8 ENFAL (Ganimetler)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Sana ganimetlerden soruyorlar, de ki; Ganimetler O İlah ve elçisi içindir. Şu halde O İlah için koruyup korunun ve kendi aranızda çekişmekten vazgeçin, eğer iman edenlerdenseniz O İlah ve elçisine itaat edin,

2. İman sahipleri ancak o kimselerdir ki, O İlah anıldığında kalpleri titrer, ayetleri okunduğunda imanları artar ve rablerini vekil ederler,

3. Onlar namazı (duayı) yükseltir ve kendilerine verdiğimiz ilimden ve geçimlikten başkalarına da verirler,

4. Gerçek iman sahipleri işte onlardır. Onlar için rableri katında mertebeler, bağışlanma ve sayısız nimetler vardır,

5. İşte örneği; Rabbin seni hak (kendi gerçekliği) adına evinden (kalbinden, iyi niyetinden) çıkardığında, şüphesiz iman edenlerden bir kısmı bunu çirkin buluyordu,

("Beyt": Ev, insan bedeni, kalp evi, niyetler. "Ferik": İnsanlardan bir takım, bir grup. "Kerih": İğrenç, tiksindirici, pis, çirkin, fena. )

Kimlerdi Hz. Muhammet'in bu çıkışını çirkin bulanlar, neden çirkin buluyorlardı.? 

Bugün 4 Ocak 2019. Prof. Mustafa Öztürk hocamızın iki yıl önceki bir konuşmasını dinledim. Şimdi okuduğumuz Enfal 8/5 ayetinden ve eski büyük müfessirlerden Ebu Hayyan'dan söz ediyordu. Cabir bin Hayyan, Abbasiler döneminde Irak’ın Kufe şehrinde yaşayan ve 25 Aralık 815 tarihinde vefat eden İranlı bir bilgedir. Mustafa hocanın söylediğine göre Hayyan bu ayeti uzun yıllar boyunca anlayamamış, sonunda bir rüya ile ancak anlayabilmiş. Mustafa hocamız Hayyan’ın rüyasını söylemedi ama kendisi o yorumu benimseyememiş ve hala çalışıyormuş.

Neydi bu ayette Hayyan bir âlimi uzun yıllar düşündüren şey? İlk bakışta hiçbir şey anlamadım, basit bir cümle gibi görünüyordu ve şöyle çevirmişiz.

“Rabbin seni hak adına evinden çıkardığında iman edenlerden bir kısmı şüphesiz isteksizdi,”

Sonra biraz derinden bakınca, Hayyan’ı ve Mustafa Öztürk hocayı tereddüde sürükleyen hatalarımız meydana çıktı. İlk hatamız "kerih" kelimesine gerçek anlamını vermemek olmuş. Kelimenin "iğrenç, tiksindirici, çirkin" anlamını terk etmişiz ve yerine "isteksiz olma" manasını yakıştırmışız. Bu hatayı işleyince "beyt" kelimesinin müteşabih anlamını da kaybetmişiz ve o evin Hz. Muhammet’in kalbi olduğunu da görememişiz.

Bu hatalarımız meydana çıkınca, çalışma arkadaşımız Selahaddin beyi hatırladım. Geçen yılbaşında bu surenin 42. ayeti hakkında beni uyarmıştı ve şimdi okuduğumuz 5. ayetteki garipliği aşağıda gelecek olan 42. ayet zaten açıklıyor. Hatamızı düzeltmemize vesile olan Mustafa Öztürk hocamıza çalışkanlığı ve dikkati nedeniyle teşekkür borçluyuz. 
)

6. O şey (senin mal niyetin) belli olduktan sonra, iman edenlerden bir kısmı Hak (Allah'ın emri) konusunda seninle tartışıyor, göz göre göre ölüme (tamah sebebiyle iman ölümüne) sürüklendiklerini düşünüyorlardı,

7. O İlah iki gruptan birini karşınıza getirirken siz bunlardan güçsüz olanı istiyordunuz, O İlah ise sözlerinin gerçekliğini göstermek ve kafirlerin (kalp körlerinin) ardını kesmek istiyordu,

8. Suçlular istemiyor olsa da, yanlışlığı ortadan kaldırmak ve hakkı (kendi gerçekliğini) ortaya koymak için,

("Batıl": Yanlış, haksız, gerçek olmayan. "Hakk": Gerçek, doğru, adaletli. )

9. Rabbinizden yardım istediğinizde size cevap vermişti. Şüphesiz peş peşe gelen bin melekle (imanlı askerle) size yardım eden benim,

10. O İlah bunu yalnızca korkunuzu yatıştıran bir müjde yapmadı. Çünkü O İlah’ın katında olandan başka gerçek yardım yoktur, şüphesiz O İlah bilgelerin sevgilisi,

( Kuran bu yardımın yalnızca moral destekten ibaret olmadığını söylüyor. Şu halde yakın bir yerlerde bin kişilik bir yardım kuvvetinin hazır bekletildiğini düşünebilir miyiz.? )

11. Onun verdiği güvenle sizi bir uyku hali sardı. Sizi temizleyip şeytanın vesvesesinden kurtarmak ve korkunuzu yatıştırıp ayaklarınızı sağlam bastırmak için gökten size su indiriyordu,

( Alışık olmadığımız bir yağmur anlatımı okuyoruz, gökten indirilen su bu işleri nasıl yapabiliyor? Yoksa bu suyun başka bir anlamı mı var? )

12. Rabbin meleklere (imanlı askerlere) vahyetti; Muhakkak sizinle beraberim, iman edenlere destek verin, kâfirlerin (kalp körlerinin) yüreğine korku saldığımda vurun boyunlarına ve parmaklarına,

( Neden başka yerlerine değil de boyunlarına ve parmaklarına? Seçilen boyunları Rad 13/5, Taha 20/111, Şuara 26/4, Sebe 34/33, Yasin 36/8, Mümin 40/71, Muhammet 47/4 ayetlerinde, seçilen parmakları ise Bakara 2/19, Al-i İmran 3/119, Nuh 71/7 ve Kıyame 75/4 ayetlerinde görebilirsiniz. ) 

13. Bu onların O İlah’a ve elçisine karşı gelmelerinden ötürüdür. Kim O İlah ve elçisine karşı gelirse, bilsin ki O İlah cevabı ağır olandır,

14. Artık yaşayın onu, kafirlere (kalp körlerine) ateş azabı vardır,

( Ayet dünyadaki bir cezayı da ateşe benzetiyor. )

15. Ey iman edenler, kafirlerle (kalp körleriyle) karşılaştığınızda arkanızı dönüp kaçmayın,

16. Savaştan daha önemli bir işin olmadığı o günde kim manevra dışında arkasını dönüp kaçarsa şüphesiz O İlah’ın gazabını hak etmiş olur. Onun varacağı yer cehennemdir, ne kötü bir yer,

17. Onları siz öldürmediniz O İlah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın O İlah attı. İman edenleri kendi katından güzel bir sınavla denemek için. Şüphesiz O İlah işitendir, bilendir,

( Ben bu ayetleri yıllardır niye tersinden okudum, niye savaşan benmişim gibi boşuna övünüp durdum ki? Yoksa okuduklarım çarpıtılmış hadislerle hazırlanan bir tuzak mıydı? İsterseniz ayeti çalışmadan önce, hadis tarihinden alıntılar yapan Elmalılı’yı dinleyelim;

" Rivayet olunuyor ki, Kureyş ordusu Akankal'den çıkınca Peygamber Efendimiz buyurmuştu ki; ‘İşte Kureyş, gurur ve iftihar ile geldi. Allah'ım bunlar senin resulünü inkâr ediyorlar, bana verdiğin vaadi senden istiyorum ya Rabbi!’ diye dua etti.

İşte bu sırada Cebrail aleyhisselam geldi ve; ‘Bir avuç toprak al, onlara doğru at.’ dedi. Ne zaman ki iki taraf savaşa tutuştular, Peygamber efendimiz bir avuç kum alıp yüzlerine doğru attı ve ‘yüzleri kararsın!’ buyurdu. Bunun üzerine düşman saflarında gözüyle meşgul olmayan bir müşrik kalmadı. Bundan sonra bozuldular ve müminler de enselerine bindi. Bir yandan öldürüyorlar, bir yandan da esir alıyorlardı.

Savaş sona erince Müslümanlardan, şöyle kestim, şöyle vurdum, böyle esir aldım, diye ileri geri konuşanlar ve yaptıkları ile övünenler oldu. İşte bu ayet bunun üzerine indirildi. Yani siz iftihar edip övünüyorsunuz ama şunu iyi bilmelisiniz ki onları kendi gücünüzle yenmediniz, onları siz değil Allah öldürdü. Ve attığın vakit de sen atmadın ya Muhammed! Düşmanlara isabet eden ve hepsinin gözlerine batan o kumu sen atmadın, Allah attı." 

Aslında tefsir daha uzun ama bize bu kadarı yeter. Müslümanlar bugün hala övünmek isteseler de, gerek ayetler ve gerekse hadisler Bedir savaşında Mekke'lileri mağlup edenin Müslümanlar olmadığını söylüyor. Peki kimdi ya da neydi Mekkelileri mağlup eden melekler ordusu.?


Aradığım bilgiyi yıllar sonra bir hadisin içinde buldum. Meğer aradığım melekler gözümün önündeymiş de görmemişim. Anlatan Üseyr bin Cabir,

" Resulallah'ın ve Ebubekir'in vefatından sonra Ömer halife oldu. Ömer Yemenden gelen her takviye birliğine;
- Aranızda Üveys bin Âmir var mı? diye sorardı. 
Nihayet Üveys bin Âmir'e rastladı ve aralarında şu konuşma geçti,
- Sen Üveys bin Amir misin?
- Evet!
- Murad kabilesinin Karan boyundan mı?
- Evet!
- Sende alaca hastalığı vardı, bir dirhem kadar bir yer hariç tamamını atlattın, değil mi?
- Evet!
- Senin yalnız bir annen olacaktı?
- Evet!
- Ben Allah Resulünün şöyle dediğini işittim; - Murad kabilesinin Karan boyundan Üveys İbnu Amir, size Yemenden takviye kuvveti getirecek. Onun alaca hastalığı vardı, bir dirhem kadar yer hariç atlattı. Onun yalnız bir annesi var ve O annesine karşı saygılıdır. O bir şey hakkında yemin edecek olsa Allah onun yeminini yerine getirir. Eğer imkan bulursan, ondan senin için Allah^tan bağışlanma talep etmesini iste.
Ömer sonra dedi;
- Şu halde benim için Allah'tan bağışlanma dileyiver. 
O da Ömer için dua edip bağışlanma diledi. Bunun üzerine Ömer ona;
- Nereye gidiyorsun? diye sordu.
- Kufe'ye! cevabını alınca;
- Senin için Kufe valisine mektup yazayım mı? diye sordu. 
Üveys dedi;
- Ben halktan biri olmayı severim.

Hadisi rivayet eden Üseyr bin Cabir yine diyor ki; 
Müteakip sene Kufe eşrafından biri hacca geldi ve Ömer'le karşılaştı. Ömer ona Üveys'i sordu. Adam dedi;
- Ben onu eski bir evde, yok yoksul bir halde bıraktım!
Bunun üzerine Ömer ona Resûlallah'tan işittiğini söyledi. Adam hacdan dönünce Üveys'e geldi ve;
- Benim için Allah'tan af dileyiver! dedi.
Üveys dedi;
- Sen hacdan yeni döndün, sen benim için af dilemelisin, dedi ve sordu;
- Ömer'e mi rastladın?
-Evet!
Bunun üzerine Üveys onun için de Allah'tan bağışlanma diledi. Böylece halk onun kim olduğunu anladı. Bir müddet sonra, O da Kufe'yi terk edip gitti."

Artık benim bir şeyler söylememe gerek var mı? Sanırım Yemen üzerinden gelen melekler ordusunu ve Hz. Muhammet'in büyük dürüstlüğünü şimdi siz de görüyorsunuzdur. Tek ekleyeceğim şu; Hadisin söz ettiği Karan boyundan Üveys bin Amir, Türk halkının çok yakından tanıdığı ve çok sevdiği Veysel Karani'dir
. )

18. Şüphesiz O İlah kâfirlerin (kalp körlerinin) tuzağını işte böyle boşa çıkarır,

19. Eğer kazanmak istiyorsanız işte size kazanma fırsatı, düşmanlıktan vazgeçmek sizin için kazanç olur. Düşmanlığa dönerseniz biz de döneriz ve daha kalabalık olsanız bile faydası olmaz, çünkü O İlah iman sahipleriyle beraberdir,

20. Ey iman edenler O İlah ve elçisine itaat edin, duyduklarınıza yüz çevirmeyin,

21. Anlamadığı halde anladık diyenlerden de olmayın,

22. Şüphesiz yürüyen canlıların O İlah katında en kötüsü sağır, dilsiz ve akılsız olanlarıdır,

23. O İlah onlarda birazcık iyi niyet görseydi elbette onlara da duyururdu ve duyursaydı elbette onlar da çekinip dönerlerdi,

("İraz": Çekinmek, başka tarafa dönmek. "Muriz": Çekinen, başka tarafa dönen. )

24. Ey iman edenler, sizi uykudan diriltecek şeylere çağıran O İlah ve elçisinin davetine gelin. Ve bilin ki şüphesiz O İlah kişi ile kalbi (anlayışı) arasına girer ve şüphesiz Onda toplanacaksınız,

("İhya": Uyandırmak, canlandırmak, diriltmek. "Hul": karşılık vermek, çağrıya yanıt vermek, davete icabet etmek. "Mer": Er, erkek, kişi. "Kalb": Anlayış, ilmin evi, iman mahalli, dönen, değişen.

Rabbimizin işlerine akıl sır ermiyor, savaşırken uyutuyordu, şimdi de uyanmaya çağırıyor. Neden? Çünkü uyanmazsak Allah'ın girdiğini zannettiğimiz kalbimize biz farkında olmadan benlik şeytanı girmiş olabilir. )

25. Sadece zalimlerle (nefsine uyanlarla) sınırlı kalmayan toplumsal bir kargaşaya karşı koruyup korunun ve bilin ki O İlah cevabı ağır olandır,

26. Hatırlayın, bir zamanlar insanlara esir düşmekten korkan güçsüz bir topluluk idiniz de O sizi koruyup yardım etti ve temiz şeyler verip geçindirdi, umulur ki teşekkür edersiniz,

27. Ey iman edenler, O İlah’a ve elçisine ihanet etmeyin, yoksa bile bile emanete ihanet etmiş olursunuz,

28. Bilin ki mallarınız da evlatlarınız da birer imtihandır ve büyük mükafat O İlah katındadır,

29. Ey iman edenler, eğer O İlah için koruyup korunursanız O size iyiyle kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü O İlah büyük lütuf sahibidir,

30. Kafirler (kalp körleri) tutup öldürmek veya sürmek için sana tuzak kurarken O İlah da onlara tuzak kuruyordu ve O İlah tuzak kuranların en hayırlısıdır,

( Öyle anlaşılıyor ki, Allah Bedir savaşını daha Mekke yıllarında iken planlamış ve Hz. Muhammet'in bundan haberi yokmuş. ) 

31. Onlara ayetlerimiz okunduğunda dediler; Bunları daha önce de duyduk ve istersek biz de bunun benzerlerini söyleyebiliriz,

32. Şöyle de dediler; Ey Allah'ım eğer bu kitap senin katından gelmiş bir gerçek de iman etmiyorsak üzerimize gökten taş yağdır yahut başka bir biçimde cezalandır,

33. Sen içlerinde iken O İlah onlara azap edecek değildir, af dilerlerse azap edecek de değildir,

34. Ama Haram Mescidin yolunu engellerken O İlah onlara niçin azap etmesin? Çünkü onlar Onun yardımcıları olmadı, Onun yardımcıları koruyup korunanlardır, fakat onların çoğu bilmez,

35. Onların namazları, evin (O İlah'ın) katında ıslık çalarak el açıp kapamaktan başka bir şey değildir. Şu halde çekin kafirliğin (kalp körlüğünün) cezasını,

("Muka": Islık çalmak. "Tasdiyeten": )

36. Şüphesiz kâfirler (kalp körleri) tüm güçlerini O İlah yolunu çarpıtmak için harcıyorlar ve daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu onlara yürek acısı olacak ve mağlup olacaklar, kâfirler (kalp körleri) cehennemde toplanacaktır,

37. Bu O İlah’ın iyiyi kötüden ayırması ve kötüleri üst üste yığarak cehenneme atması içindir. İşte onlardır ziyana uğrayanlar,

38. O kafirlere (kalp körlerine) de ki, Eğer vazgeçerseniz geçmişte kalanlar affedilir, ısrar ederseniz eskilerin hukuku uygulanır,

39. Kargaşa ortadan kalkıncaya ve din tümüyle O İlah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Eğer vazgeçerlerse şüphesiz O İlah yaptıklarını görendir,

40. Eğer yüz çevirirlerse bilin ki O İlah sizin koruyucunuzdur. O ne güzel koruyucu ve ne güzel yardımcıdır,

41. Eğer O İlah’a ve iki tarafın karşılaşıp gerçeğin belirdiği gün kulumuza indirdiklerimize iman etmişseniz, bilin ki ganimet olarak aldıklarınızın beşte biri O İlah’a, elçisine, yakınlarına, yetimlere, yoksullara ve yolculara aittir. O İlah her şeye gücü yetendir,

( Hz. Muhammet'in muhtaçlar adına aldığı payın beşte bir olmasının nedeni Hz. Yusuf dönemine kadar uzanan eski bir kanunmuş. Firavunun maliye bakanlığına getirilen Hz. Yusuf, bolluk yıllarında üretilen buğdayın beşte üçünü yiyecek, beşte birini tohumluk olmak üzere çiftçiye bırakır, beşte birini de kıtlık yıllarında yine halka dağıtmak üzere vergi olarak alırmış. )

42. Hani sizin yeriniz aşağılık dünya (dünya malı), onların yeri de uzaklık (iman uzaklığı) idi. Kervanın atlıları ise sizden daha da aşağılarda (dünya malına daha düşkün) idiler. Sözleşmiş olsanız böyle denk getiremezdiniz. Çünkü O İlah’ın yerine getirilen bu işi, yıkılanın açık bir belgeyle yıkılması, hayat bulanın da açık bir belgeyle hayat bulması içindi. Şüphesiz O İlah işitendir, bilendir,

("Udva": Kuru ve sert yer, üzerinde rahat oturulmayan yer, evin uzak olması. "Dünya": En yakın, en aşağı, şimdi yaşadığımız dünya hayatı. "Kusva": Uzak, en uzak, uzaklığın son sınırı. "Rekb": Atlılar kervanı, süvari birliği. "Esfel": En sefil, en aşağılık, en bayağı. 

Bu meali çalışma arkadaşımız Selahaddin bey'in hassasiyetine borçluyuz. )

43. O İlah uykunda sana onları az gösterdi, eğer çok gösterseydi elbette korkar ve iş hakkında anlaşmazlığa düşerdiniz. Fakat O İlah işi dilediği yere çıkardı, şüphesiz O gönülden geçenleri bilir,

( Bu ayet doğrudan Hz. Muhammet’e hitap ediyor. Söz ettiği uyku ise Hz. Muhammet'in olacaklar hakkındaki bilgisizliğidir. İsterseniz o günleri Taberi Tarihi'nden dinleyelim;

" Peygamberin ilk gazası Ebva, sonra Buvat , sonra Uşeyre’dir. Vakıdi, Ebva gazasının veddan gazası olarak da bilindiğini söyler. Ebva ; Mekke ile Medine arasında dağlık bir köy, Veddan da aynı bölgede büyücek başka bir köydür. Peygamber Ebva seferine, Medine’ye gelişinden bir yıl kadar sonra çıktı. İbn-i Hişam, Sad İbn-i Ubade’nin Medine’de vekil bırakıldığını bildirir. İbn-i Cerir ise bu seferin amacı hakkında şu bilgiyi verir. Peygamber bu sefere, civardaki köyleri kışkırtarak Müslümanları Medine’de sıkıştırmak isteyen Mekke’ye karşı çıktı. Diğer amacı, Kenane kabilesinden Bekir Oğullarını tesirsiz hale getirmekti.

Nitekim düşman kuvvetlerle karşılaşılmadı ve Bekir Oğullarının reisi Amr ed Damri ile bir anlaşma yapılarak geri dönüldü. Peygamber dönüşünde, annesi Amine’nin vefat edip defnedildiği Ebva köyünde üç beş gün kaldı. Bundan iki ay kadar sonra, Sad Bin Ebi Vakkas’ın bayrağını taşıdığı iki yüz kişilik bir süvari kuvvetiyle Buvat üzerine yürüdü. Buvat Medine’ye seksen kilometre kadar mesafede dağlık başka bir yörenin adıdır. Amacı yine aynı idi, fakat yine çatışma olmadı ve Medine’ye geri dönüldü. Peygamber Buvat seferinden iki ay kadar sonra da, Şam’a gitmekte olan bir Kureyş kervanını engellemek üzere Uşeyre üzerine hareket etti. Uşeyre, Yenbu vadisinde ve Medine’ye yüz elli kilometre kadar uzakta bir yerleşim birimidir. Peygamber ve beraberindeki yüz elli arkadaşının otuz develeri vardı ve nöbetleşe biniyorlardı. Uşeyre’ye vardıklarında kervanın daha önce geçtiğini öğrendiler ve Yenbu vadisinde yaşayan Müdlic oğulları ile bir anlaşma yaparak döndüler.

Peygamber’in Uşeyre’den dönüşünden on gün sonra, Mekkeli Kürz Bin Cabir komutasındaki küçük bir birlik Medine koruluklarına kadar sokularak, en yakın merada buldukları deve sürülerini sürüp götürdüler. Peygamber küçük bir kuvvetle, Bedir yakınlarındaki Saffan vadisine kadar takip etti ise de Kürz’e yetişemedi. 
Medine’ye döndükten sonra, Uşeyre’de elinden kaçırdığı kervanın
Şam dönüşünde Bedir kuyuları yanından geçeceğini ve kırk kişi ile korunduğunu haber aldı. Bedir, Medine’den iki yüz kilometre kadar uzakta, su kuyuları ve meyve bahçeleriyle bilinen eski bir panayır yeridir. Peygamber sadece gönüllülerin katıldığı üç yüz on kişilik bir kuvvetle Bedir’e doğru tekrar yola çıktı.

Peygamber bu sefere Şam’dan dönmekte olan Kureyş Kervanını engellemek üzere çıkmıştı. Ancak, kervanı yöneten Ebu Süfyan bu harekatı haber aldı ve güzergah değiştirerek, yardım istemek üzere Mekke’ye haberci çıkardı. Mekkeli zenginlerden hemen hepsinin kervanda ya malı ya da hissesi vardı. Şehir heyecanla çalkalandı ve hemen Ebu Cehil komutasında bin kişilik bir kuvvet hazırlandı. Bu ordunun yüzü atlı, yüzü deve süvarisi ve kalanı piyade idi. Üç yüz on kişilik Müslüman kuvvette ise yetmiş deve vardı ve ikişer üçer nöbetleşe biniyorlardı. İki de atlı vardı. Zübeyr bin el Avvam ve Mikdat bin Esved.

Peygamber Bedir yolu üzerindeki Zefiran vadisine indiğinde , oldukça büyük bir kuvvetin kervanı korumak üzere Mekke’den hareket ettiğini haber aldı Hiç hesapta olmayan bu durum üzerine Müslümanların işi zora girdi. Üç yüz on kişilik toplama bir kuvvetle, bin kişilik ve tam teçhizatlı bir kuvvete karşı durmak ne kadar güç ise, korkarak Medine’ye geri dönmek de bir o kadar utandırıcı idi. Bu durum üzerine Peygamber; - Kureyş Mekke’den çıkmış geliyor. Sizce, kervanı takip etmek mi, yoksa Kureyşe karşı çıkmak mı uygundur, ne dersiniz? diye sordu. Bulunanlardan çoğu kervanı takip etmek yolunda görüş bildirince Peygamber üzüldü. Bu durumu görünce önce Ebu Bekir, sonra da Ömer ayağa kalkarak Kureyşten korkmamak gerektiğini anlatan sözler söylediler. Sonra da Mikdat bin Esved söz alarak ateşli bir konuşma yaptı." 
)

44. Ve karşı karşıya geldiğinizde O İlah’ın emrini gerçekleştirmek üzere onları sizin, sizi de onların gözünde azlık gösteriyordu. Bütün işler O İlah’a döner,

45. Ey iman edenler, bir toplulukla karşılaştığınızda tüm gücünüzle dayanın ve O İlah’ı çok anın ki kurtuluşa erebilesiniz,

46. O İlah ve elçisine itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin, aksi takdirde gücünüz azalır da zayıf düşersiniz. Sabredin, şüphesiz O İlah sabredenlerle beraberdir,

47. Evlerinden insanlara çalım satmak için çıkan ve O İlah yoluna set çekenler gibi olmayın. O İlah yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır,

48. Hani şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermişti de, bugün sizi yenebilecek hiç kimse yoktur, zaten ben de size yardım edeceğim, demişti. Fakat iki ordu karşılaşınca ardına döndü ve dedi; Ben sizinle birlikte değilim, sizin görmediğinizi görüyor ve korkuyorum, çünkü O İlah’ın cevabı ağırdır,

49. İkiyüzlüler ve kalbinde şüphe taşıyanlar; Bunları dinleri aldatmış, diyorlardı. Oysaki kim O İlah’ı vekil ederse, şüphesiz O İlah Sevilen Bilgedir,

50. Melekler (imanlı askerler) yüzlerine ve arkalarına vurup vefat ettirirken kafirleri (kalp körlerini) görmeliydin, tadın yakıcı azabı,

51. Ama bu sizin kendi yaptığınızın sonucudur, yoksa O İlah kullarına haksızlık edici değildir,

52. Onların hali, O İlah'ın ayetlerine kafir (kalp körü) kesilen firavun ailesi ve öncekilere benzer ki, O İlah günahları sebebiyle yakalayıvermişti. Şüphesiz O İlah cevabı ağır olan kuvvettir,

53. Bir toplum kendi yapısını bozmadığı sürece O İlah onlara verdiği nimeti eksiltmez. Şüphesiz O İlah işitendir bilendir,

54. Onların hali, firavun ailesi ve rablerinin ayetlerini yalanlayan öncekilerin haline benziyor. Günahlarından ötürü firavun ve yakınlarını boğduk. Onların hepsi zalimdiler (nefsine uyanlardı).

55. O İlah katında mahlukatın en tehlikelisi imansız kafirlerdir (kalp körleridir),

56. Onlar seninle yaptıkları anlaşmayı her defasında bozan kimselerdir ve onlar koruyup korunmazlar,

57. Eğer onlarla savaşır ve yakalarsan sadece onları değil, ibret olsun diye arkalarında bulunanları da dağıt,

58. Bir kavmin anlaşmayı bozduğunu hissedersen, sen onlara anlaşmayı bozduğunu açıkça bildir. Çünkü O İlah hainleri sevmez,

59. Kafirler (kalp körleri) kurtulabileceklerini sanmasınlar, çünkü bizi aciz bırakamazlar,

60. Onlara karşı gücünüz yettiğince savaş hazırlığı yapın ve onlarla birlikte O İlah düşmanı diğerlerini de korkutun. Onları siz bilmezsiniz O İlah bilir ve O İlah yolunda ne harcarsanız eksiksiz ödenir,

61. Eğer barışa yaklaşırlarsa sen de onlara yaklaş ve O İlah’ı vekil et. Çünkü O işitendir, bilendir,

62. Eğer hile yapmak isterlerse O İlah sana yeter. O seni iman sahipleriyle destekledi,

63. Onların anlayışlarını birleştirdi. Dünyaları verseydin sen bunu başaramazdın, fakat O İlah onları kaynaştırdı. Şüphesiz O sevilen bilge,

64. Ey peygamber, O İlah ve iman sahipleri sana yeter,

65. Ey peygamber, iman sahiplerini savaşa hazırla. Onlar kafir (kalp körü) bir topluluk oldukları için sizden sabreden yirmi kişi iki yüz kişiyi, sabreden yüz kişi bin kişiyi yener,

66. Şimdi O İlah buna güç yetiremeyeceğinizi bildi ve yükünüzü hafifletti. Ama O İlah’ın izniyle sizden sabreden yüz kişi iki yüz kişiye, sabreden bin kişi iki bin kişiye galip gelir. O İlah sabredenlerle beraberdir,

( Muhtemelen ilk değerlendirme Hz. Muhammet’in direnme gücünü esas almıştı, ancak Müslümanların bu güce yetişemedikleri anlaşılınca oran geri çekildi. )

67. Yeryüzünde adaleti yerleştirmek dışında, hiçbir peygambere insanları esir almak yakışmaz. Siz dünya malını istiyorsunuz, halbuki O İlah ahiret (gelecek) hayatınızı istiyor. O İlah bilgelerin sevgilisidir,

68. Eğer bu eskiden kalan bir adet olmasaydı, aldığınız şu fidyeden ötürü muhakkak büyük bir azaba uğrardınız,

69. Şu halde kazandığınız şeylerin helal ve temiz olmasına dikkat edin ve O İlah için koruyup korunun. Şüphesiz O İlah merhametiyle kusurları örtendir,

70. Ey elçi elinizdeki esirlere de ki; Eğer içinizde biraz iyilik olduğunu bilseydi, O İlah bize ödediğiniz şu fidyeden daha çoğunu geri verir ve sizi bağışlardı. O İlah affıyla kusurları örtendir,

71. Eğer sana hainlik etmek isterlerse öncekilerin yaptığı gibi O İlah’a hainlik etmiş olurlar. O İlah bilgelerin yücesidir,

72. İman ettiği için yurdundan göç edenler, varını yoğunu O İlah yolunda harcayanlar ve iman edenleri koruyup yardım edenler var ya, işte onlar birbirleriyle kardeştirler. İman ettiği halde geride kalanlara gelince, yanınıza gelinceye kadar onlar için hiçbir pay yoktur. Eğer sizden O İlah için yardım isterlerse, başka biri aleyhine olmaksızın yardım etmek üzerinize borçtur. O İlah yaptıklarınızı görmektedir,

73. Esasen kâfirler de (kalp körleri de) birbirine yardımcıdır. Eğer siz üzerinize düşeni yerine getirmezseniz yeryüzü karışır ve kötülüğe boğulur,

74. İman ettiği yurdundan göçenler, O İlah yolunda mücadele edenler ve onları koruyup yardım edenler var ya, işte gerçek iman sahipleri onlardır. Onlar için bağışlanma ve büyük ödüller var,

75. Sonradan iman eden ve göç ederek sizinle beraber direnenler var ya, işte onlar da sizdendir. Bir de Ulü'l Erham (Allah'a yakın olanlar) var ki, O İlah’ın kitabına göre onların bazısı diğerlerine göre size daha yakındır. Şüphesiz O İlah her şeyi bilendir.

("Rahim": Merhamet, yardım, koruma, yaratma, döl yatağı. "Erham": Döl yatakları, rahimler, yakınlıklar, akrabalıklar. "Ulü": Sahipler, bir işin ehli olanlar. "Ulü'l Erham": Yakınlık sahipleri, Allah'a yakın olanlar, akrabalık sahipleri.

Bu ayetin önemini ilk kez Hz. Ebubekir fark etmiş ve kısacık bir hadis ile bize kadar ulaştırmış: 
" Allah Nisa suresine mirastan söz ederek başladı ve mirastan söz ederek bitirdi. Enfal suresini de yakınlıktan söz ederek bitirmişti."

Hz. Ebubekir'in uyarısı 1500 yıldır gözümüzün önünde durmasına rağmen, ne yazık ki biz yakınlığı hala akrabalık ve miras olarak görmekteyiz. )

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder