114 NAS (İnsanlar)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. De ki; Sığındım insanların rabbine (çobanına),

2. İnsanların melik'ine (hükümdarına ),

3. İnsanların ilahına (tanrısına),

( Bugün 8 Mart 2016, saat 10.30. Yoldayım, arabadayım ve yalnızım. Radyoyu açtım, Dünya Kadınlar Günü hakkında haberler geçiyor, unutmuşum. 

Hayalimde çilekeş kadınlar. Öldürülen, dövülen, terk edilen, sevilmeyen kadınlar. Ve o hayali kadınların arasında uçuşan hayali kelimelerim. Çobanlar, çoban tanrılar, tanrı krallar, krallar, peygamberler, demokrasiler, siyasiler ve çocukluğumdan beri hiç ısınamadığım karanlık bir kelime, Allah. Hayalimdeki kelimelerin en arkasında, dikine duran koyu bir sis bulutu gibi duruyor.  

Allah hakkında topladığım bilgileri hangi ayette birleştirip sonuca bağlayacağımı düşünüyordum ve unutulmuş gibi en altta duran Nas suresi hiç aklımda yoktu. Yavaş yavaş hayalimde kelimeler kadınların önüne geçip yaklaşmaya başladı. Dünya, insan, çoban, yaratılış, tanrı, tarih, din, bilim.. Özelikle bir kaçı çok hızlı yaklaşıyor. Çoban, çoban, çoban.. Rab, rab, rab.. İlah, ilah, ilah.. 


Demek ki zikir böyle bir şeymiş, insan bir hedefe aşk ile yürürse hedef yaklaşıyormuş. Kelimeler Nas suresini çağrıştırıyor ve ben anlamaya çalışıyorum. Ancak farkındayım, ben Nas suresini okumuyorum, sanki Nas suresi beni okuyor.  

"De ki, sığındım insanların rabbine, insanların melikine, insanların ilahına.."  


Çok garip, neden bu tekrarlar..? Biliyorum Kuran ara sıra tekrar eder ama burada bir gariplik var. Rab bir yana, hükümdarlık ve ilahlık Kuran'ın çok hoşlandığı kelimeler değil? Az sonra kelimeler çözülmeye başlıyor. 


Rab; Çoban, koruyan, gözeten, yetiştiren, eğiten. 
Melik; Hükümdar, kral, padişah. 
İlah; Tanrı, Allah, yaratıcı.   

Yani..? 

Yani, bu ayetler Allah'tan değil, dinler tarihinden söz ediyor. Çoban tanrıların, tanrı kralların ve tek tanrılı dinlerin sıralandığı insanlık tarihinin yaratıcılarından söz ediyor. Zaten dikkat edin, surede Allah kelimesi yok. 


Derken, ilk aklıma gelen Hz. Muhammet oluyor, sonra da Ebubekir ile Ömer. Biliyorum, Kuranı sıralayan onlar. Aşk olsun diyorum içimden, gerçeği en sona saklamayı nasıl da akıl ettiniz? 

Ama çabuk kayboluyorlar hayalimden, gözlerim kelimelerin içinde başka birini arıyor. Avesta'da tanıdığım birini, Koruyucu Çoban, Dürüst Yima! Sanki onu aradığımı hissetmiş, kelime kelime yaklaşıyor. Yüzü yok, sesi de yok, ama kelimelerle konuşabileceğini biliyorum;

- Büyük çoban, dürüst Yima! Bugün dünya kadınlar günü, sizin zamanınızda da bu halde miydi kadınlar?

- Önce şunu söylemeliyim, ben çoban tanrılar dönemine değil, çoban krallar dönemine aitim. Avesta'dan hatırlarsan, bana bu görevi Kutsal Ruh vermişti ve yine onun verdiği bir mühür ve hançerle krallık ettim. Yeryüzünü onlarla genişletip düzenledim. Çoban tanrılar benden çok önceydi, gerçek çobanlar ise daha da öncelerde. Kimi Güneş Tanrısıydı kimi Ay Tanrısı, içlerinde yıldızları isim edinenler de vardı. Biz onları hiç görmedik, ama yaratıcı tanrı olduklarını bilirdik.

- Ya Allah?

- O ne, hiç duymadım?

- Nasıl duymazsın Yima, hani her şeyi yoktan yaratan..?

- Anlamadım, ne demek yoktan yaratmak? Hem neden yoktan var olsun ki, zaten her şey hep var, yokluk yok.

- Anlatamadım Yima, hani secde ediyoruz ya, işte O..?

- Ha, şimdi anladım, sen bizim çoban tanrıların yaratışından söz ediyorsun. Ama onlar yoktan yaratmazlardı ki! Sadece var olanı tanıyıp isimlendirir, sonra da geliştirirlerdi. Zaten Kutsal Ruh da bu bilgiyle yaratılmıştı.

- Peki Yima dirilişe ne dersin, öldükten sonra dirilecek miyiz gerçekten?

- Yemin edemem, çünkü görmediğimiz bir şeye yemin etmek bize yasaklandı. Ama Kutsal Ruh Ahura Mazda bize hep dirileceğimizi söylerdi. Ona da eski çoban tanrılar söylemiş, biz buna hep inandık. Dediklerine göre, o ilk çobanlar ölümsüz kutsal ruhları zaten bunun için yaratmışlar. Ölümü anladıkları zaman, dirilişi de anlayıp öyle ölmüşler.  

- Yima, kadınlar..?
- ...

Dürüst Yima'nın başı öne eğik, susuyor.

- Söyle Yima, ya kadınlar..?
     
- Çok çalıştım ama, benim zamanımda da tümünün mutlu yaşayıp öldüklerini söyleyemem. Hayvandan insan yaratmak zannedildiği kadar kolay bir iş değilmiş.

Ve Yima sözünü bitirince geri dönüyor, arkalarda koyu bir sis gibi duran Allah'ın içine girip gözden kayboluyor. Bir şeyler söyleyecek mi diye sise bakıyorum, ama o bana bakmıyor. Sanki hakkında neler düşündüğümü biliyor. Sonra sessizce dikine duran üç küçük sise bölünüyor, birinin içinde Yima var. 

Boş sis bulutlarından biri güneye, Mekke'ye doğru, Allah ismiyle doğduğu topraklara tanrılık etmeye gidiyor. Yima'yı içine alan ikinci sis bulutu doğuya gidiyor, insanlık tarihinin geçmişine, yani Rahmana. Hemen arkasından üçüncü boş sis bulutu yola çıkıyor, yönü batıya doğru. Ve yola çıkarken besmele çekiyor yüksek sesle, bana işittirmek istermiş gibi... Anladım, o da insanlığın geleceğine, yani Rahime gidiyor olmalı. Erkeklerin insan, kadınların mutlu olduğu gelecek bir dünyaya.
*
Elbette yukarıda anlattıklarım okuduklarımdan çıkardığım kendi hayallerimdi ve elbette hayaller gerçeğin yerini tutmaz. Kaldı ki din ve bilim gibi ciddi konularda yalana ve yakıştırmaya asla yer yoktur. Ama anlattıklarım bir hayal değil, bilimin, dinin ve gerçeğin süzgecinden geçmiş eski bilgilerdi. Elbette eksiklerim ve hatalarım olmuştur, ama eminim büyük insanlığın bilgisi o eksikleri tamamlayacak. )

4. Asılsız kuruntulara düşüren sinsilerin kötülüğünden,

5. O insanların içine kuruntu düşüren sinsiler ki,

6. Bazen cinlerdendir (çok akıllılardandır), bazen insanlardan (az akıllılardan).

Sure, hurafe dediğimiz sihir ve büyü gibi şeylerin asılsız bir uydurma olduğundan söz ediyor. Hz. Muhammet, yakın çevresindeki Arapların içi boş inanç ve dedikodularından bunaldığında bu sureyi hatırlar, çevresindekilere de bu sureyi okumalarını tavsiye ederdi. Ne acıdır ki hocalarımız hala halkı kuruntuya düşürmek için okuyorlar. İsterseniz Hz. Muhammet'in hayatından bir hatıra aktarayım da emin olun,

Eşi Hz. Ayşe anlatıyor;


“ Bir keresinde Peygamberde unutkanlık hasıl oldu. Yaptığı bir işi yapmadığını, yapmadığı bir işi yaptığını zanneder oldu. Nihayet bir gün;
- Ya Ayşe, iki kişi gelip biri baş ucumda, diğeri ayak ucumda oturdu. Biri diğerine; Hastalığı nedir, diye sordu. Diğeri; Buna büyü yapıldığı söyleniyor, dedi. O biri tekrar sordu; Kim yapmıştır? Diğeri; Züreyk oğullarından Yahudi Lebid İbn-i Asam, diye cevap verdi. O biri tekrar sordu; Ne ile yapılmıştır? Diğeri; Saç sakal kılları ile bir tarak, bir de kuru hurma çiçeği ile. O biri tekrar sordu; Nerede yapılmıştır? Diğeri cevap verdi; Zervan kuyusunda!
Sonra Peygamber arkadaşları ile birlikte o kuyuya gitti. Döndüğü zaman bana;
- Ya Ayşe, kuyunun çevresinde toplanan meraklı başlar sanki şeytan başları gibiydi, buyurdu. Bunun üzerine ben;
- Ey Allah’ın Resulü, o büyüyü çıkardınız mı, diye sordum. 
Peygamber şöyle cevap verdi;
- Hayır, çıkarmadım. Onu çıkarmak için uğraşsaydım, büyü korkusunun halk arasında ciddiye alınmasına neden olabilirdim. Bu nedenle kuyunun toprakla örtülmesini emrettim.” 

Peki Hz. Muhammet kime sığınır, nasıl tedbirler alırmış? 
Yine Hz. Ayşe anlatıyor,

" Allah'ın elçisi çabuk rahatsızlanan hassas bir yaratılışa sahipti. Bu nedenle evimize sık sık yabancı hekimler gelir giderdi." 

Umarım Hz. Muhammet'in tıp biliminde beliren büyük insanlık sığınağını doğru ifade edebilmişimdir.



Değerli okur, bu kısa sureyle Kuran okumayı tamamladım ve kendi anlayışımın sonuna geldim. Yıllar önce hadis tarihini okurken ulaştığım sonuçları, Kuran'ın da doğruladığını gördüğüm için mutluyum. Artık bir besmelede üçe, iki besmelede üç bine bölünebilen bilmediğim bir Allah'a inanmam, isimlerin tümünü içine alan Büyük İnsanlığa inanırım. Çünkü benim ilahım Allah kelimesinden daha gerçek ve benim ilahımın bilinmezliği Allah kelimesinin bilinmezliğinden daha büyük. )

***

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder