. Ve kim kötülükle gelirse yüzükoyun ateşe atılır, kendi yaptıklarınızdan başka bir şey mi bulursunuz?

91. De ki; Bana bu beldenin (kalp makamının) rabbine kulluk etmem emredildi. O onu (o makamı) ve her şeyini korumaya aldı. Bana da buna teslim olanlardan olmam emredildi,

92. Bir de bu okunanları ulaştırmam. Artık kim gerçeği görürse kendisi için görür, kim de gerçeklerden saparsa de ki; Ben sadece uyarıcılardan biriyim,

93. Şunu da söyle; Övgüler O İlah’a mahsustur. O ayetlerinin gerçekliğini yakında gösterecek, siz de onları bileceksiniz.

***


2 yorum:

  1. Aslında sihirbazlık yok ortada. Su da yok. İşte Süleyman'ın gir dediği saray (Sarh) Tanrı'nın Krallığı!

    -Tanrı`nın ayakları altında laciverttaşını andıran bir döşeme vardı. Gök gibi duruydu. (Mısır'dan Çıkış 24:10) Tevrat
    Lacivert taşı, Lapis lazuli yahut Gece taşi diye bilinmekte. Baktığımız zaman yarı şeffaf yapısıyla ''Derin bir suyu'' andırıyor.
    -Baktım, Keruvlar`ın* (yakınlaştırılmış melekler) başı üzerindeki kubbenin üzerinde laciverttaşından tahta benzer bir nesne gördüm.
    (Hezekiel 10:1) Tevrat
    -Tahtın önünde billur gibi, sanki camdan bir deniz vardı.....(Vahiy 4:6)-İncil.
    -26/ŞUARÂ-197: İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi?- Kuran.

    Firavun'da aynısını Haman'dan istemişti. Haşa Tanrı ile yarışıyordu. Bana bir SARH yap diyordu.

    YanıtlaSil
  2. Kuş diline değinmeden geçmek olmaz diye düşünüyorum. :

    Kuran'da Davut ve Süleyman Peygamberlere verildiği ifade edilen ''Kuş dili'' (Neml16) ifadesi, Davut ve Süleyman Peygamberlere bildiğimiz kuşların lisanı öğretildiği yönünde anlaşılmıştır.
    ''Süleyman Davud'a varis oldu. Dedi ki, 'Ey halk, bize kuşların dilini anlamak öğretildi ve bize her şeyden verildi. Bu apaçık bir lütuftur.' (Edip Yüksel Meali Neml 16)

    İçerisinde birçok müteşabih-teşbih (benzeti/benzetme) bulunan Kuran'da esasında durum, bu şekilde yanlış anlaşılan kuş lisanı şekliyle değildir. Bu yanlış anlaşılmaların üzerine yazılan yayınlanan neşredilenlerin hikayelere çoğumuz denk gelmişizdir.

    Davut ve Süleyman Peygamberlere verilen kuşdili diye çevrilen şey esasında lisan anlamında olmayıp mantuk/nutk'dur; ''ifadenin söylendiği alanda delalet ettiği mana/ifadeden anlaşılan mana'' anlamındadır.

    Şimdi gelelim Kuş mantuku-nutku nedir konusuna,Davut Peygamber'e kitap verildiği gibi Süleyman Peygamber'e de kitap verilmiştir, ve bu kitapların muhtevası enstrüman eşliğinde nağmelerle okunan hamd-övgü-tesbih-temcid-tahmid-tekbir-tehlil içeren ezgi ve ilahi kitaplarıdır.

    ''(Süleyman'ın) Üç bin özdeyişi ve bin beş ezgisi vardı.''
    1. Krallar 4:32- Tevrat.

    Davut ve Süleyman Peygamberler yüzlerce kişiden oluşan İlahiciler ve ezgiciler grubu kurmuşlardı. [RAB`be ezgi okumak için eğitilmiş yetenekli Levililer`in toplamı 288 kişiydi.(1. Tarihler 25:7)Tevrat]

    Bu kişiler ''güzel sesli ve nağmeli'' tabir ve teşbih yerindeyse KUŞLAR GİBİ ÖTÜŞÜR TARZDA Davut Peygambere verilen Zebur ve Süleyman Peygambere verilen ve Tevrat'ta bulunan ''Ezgiler Ezgisini'' koro şeklinde okurlar Davut ve Süleyman başta müteşabih yerindeyse yine Orkestra şefliği görevi yaparlardı. Davut peygamber ve kurduğu ezgiciler grubu sabah akşam Zebur'u Öyle güçlü, yüksek sesle aşk ve heyecanla okurlardı ki dağlar yankı verirdi.

    ''Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah kendisiyle birlikte (Allah'ı) tesbih ederlerdi.(yankılardı)'' (Sad 18)

    ''Ve toplanıp (etraftan toplanan seçilen güzel sesli) gelen kuşları (ilahicileri) da. Hepsi onunla (Allah'ı tesbih etmede uyum içinde) yönelip dönmekte olanlar idi.'' (Sad 19)

    ''Andolsun, biz Davud'a tarafımızdan bir fazl (üstünlük) verdik. "Ey dağlar, onunla birlikte (Beni tesbih edip) yankıyla ses verin" (dedik) ve kuşlara da [ezgicilere zebur okuyucularına] (aynısını emrettik). Ve ona demiri yumuşattık.'' (Sebe:10)

    Günümüzde Kariler grubuna müsavi bu İlahiciler ve ezgiciler adı verilen güzel ötüşen kuşlar gibi insanı mest eden bu okuyuculara Mabed'de Süleyman Peygamber özel bir yer belirlemişti. Müzik aletlerinide özel ağaçlardan yaptırmıştı.

    Kral (Süleyman), RAB`bin Tapınağı`yla sarayın tırabzanlarını, çalgıcıların lirleriyle çenklerini bu almug kerestesinden yaptırdı. Bugüne dek o kadar almug ağacı ne gelmiş, ne de görülmüştür.(1. Krallar 10:12)-Tevrat

    Süleyman Peygamber kuşları toplamakta (Neml 17) ve denetlemekte (Neml 20) Mabed'de kuşlar (ilahiciler zebur ve ezgi okuyanlar) özel bir yeri bulunmaktaydı.

    ''Levililer`in boy başları olan ezgiciler tapınağın odalarında yaşardı. Başka iş yapmazlardı. Çünkü yaptıkları işten gece gündüz sorumluydular.'' (1. Tarihler 9:33-Tevrat)

    Mabed'in bulunan 13 giriş kapısından biri de Shaar Hashir (İlahi Kapısı), bu ezgicilerin (kuşların) müzik aletleriyle girdikleri kapıydı.

    İşte bu Zebur ve Süleyman'ın Ezgilerini okuyan gruba Kuran teşbihle Kuşlar adını vermektedir. Yoksa bildiğimiz kanat ve tüyleri olan kuş anlamında değildir. Hüdhüd hiç değildir. Süleyman Peygamberin emri altına KARINCALAR gibi çalışkan kişiler gibi görevlerini eksiksiz yapmaktaydılar.

    YanıtlaSil