3 AL-İ İMRAN (İmran ailesi)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Elif, Lâm, Mim. ( Doğru, Eğri, İnsan. )

Hurufu Mukattaa harfleri hakkında 68 Kalem suresi altında bilgi verilmiştir. ) 

2. O İlah’tan başka ilah yok, Odur hayat sahibi olan ve yöneten,

("Hayy": Diri, canlı, hayat sahibi, sahipsiz bir malı sahiplenme, toplama, koruma. "Kayyum": Cami hademesi, topluluğa hizmet eden, belli bir mal varlığını yönetmesi veya belli bir işi yapması için görevlendirilen kimse. 

İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar ve taşlar.. Yeryüzünde ölmeden, çürümeden, yıkılmadan, değişmeden ve dağılmadan kalabilen bir varlık var mı? Şu halde sürekli hayatta kalan ve dünyayı yöneten O İlah kimdir? Bu sorunun cevabını Kuran şöyle veriyor;

" O İlah varken başka bir ilaha kulluk etme. Ondan başka ilah yoktur ve Onun yüzünden (insanlıktan) başka her şey yok olacaktır. Hüküm Onundur ve Ona döndürüleceksiniz. Kasas 28/88." )

3. Ellerindeki Tevrat ve İncili indirdiği gibi, onları doğrulayan kitabı da sana gerçekle indirdi,

4. Ve daha önceleri insanlara yol gösterici olarak Furkan'ı (farkındalığı) indirmişti. Şüphesiz O İlah’ın ayetlerine kafir (kalp körü) kesilenler için şiddetli azap vardır. Çünkü O İlah İntikam alan Sevgili,

( Furkan bir kitap değil, insana ait olan ve adına idrak dediğimiz farkındalık yeteneğidir. Bu farkındalık sayesindedir ki insan iyi ile kötüyü tanımlar, doğru ile yanlışı birbirinden ayırır. ) 

5. O İlah ki, yerde (insanlıkta) ve gökte (bilgeliklerde) hiçbir şey Ona gizli değil,

6. Odur sizi rahimlerde dilediğince şekillendiren. O Sevgili Bilgeden başka ilah yok,

("Tasvir": Bir nesneyi veya fikri söz veya yazı ile tanımlama, göz önünde canlandıracak şekilde tarif etme, resim yapma, bir nesneye şekil verme, şekillendirme, tasarlama. "Rahim": Merhamet, yardım, koruma, yaratma, döl yatağı. "Erham": Döl yatakları, rahimler, yakınlıklar, akrabalıklar. 

Allah bizi rahimlerde dilediğince şekillendirirken neler diler? Erkek veya dişi olmamızı mı, zenci veya beyaz olmamızı mı, sarışın veya esmer olmamızı mı, uzun veya kısa olmamızı mı, güzel veya çirkin olmamızı mı? Başka sorularımız da var; Allah bizi rahimlerde şekillendirirken neden maymun veya domuz olarak şekillendirmez de sonradan maymuna veya domuza çevirir? Neden bazılarını sakat şekillendirir, neden bu şekil verilenlerin bazıları ölü doğar? Şimdilik bu sorulara verebildiğimiz tek cevap, kader dediğimiz bilgisizliğimizdir. Ve insanlık, kader dediğimiz o bilgisizliğin yerine bilgiyi koyarak kaderini değiştirmeye çalışıyor.

Hiç düşündünüz mü bu ayeti okuduğumuzda neden bir insanın eğitimle şekillenişini anlamayız da ana karnındaki şekillenişini anlarız? Bunun nedeni Zümer 39/23 ayetinin dikkat çektiği müteşabih anlamları göz ardı etmemizdir. Oysa Kuran, Enfal 8/75 ve Ahzab 33/6 ayetlerinde Ulü'l Erham adını verdiği başka bir rahimden daha söz eder. O rahimler, insana kendini bilmeyi öğrettikleri için ana rahminden bile daha yakın sayılan Ulü'l Erham, yani Allah'a yakın olanlardır. Hz. Ebubekir bu önemli ayrımı fark etmiş ve 4 Nisa suresinin son ayetinde aktardığım bir hadiste bize de aktarmış.
 )

     
7. Sana kitabı indiren Odur. Onun bazı ayetleri kitabın değişmeyen temel esasları (muhkem), diğerleri ise benzerleriyle değişenlerdir. (müteşabih) Ancak anlayışı gerçeklerden sapmaya meyilli kimseler onların değişenlerini din edinir ve onlarla şaşırtıcı açıklamalar yapmak isterler. Halbuki onların iç yüzünü O İlah'tan ve ilimde derinleşmiş olanlardan başkası bilmez. Onlar derler ki; Hepsine iman ettik, hepsi rabbimizdendir, onları ancak derin akıl sahipleri anlayabilir,

("Muhkem": Sağlam, açık, esas, değişmez. "Müteşabih": Benzeyen, benzeriyle yer değiştiren. "Zeyg": Gerçeklerden sapma, doğruluktan ayrılma, yanılma, bir tarafa meyletme. "Tabi": Birinin peşinden giden, birine uyan, boyun eğen, itaat eden. "İbtiga": Amaç, maksat, gaye, talep, arzu, istek. "Fitne": Karışıklık çıkarmak, şaşırtmak, yanıltmak. "Tevil": Aslına döndürmek, açıklamak, saklı anlamı açığa çıkarmak. "Rüsuh": Pozitif bilimi çok iyi bilmek. "Rasih": Pozitif bilimi derinlemesine bilen. "Ulu elbab": Sağduyu ve derin akıl sahipleri. 

Muhkemler ve müteşabihler. Bu iki Arapça kelime belki size yabancıdır ama bu iki tanım üzerinde yaşanan kavram kargaşası bugün en önemli dinsel ve toplumsal yaralarımızdan biridir. 

Değişmez ve değiştirilemez olduğunu zannettiğiniz muhkem bir şey düşünün. Mesela, Allah olabilir mi? Olamaz, zira bırakın başka dinlerin tanrılarını, esma'ül hüsna sayısız ismiyle gelip değiştiriyor. Ya din? Din de olamaz zira geçmişten beri nice dinler bozulup değişti, son örneği Müslümanların elinde çarpıtılan İslam'dır. Ya iman? İman da olamaz zira imanın artıp eksildiği zaten bilinen bir şeydir. Ya namaz? Namaz da olamaz, zira üç vakitle başlayıp beşe çıktı ve bugün de her mezhebin namazı kendine göre. Ya Kuran? Kuran hiç olamaz, zira Kuran kıyamet dahil baştan sona değişimi savunur. Ne kaldı geriye? Şeriat dedikleri eski hukuk sisteminin birkaç eski hükmü; Erkeğe iki kadına bir ver, zina edene yüz sopa vur, hırsızın elini kes, kadının başını ört. Kuran anlayışımız ne yazık ki genetik aklımızla sınırlı.

Hz. Ayşe'nin bu ayetle ilgili bir hatırası var;
" Peygamber bir gün bana bu ayeti okudu ve şöyle dedi; Kuran’ın müteşabih ayetlerine tabi olanları gördüğünüz vakit bilin ki onlar Allah’ın ayette haber verdiği kimselerdir, onlardan sakının."

Ne demek istiyor Hz. Muhammet? Muhkem ayetler, insanlığın en başından bu yana ayağa kaldırmaya ve yaşatmaya çalıştığı insani değerlerdir ve Kuran'ın sonlarına yerleştirilen kısa surelerde özetlenir. Cana kıyma, aşağılama, çalma, saldırma, yalan söyleme, büyüklerine hürmet et, çalışkan ol, paylaş, israf etme, ve benzerleri.

Ya müteşabihler? O günlerde yürürlükte olan dil, hukuk, eğitim, üretim, tıp kuralları ile, Nuh'un tufanı, İbrahim'in ateşi, Musa'nın yılanı, Yunus'un balığı, denizlerin kaynaması, ayın ikiye bölünmesi, güneşle ayın çarpışması gibi, dilde değişime uğramış eski sembolik anlatımlar.

Eğer bu anlatımların anlamlarını bilmeden olduğu gibi alıp din ediniyorsanız ve onlardan mucizeler çıkarıyorsanız, siz de Hz. Muhammet'in sakınılmasını tavsiye ettiği o kimselerden birisiniz demektir. )

8. Rabbimiz, anlayışımızı saptırma ve doğru yolu gösterdiğin gibi bize kendi katından yine yardım et, şüphesiz sen karşılıksız ihsan edensin,

9. Rabbimiz, geleceğinde şüphe olmayan o günde insanları toplayacak olan sensin. Kuşkusuz O İlah vaadinden dönmez,

10. Şüphesiz kafirlerin (kalp körlerinin) ne evlatları ne de malları O İlah’a karşı fayda etmez, onlar ateşin odunlarıdır,

11. Onların hali firavunun ve öncekilerin haline benzer. Ayetlerimizi yalanladılar da, O İlah onları günahları nedeniyle yakalayıverdi. O İlah cevabı ağır olandır,

12. Kâfir (kalp körü) olanlara de ki; Çaresiz yenilecek ve cehennemde toplanacaksınız. Ne kötü bir son,

13. Çarpışan iki tarafın durumu da sizin için bir ayet olmuştu. Onlardan biri O İlah yolunda çarpışıyor ve kâfirler (kalp körleri) onların kendilerinin iki misli olduğunu gözleriyle görüyorlardı. O İlah dilediğine destek verir ve ulü'l ebsar (derin görüş sahipleri) için bunda bir ibret vardır,

("Fie": Kalabalık, topluluk. "Ulu": Sahipler, bir şeyin ehli olanlar, bir konuyu derinlemesine bilenler. "Basar": İç, öz, her şeyin iyisi ve özü, içi olan şeyin içi, akıl. "Ebsar": Basar'ın çoğulu, bakışlar, derin bakış sahipleri, görenler.

Ayet Bedir savaşından ve melekler ordusundan söz ediyor. Enfal 8/17 ayetinde daha geniş bilgi bulabilirsiniz. )

14. Kadınlar, oğullar, yığınla altın gümüş, besili atlar, sağmal hayvanlar ve tarlalarda ekinler insan için çekici kılındı. Oysa bunlar dünya hayatının geçici menfaatleridir, varılacak en güzel yer O İlah katındadır,

15. De ki; Size bundan daha iyisini bildireyim mi? Koruyup  korunanlar için içinde her şeyin su gibi aktığı ebedi cennetler, tertemiz eşler ve dahası O İlah’ın hoşnutluğu vardır. O İlah kullarını görür,

16. Onlar, Ey rabbimiz iman ettik, günahlarımızı bağışla, bizi ateşten koru diyen,

17. Sabreden, sadık kalan, saygılı, yardımsever ve gecelerin sabahında kendi kusurlarını arayanlardır,

18. O İlah kendinden başka ilah olmadığına şahitlik etti. Melekler (bilgeler) ve ilim sahipleri de tarafsız bir adaletle bunu onayladılar ki, O Sevgili Bilgeden başka ilah yoktur,

19. Şüphesiz O İlah katında din İslamdır (teslim olmaktır). Ne var ki kitap sahipleri bunu bilmelerine rağmen aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim O İlah'ın ayetlerine kafir (kalp körü) kesilirse, bilsin ki O İlah hesabı çabuk görendir,

("İslam": Teslim olmak. "Müslüman": Teslim olan. )

20. Bu konuda seninle tartışırlarsa de ki; Ben O İlah'a döndüm ve teslim oldum, bana tabi olanlar da teslim oldu. Sonra da kitap verilenlere ve kitaptan habersiz olanlara sor; Siz de teslim oldunuz mu? Eğer teslim oldularsa doğru yolu buldular demektir. Eğer yüz çevirirlerse sana düşen yalnızca duyurmaktır, O İlah kullarını kalp gözlerinden görüyor,

21. Şüphesiz onlar O İlah’ın ayetlerine kafir (kalp körü) kesilen, gerçeği söyleyen elçileri ve adalet isteyen kimseleri haksız yere öldürenlerdir. İşte onlara acı bir azabı haber ver,

22. İşte onların dünyada yaptıkları boşa gitmiştir ve ahiret (gelecek) gününde yardım edenleri yoktur,

23. Görmez misin kitaptan bir ilim verilenleri ki, kendi aralarındaki görüş ayrılığını çözmek üzere O İlah'ın kitabına davet ediliyorlar da içlerinden bazısı sırtını dönüp gidiyor,

24. Bunun nedeni; Ateşte sayılı birkaç gün dışında kalmayacağız, dedikleri içindir. Dinleri hakkında uydurdukları onları aldattı,

25. Peki ama geleceğinde şüphe olmayan ve herkesi toplayıp haksızlık etmeden yaptığını ödediğimiz o günde halleri ne olacak?

26. De ki; Gücün sahibi olan İlah'ım, gücü dilediğine verir dilediğinden alırsın, dilediğini aziz (sevgili) kılar dilediğini alçaltırsın. Geleceğimiz senin elinde ve şüphesiz senin her şeye gücün yeter,

27. Geceyi (cehaleti) gündüze (bilgiye), gündüzü (bilgiyi) geceye (cehalete) katar, ölüden (cahilden) diri (aklı başında olan) diriden (aklı başında olandan) ölü (cahil) çıkarırsın. Dilediğin kimseyi hesapsız rızıklandırırsın,

( Kuran rızk kelimesini öncelikle ilim ve irfan anlamında kullanır. )

28. İman sahipleri, iman edenleri bırakıp da kafirleri (kalp körlerini) dost edinmesin. Onların kötülüğünden korunmak için yaptıklarınız hariç, kim bunu yaparsa O İlah katında değeri yoktur. O İlah sizi uyarıyor ve dönüş O İlah'adır,

29. De ki; İçinizdekileri söyleseniz de, gizleseniz de O İlah bilir. Göklerde (bilgeliklerde) ve yerde (insanlıkta) olanları da bilir. O İlah’ın her şeye gücü yeter,

30. İyilik veya kötülük, bütün nefislerin yaptıklarını karşısında bulacağı o gün, insan kötülüklerinden kaçıp kurtulmak ister. O İlah sizi kendi nefsi konusunda uyarıyor, çünkü O İlah kullarına şefkatlidir,

( Allah'ın nefsi nedir, bizi neden uyarıyor.? ) 

31. De ki; O İlah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki O İlah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. O İlah merhametli olan ve kusurları örtendir,

32. De ki; O İlah'a ve elçisine itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki O İlah kafirleri (kalp körlerini) sevmez,

33. Şüphesiz O İlah, Âdem ve Nuh ile İbrahim ve İmran ailelerini seçip insanlığın içinde yükseltti,

( İmran ailesi İsa döneminde yaşamıştı, yani iki bin yıl önce. İbrahim tek tanrılı dinlerin ilk kurucularındandır ve firavunlar döneminde yaşamıştı, yani dört bin yıl kadar önce. Nuh ise Sümerler dönemine ait bir isimdir, yaklaşık yedi bin yıl kadar önce. Her üç ismin yaşadığı dönemde de yazı vardır. Nuh döneminde kil tabletlere kazılı çivi yazısı, İbrahim döneminde hiyeroglif, İmran döneminde de bildiğimiz Latince. Bu yazılar sayesinde o günlere ait başka isimleri de tanıyoruz. Bu nedenle Nuh derken Gılgamış'ı, İbrahim derken Ramses'i, İmran derken Jül Sezar'ı hatırlar, bu peygamberlerin hangi isimler arasında seçilip yükseltildiğini anlarız. 

Ancak, ilk insan olduğu söylenen ve ne zaman yaratıldığı bilinmeyen Adem'in ne işi var bu isimlerin arasında? Ortada Adem'den başka insan yokken, Allah Adem'i kimlerin arasından seçmiş ve kimlerin üzerine yükseltmişti ki bu isimlerle birlikte anılıyor?

Kuran surelerini okurken, insanlık biliminin yavaş yavaş açmakta olduğu bilmediğimiz yeni bir bilgiyle karşılaşacağız. Adem'in ilk insan olmadığını, meleklerden ve cinlerden sonra gerçekleştirilen şaşkınlık verici başka bir yaratılış olduğunu göreceğiz. Bu bilgi pek çok bilinmezliği aydınlatacak. )

34. Onlar birbirine bağlı nesillerdir, O İlah işiten ve bilendir,

35. İmran'ın karısı şöyle demişti; Rabbim, karnımdakini koşulsuz olarak sana adadım, kabul buyur. Şüphesiz sen işitir ve bilirsin,

( Eski zamanlarda bazı kimseler erkek çocuklarını tanrının hizmetine adayıp tapınaklara bırakırlardı. Bu çocuklara gulam (tanrı kölesi) denirdi. )

36. O İlah onun ne doğurduğunu da, kızla erkeğin bir olmadığını da biliyordu ama onu doğurunca dedi; Rabbim ben bir kız doğurdum, ona Meryem adını verdim, onu ve soyunu şeytandan koru,

37. Rabbi Meryem’i memnuniyetle kabul etti. Onu güzel bir bitki olarak yetiştirdi ve Zekeriya’yı da ona kefil etti. Zekeriya mabede her girişinde onun halinde bir rızık (ilim) buldu ve dedi; Ey Meryem, bu nereden? O dedi; Bu O İlah katındandır, O İlah dilediğine hesapsız verir,

("Nebat": Bitki, toprakta yetişen her şey. "Kefil": Bir kimsenin borcuna karşılık kendisini teminat gösteren, bir borcu üstlenen. "İnd": Zamanla değişen manevi hal, manevi yer.   

Meryem'in bir bitki olarak tanımlanması, tarihte Nebatiler olarak bilinen topluluklara dayanır. Kuran'ın çok sık söz ettiği Ad, Semud, Medyen ve Ress kavimleri Nebati topluluklardır. Bu isimle anılmalarının nedeni, tanrı tarafından tıpkı bir meyve ağacı veya sebze gibi topraktan yaratılmalarıdır. Aslında bu benzetmenin kökleri Sümerlere kadar dayanır. Gılgamış Destanında Gılgamış'ın göz koyduğu sedir ağaçları insandan başka bir şey değildir. Kuran bu benzetmeleri şöyle açıklar;

" Görmedin mi O İlah doğru ve güzel söze nasıl misal verdi? Kökü sağlam ve dalları gökte olan doğru bir ağaca benzer. İbrahim 14/24." )

38. İşte o anda Zekeriya rabbine yakarıp dedi; Rabbim bana kendi katından iyi huylu nesiller bağışla, şüphesiz sen dilekleri işitensin,

39. Ve o mihrapta ayakta yakarırken melekler (bilgeler) seslendi; O İlah seni Yahya ile müjdeliyor, O İlah'tan bir kelimeyi (İsa'yı) tasdik edici bir önder ve nefsine sahip içten bir peygamber olarak,

("Seyyid": Efendi, önder, önde gelen. "Hasur": Nefsine hakim, kadında kızda gözü olmayan. )

40. Dedi; Rabbim benim için bir gulam (tanrı kölesi) nasıl olur, ben hocalığın son sınırına ulaştım ve karım da kısır (hocalık görevi yok). Dedi; Bu böyledir, O İlah dilediğini yapandır,

("Gulam": Tanrı kölesi, bıyığı terlemek üzere olan erkek çocuk, genç köle. "Kiber": Ululuk, büyüklük, hocalık. "Akır": Kısır, verimsiz, çorak toprak, oğlu kızı olmayan kadın veya erkek. )

41. Dedi; Rabbim bana bir ayet ver (yol göster). Dedi; Senin ayetin (yolun), üç gün işaret dili hariç insanlarla konuşmamandır, rabbini sık hatırla ve sabah akşam onu tespih et,

("Remz": İbranice Ramaz, işaret, işaretle anlatma, gizli ve kapalı söyleme. "Remmaz": İşaretlerle konuşan.  

La Fontein'in tavukla inci masalını bilirsiniz, tavuğun önüne inci taneleri serpseniz dönüp bakmaz, çünkü onun ihtiyacı darıdır. Eski insanlar bunu iyi bildiği içindir ki bazen anlayışsızların şerrinden korunmak, bazen de bilgiyi ayağa düşürüp ziyan etmemek için her şeyi herkese açıkça söylemez, remz (rumuz) denilen bir teşbih sanatı ile konuşurlarmış. İletişim bugünkü kadar hızlı olmadığı için bilgi çok değerliymiş. Bu eski gelenek Yahudi tasavvufu olarak nitelenebilecek Zohar'da şöyle anlatılır; "Kutsal bilgi, bir adama aşık olan kadına benzer. Aşkını önce işaretlerle, sonra fısıltılarla belli eder. Sonra peçeyle yüzünü örterek konuşur ve en sonra aşkını beyan eder. Bunun adı Sod, yani iletişimde gizliliktir." 

Bu sessizliğin neden üç gün sürdüğünü Meryem 19/10 ayetinde daha geniş olarak okuyabilirsiniz. )

42. Melekler (bilgeler) demişlerdi; Ey Meryem, şüphesiz O İlah seni seçti ve kadınlar aleminde yükseltti,

43. Ey Meryem rabbine sessizce dua et ve secde et (ayaklarına kapan), rüku edenlerle (ele kapananlarla) birlikte sen de rüku et (ele kapan),

( Henüz tarihi bir belgeye ulaşabilmiş değiliz ama secdenin ayak öpme, ayağa kapanma ile olan tarihsel ilgisi, rükunun da el öpme, ele kapanma ile ilgisi olabileceğini düşündürüyor. Bu ayet belki de secdeden uzaklaşarak rükuya (el öpmeye) yönelen batılı toplumu hatırlatmak için indirilmiştir, çünkü Rönesanstan sonra el öpmekten de vazgeçtiler ve daha farklı değerler geliştiriyorlar. )

44. Bunlar iç yüzü bilinmeyen olaylardandır ve sana onları anlatıyoruz. Onlar Meryem'den kimin sorumlu olacağı konusunda görüş bildirip tartışırlarken yanlarında değildin,

("Kalem": Yazı kamışı, ifade, üslup. "Aklam": Kalemler, ifadeler, üsluplar. "Kefil": Sorumlu, başkası adına sorumluluk üstlenen. )

45. Melekler (bilgeler) yine demişlerdi ki; Ey Meryem, şüphesiz O İlah sana kendinden bir kelimeyi müjdeliyor. Adı Meryem oğlu Mesih İsa'dır. Dünyada ve ahirette şerefli yüzlerden ve yakın olanlardandır,

("Mesih": Bir şey üzerinde el gezdirmek, bir şeyi değiştirmek. "Vech": Yüz. "Vechallahü": Allah'ın yüzü. " Vecih": İtibarlı yüz, şerefli yüz. ) 

46. O beşiğinde de, yetiştiğinde de insanlarla konuşacak ve içten olanlardan olacak,

("Mehd": Yeryüzü, yetişip büyünecek yer, beşik, yayıp döşemek, hazırlanmak. 

Yeni doğmuş bir bebeğin nasıl konuştuğunu Meryem 19/19-29 ayetlerinde izleyebilirsiniz. )

47. Dedi; Rabbim bana beşer eli dokunmazken nasıl çocuğum olur? Dedi; Bu şöyledir (şuna benzer); O İlah dilediğini yaratır, bir işin olmasını dilerse sadece ol der, o da olur.

48. Ve ona kitabı, bilgeliği, Tevrat’ı ve İncil'i öğretti,

49. Ve O bir elçi olarak İsrail oğullarına dedi; Şüphesiz ben size rabbinizden ayetler getirdim. Şüphesiz ben sizin için kuş gibi görünen çamurdan bir suret yaratırım da, sonra içine üflediğimde O İlah’ın izni ile o uçanlardan olur. Ve yine O İlah’ın izni ile anadan doğma körlerin gözünü açar, alaca hastaları iyileştirir ve ölüleri diriltirim. Evlerinizde (bedenlerinizde) ne yediğinizi ve ne biriktirdiğinizi haber veririm. Düşünürseniz bunlarda sizin için dersler vardır,

( Hz. Muhammet'in avlusunda ders gören sufilerin aktardığı kuş dilini anladıktan sonra ayeti anlamak kolaylaşıyor. Çamurdan kuşlar bilgelik nedir bilmeyen insanlardır ve bilgelik üflenince canlanıp uçarlar. Körler gerçeği görmeyenler, alacalılar şüphe duyanlar, ölüler taş kesilmiş duygusuz insanlardır. Evlerimiz bedenlerimiz, yediklerimiz yaptıklarımız, biriktirdiklerimiz ilmimizdir. Bu kuş dilini bilenlerden biri de Hz. Süleyman'dır ve Tevratın özdeyişler bölümünde şöyle diyor;

" Bu sözler bilgiyle terbiye olup akıllıca sözleri anlamak, başarıya götüren terbiyeyi edinip doğruyu ve adaletli olanı işlemek, ahmağı korumak ve akıllıya öğretmek içindir. Ahmaklar bilgeliği küçümser, akıllı kişiyse bilgelerin bilmecelerini öğrenip rab korkusu ve yaşam hüneri edinir." 


Bu ayetle ilgili olarak şunu da eklemeliyim. Ayette İsa'nın söylediği "yaratırım" kelimesini yanlış tercüme etmedim, doğru tercüme ettim. "Ehliku", (ben yaratırım) demektir. "Halk etmek" varlığı yoktan yaratmak demek değildir, varlığa daha önce olmayan yeni bir şekil vermek demektir. )

50. Size rabbinizden önümdeki Tevrat’ı doğrulayan ve size haram edilen bazı şeyleri helal eden açık bilgiler getirdim. Artık O İlah için koruyup korunun ve bana tabi olun,

51. O İlah benim de rabbim, sizin de rabbinizdir. Öyle ise Ona kulluk edin, güvenli yol budur,

52. İsa onlardaki şüpheyi sezince dedi; O İlah için bana kim yardım eder? Havariler dediler; Biz O İlah’ın yardımcılarıyız, biz O İlah'a iman ettik ve sen teslim olduğumuza şahit ol,

53. Rabbimiz, indirdiğine iman ettik ve elçine uyduk, artık bizi şahitlerden yaz,

54. Sonra onlar tuzak kurdular ve O İlah da onlara kurdu. Şüphesiz O İlah tuzak kuranların en hayırlısıdır,

( Kimdi o tuzak kuranlar? Okuduklarım, bu tuzağı Doğu Roma'nın ve Yahudilerin birlikte hazırlamış olduklarını düşündürüyor. Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u alıp Roma'yı yıkınca görüldü ki, Allah'ın hayırlı tuzağı da İslam dini imiş.)

55. O İlah demişti ki; Ey İsa, şüphesiz seni öldürecek ve kendime yükselteceğim. Seni kafirlerden (kalp körlerinden) ayıracak ve sana uyanları diriliş gününe kadar kafirlerden (kalp körlerinden) üstün tutacağım. Sonra hep birlikte bana döneceksiniz ve ayrılığa düştüğünüz şeyler hakkında ben hüküm vereceğim,

56. Kafirleri (kalp körlerini) hem dünyada hem de ölümden sonraki hayatta şiddetli azaba çarptıracağım ve yardım edenleri olmayacak,

57. Ancak iman edip içten olanların mükafatı eksiksiz ödenir, O İlah zalimleri (nefsine uyanları) sevmez,

58. İşte bu sana okuduklarımız Bilgenin zikrinin (Allah ilminin) ayetlerindendir,

59. Şüphesiz O İlah katında İsa'nın durumu Âdem'e benzer. Onu topraktan yaratıp ol demişti ve o oldu,

( Toprak sözcüğü ölü olmakla eş anlamlıdır. Yani insanlar fiziksel olarak canlı olsalar da, tanrısal ilim üflenmediği sürece bilgeler katında ölü sayılırlar. Bu ayet Hz. İsa'nın da tıpkı Hz. Adem gibi eğitilerek yaratıldığından söz ediyor. Ayrıntılı bilgi için Meryem 19/22 ayetine bakabilirsiniz. )

60. Gerçek rabbindendir, şüphe edenlerden olma,

61. Sana ilimden gelen şeylerden sonra kim seninle onun hakkında tartışırsa de ki; Gelin, kadınlarımız ve çocuklarımız da dâhil olmak üzere yalan söyleyene O İlah’tan lanet dileyelim,

62. İşte anlatılanların gerçeği budur. O İlah’tan başka ilah yoktur ve şüphesiz O İlah Sevilen Bilgedir,

63. Eğer yüz çevirirlerse, şüphesiz O İlah aşırı gidenleri bilir,

64. De ki; Ey kitap sahipleri, gelin aramızda müşterek olan kelimede birleşelim. O İlah’tan başkasına kulluk etmeyelim, hiçbir şeyi Ona denk tutmayalım ve O İlah varken kimimiz kimimizi rab edinmesin. Eğer yine yüz çevirirlerse de ki; Şahit olun, biz Ona teslim olanlarız,

( Nedir Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasındaki müşterek kelime? Araştırmacı Dr. Hakkı Açıkalın "El" diyor ve kısaca şöyle açıklıyor; 

"Arapça İlah kelimesi ile İbranice Eloah kelimesi aynı kelimedir, çoğul kullanıldığında Elohim olur. Dil uzmanları Eloah-İlah kelimesinin, en yüksek, en tepedeki, en yukarıdaki, zirvedeki, anlamları taşıyan Al kelimesinden türediği görüşündedir. İsrail Hava Yolları El-Al bu anlamı yansıtır. Bu verilerle, Tevrat’ın Elohim, İncil’in Eli, Kuran’ın Allah dediği isimlerin hep aynı şeyden söz ettiği, hep en güçlü olanı ve hep en yukarıda olanı kastettiği söylenebilir." )

65. Ey kitap sahipleri, İbrahim hakkında nasıl tartışırsınız? Tevrat'ın da, İncil’in de ondan sonra indirildiğini görmüyor musunuz?

66. Hadi bilgi sahibi olduğunuz konularda tartışın, fakat bilgi sahibi olmadığınız bir konuda nasıl tartışırsınız? Oysa O İlah bilir siz bilmezsiniz,

67. İbrahim ne Yahudi ne de Hıristiyan'dı. O yanlıştan dönerek teslim oldu ve ortak koşanlardan olmadı,

68. İnsanların İbrahim'e en yakın olanları, ona uyanların yanı sıra işte şu elçi ve iman edenlerdir. O İlah iman edenlerin koruyucusudur,

69. Kitap sahiplerinden bazıları sizi saptırmak istiyorlar da, hiç farkında olmadan kendileri sapıyor,

70. Ey kitap sahipleri, O İlah’ın görüp şahit olduğunuz ayetlerine nasıl olur da kafir (kalp körü) kesilirsiniz?

71. Ey kitap sahipleri, neden gerçekleri bile bile çarpıtıp gizliyorsunuz?

72. Kitap sahiplerinden bazıları şöyle diyor; Onlara indirilene sabah iman ettiğinizi söyleyin akşam kafir (kalp körü) kesilin, belki o zaman şüpheye düşerler,

73. Sizin dininizden değilse kimseye iman etmeyin. De ki; Şüphesiz en doğru yol gösterme, O İlah’ın size gösterdiği yolu başkalarına da göstermesidir. Yoksa rabbinizin katında sizinle çekişiyorlar mı? De ki; Bağış hazinesi O İlah'ın elinde ve onu dilediğine verir, O İlah ilmiyle kapsayıcıdır,

("Hüda": Işık tutmak, doğru yolu göstermek. "Fazl": Alimlere yakışan olgunluk, bağış hazinesi. "Vasi": Kaplayan, kapsayan, Allah'ın isimlerinden biri. )

74. Dilediğine yardım eder, O İlah en değerli hazinelerin sahibi,

75. Kitap sahiplerinden öylesi var ki, tonla altın emanet etsen sana noksansız iade eder. Fakat öylesi de var ki, emanet bıraktığın bir dinar (lira) bile olsa tepesinde dikilip durmadıkça iade etmez. Onlar; Ümmilere (kitapsızlara) yaptıklarımızda bize sorumluluk yok, dedikleri için böyleler. O İlah hakkında bile bile yalan söylüyorlar,

76. Hayır, kim sözünde durur ve koruyup korunursa O İlah koruyup korunanları sever,

77. O İlah ile anlaşmalarını ve verdikleri sözü az bir dünyalığa karşılık satanlara gelince, işte onların dirilişte bir payı yoktur. Diriliş günü O İlah onlarla konuşmayacak, onlara bakmayacak ve temize çıkarmayacaktır. Onlar için acıklı bir azap var,

78. Onlardan bazısı konuşurken kitabı dilleriyle eğip büker (kitabın anlamını çarpıtır) ve siz kitaptan zannedersiniz, oysa kitaptan değildir. Bu O İlah katından derler, oysa O İlah katından değildir. Bile bile O İlah hakkında yalan söylüyorlar,

79. O İlah’ın kendisine kitap, bilgi ve elçilik görevi verdiği bir insanın, O İlah’ın yanı sıra bana da kulluk edin demesi mümkün değil. Aksine şöyle der; Kitapta öğrenip öğrettiğiniz gibi rabbe bağlı kullar olunuz,

( Ayet İncil'den, İsa'dan ve Doğu Romanın tuzaklarından söz ediyor. )

80. Melekleri (bilgeleri) ve elçileri de rab edinmenizi istemez. Siz teslim olmuşken kafir (kalp körü) olmanızı ister mi?
   
81. O İlah peygamberlerden, size kitap ve bilgi verildikten sonra bildiklerinizi tasdik eden başka bir elçi geldiğinde mutlaka ona da iman edip yardım edeceksiniz, diye söz aldığında dedi; Bu zor görevi alıp kabul ettiniz mi? Dediler; Kabul ettik. Dedi; Şu halde şahit olun, ben de sizinle birlikte şahitlik edenlerdenim,

82. Artık bundan sonra sözünden dönen yoldan çıkandır,

83. Hala O İlah’ın dininden başka bir din mi arıyorlar? Göklerde ve yerde kim varsa, isteyerek veya istemeyerek Ona teslim olmuştur ve Ona geri dönecektir,
   
84. De ki; Biz O İlah’a, bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakub ve oğullarına indirilenlere, Musa’ya, İsa’ya ve diğer elçilere rablerinden verilenlere iman ettik, biz onları birbirinden ayırmayız. Biz Ona teslim olanlarız,

85. Kim teslimiyetten başka bir din ararsa, bilsin ki asla kabul edilmeyecek ve o dirilişte hüsrana düşenlerden olacaktır,

86. Açık bir bilgiyle elçinin gerçekliğine şahit olup iman ettikten sonra kafir (kalp körü) kesilen bir kavme O İlah doğru yolu nasıl gösterir? O İlah zalimleri (nefsine uyanları) doğru yola iletmez,

87. Onların cezası O İlah’ın, meleklerin (bilgelerin) ve bütün insanlığın nefretini kazanmaktır,

88. Sonsuza kadar cezaları hafifletilmez ve yüzlerine bakılmaz,

89. Ancak sonrasında pişman olup düzelenler hariç, şüphesiz O İlah merhametiyle kusurları örtendir,

90. İman ettikten sonra kafir (kalp körü) olan ve kafirlikte (kalp körlüğünde) ileri gidenlerin pişmanlığı ise asla kabul edilmeyecektir, onlar yanlışa sapanlardır,

91. Kafir (kalp körü) olup kafir (kalp körü) olarak ölenler dünya dolusu altın fidye verseler kabul edilmeyecektir. Onlar için acıklı bir azap vardır ve yardım edebilen de olmaz,

92. Sevdiğiniz şeylerden harcamadıkça cömertlik mertebesine ulaşamazsınız ve her ne harcarsanız O İlah onu bilir,

( Bu ayet Maun suresinin en açık tefsiridir. )

93. Tevrat indirilmeden önce İsrail’in (Yakub'un) kendine haram ettikleri dışında bütün yiyecekler İsrail oğullarına helaldi. De ki; Eğer samimi iseniz Tevrat’ı açın da okuyun,

Bir gün Medine Yahudileri Hz. Muhammet'i eleştirmişler, İbrahim dinleri birbirini değiştirmez, oysa sen domuzu haram ettiğin halde deveyi helal ediyorsun, demişler. Bu ayetin bu suçlama üzerine indirildiği söylenir.

Tevrat iki kitaptan oluşur. İshak, Yakub, Yusuf, Musa, Davut, Süleyman dönemlerinde yazılan metinler Zebur (mezmurlar), Süleyman'dan sonra kaleme alınan metinler ise Torah (Tevrat) olarak isimlendirilir. Konuşma dilinde her ikisi birden Tevrat olarak anılırlar. Önce Tevrata baktım, Tevrat deve ve domuzun yanı sıra fare ve yırtıcı kuşlar gibi bir sürü vahşi hayvanı haram etmiş ve tek tek saymış. Ama Yakub, Davut ve Süleyman dönemlerine ait olan Zebur ne domuz ne de başka bir hayvanın haramlığından hiç söz etmiyor. Tevratın Yakub'tan çok uzun yıllar sonra yazıldığı dikkate alınırsa ayetin doğru olduğu anlaşılıyor. 

Peki Yakub deveyi kendi nefsine neden haram etmiş? Meğer Yakub'un kendine haram ettiği deve bildiğimiz deve değilmiş, daha tehlikeli bir deveymiş. O deveyi Neml 27/48, Araf 7/73 ve Şuara 26/158 ayetlerinde bulabilirsiniz. )

94. O İlah hakkında yalan uyduranlar zalimlerdir (nefsine uyanlardır),

95. De ki; O İlah doğruları söyler, şu halde İbrahim’in yanlışları terk ettiği doğruluk dinine tabi olun. O ortak koşanlardan olmadı,

96. Şüphesiz ki insanlık için yardım ve yol gösterici olan ilk ev şimdi kalabalıkların toplandığı yerde kuruldu,

("Bekke": Kalabalık, izdiham, Mekke'in eski ismi.

Mezopotamya, bugün olduğu gibi MÖ 2000 yıllarında da karışıklık içindeymiş. Savaşın, yoksulluğun, ölümün, köleliğin yanı sıra, insanlar felaketlerden koruması ve ürünlere bereket vermesi için Baal adı verilen bir tanrıya erkek çocuklarını kurban etmek zorundaymışlar.   
Kâbe, 4000 yıl önce kim olduğunu bilmediğimiz bir Rab tarafından Hz. İbrahim'e kurdurulan ilk sığınma merkezidir. İlk amacı insan neslini kurban edilmekten kurtarmak, ikinci amacı tek tanrı inancını yaymaktır. En eski adı Beyt’ül atik’tir ve “Özgürlük Evi” anlamı taşır. Hac 22/25-33 ayetleri arasında daha ayrıntılı anlatılır. )

97. Orada İbrahim’in makamına ait açık işaretler vardır ve oraya ulaşan emniyette olur. Gücü yetenlerin O İlah için yol bulup o eve gitmesi insanlar üzerinde bir borçtur. Kim buna kafir (kalp körü) olursa bilsin ki O İlah insanların ziyaretine muhtaç değildir,

( Nedir İbrahim'in makamını gösteren açık işaretler? Birini biliyoruz, İbrahim'in Kabeyi inşa ederken iskele olarak kullandığı büyük taş. Müslümanlar o taşı İbrahim'in makamı olarak bilir ve yanında namaz kılarlar. Ancak bu bana İbrahim'in büyüklüğüne yakışır bir makam gibi görünmüyor. Yoksa bu makamın işareti başka bir yerde mi?

Önceleri fark etmemişim, meğer aradığım işaretin ilk izleri İncil'deymiş,  

"İsa onlara şunu sordu; Kutsal yazılarda şu sözleri hiç okumadınız mı? Yapıcıların reddettiği taş, işte köşenin baş taşı oldu. Rabbin işidir bu, gözümüzde harika bir iş.
Bu nedenle size şunu söyleyeyim; Tanrının egemenliği sizden alınacak ve bunun ürünlerini yetiştirecek bir ulusa verilecek.
Bu taşın üzerine düşen paramparça olacak, taş da kimin üzerine düşerse onu ezip toz edecek. 
Başkahinler ve Ferisiler, İsa'nın anlattığı benzetmeleri duyunca bunları kendileri için söylediğini anladılar. Matta 21/42,43,44, 45."

Sonra Zebur'a baktım, aynı köşe taşı orada da var,
" Yapıcıların reddettiği taş, köşenin baş taşı oldu. Mez. 118/22."

Kim bu yapıcılar, nedir bu köşe taşı? Eski insanlar güvenli bir yaşamı sağlam bir eve benzetirler, sağlam bir evin de ancak sağlam temeller ve sağlam duvarlar üzerinde inşa edilebileceğini bilirlermiş. Bu yüzden temellere ve köşelere koyacakları taşları özenle seçerler, diğer taşlarla sımsıkı bağlanmasına dikkat ederlermiş. Nesilden nesile aktarılan bu bilgi, zamanla insanları ve toplumsal düzeni sembolize eden bir öğreti biçimine dönüşmüş ve kutsal kitaplara yazılmış. Dilimizde hala yaşamakta olan "taş yerinde ağır", "baş köşeye oturmak", "yapı taşı yerde kalmaz", "köşe taşı köşede gerek" gibi atasözleri, o günlerden bize kalan eski öğretilerdir.

İsterseniz birazda Tevrata bakalım, 
" Bu yüzden egemen Rab diyor ki; İşte Siyon'a sağlam temel olarak bir taş, denenmiş bir taş, değerli bir köşe taşı yerleştiriyorum. Ona güvenen yenilmeyecek. Yşa. 28/16"
" Doğruluğun ardından giden, Rabbe yönelen sizler, beni dinleyin; Yontulduğunuz kayaya, çıkarıldığınız taş ocağına bakın. Atanız İbrahim'e, sizi doğuran Sara'ya bakın. Çağırdığımda tek kişiydi İbrahim, ama ben onu kutsayıp çoğalttım. Yşa. 51/1,2" 
"Senden köşe taşı, temel taşı olmayacak, çünkü sonsuza dek viran kalacaksın, diyor Rab. Yer. 51/26"
"Neyin üstüne yapıldı temelleri, kim koydu köşe taşını? Eyüp 38/6"
"Köşe taşı, Çadır kazığı, Savaş yayı ve bütün önderler Yahuda'dan çıkacak. Zek. 10/4"

Bu okumalardan sonra, Kabe köşesindeki Hacer'ül esved taşının İbrahim'i temsil ettiğine emin oldum. Kabe'deki putları yıkan Hz. Muhammet'in bu taşı niye öptüğünü anladım. " Biliyorum sen sadece kara bir taşsın, Allah resulü öpmeseydi seni öpmezdim." diyen Ömer'i de anladım. Duvarları birbirine bağlayan o köşe taşı, toplumları birbirine bağlayan İbrahim'dir. Umarım bir gün Müslümanlar da anlar da, taşlara değil insanlığa sarılırlar.

Peki rengi neden kara? Bu sorunun cevabını Tarih ve Arkeoloji bilimi veriyor. "Toprak Ana" olarak da bilinen "Tanrıça Kibele" çok tanrılı Mezopotamya dinlerinin en önemli tanrıçalarından biridir ve kutsal rengi siyahtır. Kabe duvarındaki kara taş köşedeki yeriyle İbrahim'i, rengiyle de Mezopotamya'dan kaçıp gelenlere kucak açan Tanrıça Kibele'yi temsil ediyordu. Araştırmacılar kıble kelimesinin Kibele'den geldiğini ve Kabe'nin bu nedenle kıble olduğunu söylüyorlar. )


98. De ki; Ey kitap sahipleri, O İlah’ın ayetlerine nasıl kafir (kalp körü) kesilirsiniz? O İlah yaptıklarınıza şahittir,

99. De ki; Ey kitap sahipleri, doğruluğuna şahit olduğunuz halde niçin O İlah’ın yolunu engellemeye ve iman edenleri saptırmaya çalışıyorsunuz? O İlah yaptıklarınızdan habersiz değil,

100. Ey iman edenler, kitap verilenlerin mezheplerine uyarsanız, sizi de imandan kafirliğe (kalp körlüğüne) döndürürler,

101. O İlah’ın ayetleri okunup anlatılırken, üstelik elçisi aranızda iken nasıl olur da kafir (kalp körü) olursunuz? Kim O İlah’a sarılırsa güvenli yola girmiş demektir,

102. Ey iman edenler, O İlah için gücünüz yettiğince koruyup korunun ve sakın teslim olanlardan olmadan ölmeyin,

("İslam": Teslim olmak. "Müslim": Teslim olan. "Müslüman": Teslim olanlar. )

103. Hep birlikte O İlah’ın ipine sımsıkı yapışın, parçalanmayın. O İlah’ın size olan nimetini hatırlayın, hani birbirinize düşman idiniz de gönüllerinizi birleştirmiş ve bu sayede kardeş olmuştunuz. Aslında siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de, sizi oradan O kurtarmıştı. O İlah size ayetlerini açıklıyor, umulur ki doğru yolu bulursunuz,

104. Sizin aranızda doğruları gösteren, iyiliği emredip kötülüğü yasaklayan bir ümmet (inançlı bir topluluk) olsun. Çünkü kurtuluşa erenler onlardır,

105. Açıklanmış belgeler verilmesine rağmen ihtilafa düşüp ayrılanlar gibi olmayın, onlar için büyük bir azap vardır,

106. Bazı yüzlerin ağardığı, bazı yüzlerin de karardığı gün yüzleri kararanlara; İman etmenize rağmen kafir (kalp körü) oldunuz öyle mi, öyleyse çekin kafirliğin (kalp körlüğünün) cezasını,

107. Yüzleri ağaranlar ise O İlah'ın yardımına girmişlerdir ve orada ebedi kalırlar,

108. Bu sana okuduklarımız O İlah’ın gerçeği anlatan ayetleridir ve O İlah alemlerin (insanlığın) karanlıkta kalmasını istemez,

109. Göklerde (bilgelerde) ve yerde (insanlarda) ne varsa O İlah'ındır ve bütün işler O İlah’a varır,

110. Sizler insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz (inançlı toplumsunuz). İyiliği emreder, kötülüğü yasaklar ve O İlah'a iman edersiniz. Kitap sahipleri de iman etseydi elbette bu kendileri için iyi olurdu. Gerçi içlerinde iman edenler de var ama onların çoğu yoldan çıkmışlardır,

111. Onlar sizi üzmekten başka bir zarar veremezler. Sizinle savaşacak olsalar arkalarını dönüp kaçarlar ve yardım edenleri olmaz,

112. Onlara O İlah'ın ipine sarılmadıkça veya birilerinin himayesine sığınmadıkça, nerede olurlarsa olsunlar zillet damgası vurulmuştur. O İlah’ın hışmına uğramışlar ve miskinliğe mahkûm edilmişlerdir. Çünkü O İlah’ın ayetlerine kafir (kalp körü) kesiliyor ve haksız yere elçileri öldürüyorlardı. Bu onların isyan etmiş ve haddi aşmış olmalarındandır,

( Geçmişte ehli kitabın düştüğü zillete bugün aynı nedenlerle Müslümanlar düşmüş durumda. )

113. Ama hepsi bir değildir. Kitap sahipleri içinde bir ümmet (iman sahibi topluluk) vardır ki gece vakitleri O İlah’ın ayetlerini okumayı sürdürür ve secde ederler (ayaklarına kapanırlar),

114. Onlar O İlah’a ve diriliş gününe iman eder, iyiliği emredip kötülüğe engel olmaya çalışır ve hayırlı işlere koşuşurlar. İşte onlar içten olanlardır,

115. Yaptıkları hiçbir iyilik unutulmaz. O İlah koruyup korunanları bilir,

116. Kafirlerin (kalp körlerinin) malları ve evlatları O İlah’a karşı fayda etmez. Onlar ateş halkıdır ve orada ebedi kalırlar,

117. Onların bu dünyada gösteriş için yaptığı iyilikler, kuraklığın kavurduğu ekine benzer. O İlah onlar için zalim (nefsine uyan) olmadı, ama onlar kendi nefislerine zalim (nefsine uyan) oldular,

118. Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar sizi kötülüğe itmekten geri durmaz, sıkıntıya düşmenizi isterler. Düşmanlıkları konuşmalarından bellidir, içlerinde sakladıkları ise daha da kötüdür. Akıl edenler için ayetlerimizi açıkladık,

119. Ama sizler öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları sever, kitabın tümüne iman edersiniz. Onlarsa sizinleyken iman ettik der, siz yokken de öfkeden tırnaklarını yerler. De ki; Hırsınızla ölün, şüphesiz O İlah içinizde sakladıklarınızı bilir,

120. Size gelen bir hayrı kıskanıp üzülür, başınıza gelen bir musibete de sevinirler. Eğer koruyup korunur ve sabrederseniz onların oyunu size zarar vermez. Şüphesiz O İlah yaptıklarınızı kuşatandır,

121. Hani sen iman sahiplerine savaş düzeni aldırmak için sabah erkenden ailenden çıkmıştın ya, O İlah işitir ve bilir ki,

122. İçinizden iki gurup çözülmeye yüz tutmuştu. Oysa O İlah onların koruyucusudur, iman sahipleri yalnızca O İlah'ı vekil etsinler.

123. Şüphesiz sayıca az olduğunuz halde O İlah size Bedir’de de yardım etmişti. Öyle ise O İlah için koruyup korunun ki teşekkür etmiş olasınız,

124. O zaman iman sahiplerine şöyle diyordun; Rabbinizin üç bin melekle (imanlı askerle) yardım etmesi size yetmez mi?

125. Evet, siz koruyup korunur ve sabrederseniz hemen şu anda üzerinize gelseler bile rabbiniz bu defa beş bin işaretli melekle (imanlı askerle) size yardım eder,

( Bedir savaşına da iştirak eden o işaretli melekler Yemenden gelen yardım birlikleridir ve Enfal 8/9-17 ayetlerinde okuyabilirsiniz. )

126. Elbette O İlah bu güzel haberi sadece korkunuz yatışsın diye vermedi, çünkü gerçek yardım ancak sevilen bilge O İlah katındandır,

127. Bir de kafirlerin (kalp körlerinin) kökünü kesip perişan etmek ve bozulmuş bir halde dönüp gitmeleri için,

128. Senin bu işte yapacağın bir şey yok. O zalimler (nefsine uyanlar) ya tövbe ederler kabul eder, ya da ısrar ederler azap eder,

129. Göklerde ve yerde ne varsa O İlah'ındır. Dilediğini affeder, dilediğini cezalandırır. O İlah merhametiyle kusurları örtendir,

130. Ey iman edenler, kat kat artırdığınız faizle tefecilik yapmayın. O İlah için koruyup korunun ki kurtuluşa eresiniz,

131. Kafirler (kalp körleri) için hazırlanmış ateşten sakının,

132. O İlah’ı ve elçisini dinleyin ki yardım göresiniz,

133. Rabbinizin affına ve sakınanlar için hazırlanmış yerle gök arası geniş cennetlere koşun,

134. Onlar ki bollukta ve darlıkta dağıtır, öfkelerini yutar ve insanları affederler. O İlah kendisini görür gibi olanları sever,

135. Yine onlar ki kendilerine veya bir başkasına kötülük yaptıklarında O İlah’ı hatırlayıp kusurları için özür dilerler. Zaten günahları O İlah’tan başka kim bağışlayabilir ki? Bilenler işledikleri kötülüklerde bile bile ısrar etmezler,

136. İşte onların mükafatı rablerinden bağışlanma ve içinde ebedi kalacakları içinde her şeyin su gibi aktığı cennetlerdir. Çalışanlar için ne güzel bir ödül,

137. Sizden önce ne adetler ne töreler gelip geçti, bakın da yalancıların akıbeti nasıl olmuş bir görün,

138. Bunlar insanlara doğru yolu gösteren açıklamalar ve koruyup korunanlar için bir öğüttür,

139. Korkmayın ve gevşemeyin, iman sahibi iseniz üstün olan sizsiniz,

140. Eğer bir derde düşerseniz, unutmayın ki o derdin benzerine sizden önce başkaları da düşmüştü. Biz o günleri insanlar arasında döndürür dururuz. Ta ki O İlah iman edenleri bilsin ve aranızdan şahitler edinsin. O İlah zalimleri (nefsine uyanları) sevmez,

141. Bir de O İlah’ın iman edenleri temize çıkarması ve kafirleri  (kalp körlerini) mahva yaklaştırması için,

142. Yoksa O İlah içinizden savaşanlarla sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sanmıştınız?

143. Şüphesiz önceden ölüm kolayınıza gelirdi, yüz yüze gelince durakladınız,

144. Muhammet kendisinden önce gelip geçen elçiler gibi sadece bir elçidir. Şimdi o ölür ya da öldürülürse vazgeçip geri mi döneceksiniz? Geri dönenler O İlah’ı güçsüz düşürmez, lakin O İlah sabredenleri ödüllendirir,

( Hz. Muhammet vefat ettiğinde bu ayeti yalnızca Hz. Ebubekir hatırlamıştı. )

145. Hiç kimse O İlah’ın kitapta takdir ettiği vakit gelmedikçe ölmez. Kim dünyayı isterse onu, kim gelecek hayatı isterse onu veririz. Sabredenleri ödüllendiririz,

146. Nice peygamberler yanındakilerle birlikte savaştılar da, O İlah yolunda başlarına gelenden dolayı bıkkınlığa düşüp boyun eğmediler. O İlah sabredenleri sever,

147. Onların sözü sadece şu oldu; Rabbimiz kusurlarımızı ve yaptığımız aşırılıkları bağışla, ayaklarımızı sağlam tut ve kafirlere (kalp körlerine) karşı bize yardım et,

148. Bu nedenle O İlah onlara bu dünyada iyilik verdi, daha güzeli dirilişte de iyilik verdi. O İlah kendisini görür gibi olanları sever,

149. Ey iman edenler, kafirlere (kalp körlerine) uyarsanız sizi geri döndürürler de kaybedenlerden olursunuz,

150. Oysa sizin koruyucunuz O İlah'tır ve O yardım edenlerin en iyisidir,

151. Hakkında bilgi vermediği şeylerle O İlah'a ortak koştukları için kafirlerin (kalp körlerinin) içine korku salacağız. Gidecekleri yer ateştir, zalimlerin (nefsine uyanların) varacağı yer ne kötü,

152. Gerçek şu ki, O İlah size olan vadini yerine getirmiş ve siz Onun izniyle düşmanlarınızı bastırmıştınız. Ne var ki zafere yaklaştığınızı görünce gevşediniz ve emre karşı geldiniz, içinizde dünyayı isteyeniniz de vardı, gelecek hayatı isteyeniniz de. Sonra sizi bağışladı ve onlardan kurtardı, O İlah iman edenlere karşı lütuf sahibidir,

( 27 Mart 625, Uhud muharebesinden söz ediliyor. Bin kişilik Müslüman ordu, üç bin kişilik Mekke ordusu ile çarpışmaktadır. )

153. Elçi sizi arkanızdan çağırırken siz hiç kimseye bakmadan kaçıyordunuz. Öyle bir derde düşmüştünüz ki, bundan sonra kaybedecekleriniz ve başınıza gelecekler hiç kalır. O İlah yaptıklarınızdan haberdardır,

154. Derken o derdin arasında, içinizden bazılarına uykuya benzer bir güven duygusu indirdi. Kendi canının derdine düşen bazıları ise gerçek dışı cahil düşüncelerle O İlah hakkında şüpheye düşmüş, bu işle ne ilgimiz var diyorlardı. De ki; Bütün işler O İlah’tandır. Onlar sana söyleyemediklerini içlerinde gizliyor; Bu işte bir hayır olsaydı burada öldürülmezdik, diyorlar. De ki; Evlerinizde kalmış olsaydınız bile, eceli yetenler ölecekleri yere kendiliklerinden çıkıp giderlerdi. O İlah böyle yaptı ki niyetlerinizi ve kalplerinizi temizlesin. O İlah içinizdekileri bilir,

( Uhud savaşından sahneler izliyoruz ve Bedir savaşında karşılaştığımız bir gariplik burada da karşımıza çıkıyor. Nedir insanları saran bu uyku hali? Bunları açıklayamazsak, beyaz atların sırtında beyaz sarıklı melekler hayal eden bir toplumun Orta doğuda niçin birbirini boğazladığını açıklayamayız. )   

155. İki topluluk karşılaştığı gün geri dönüp kaçanları bazı hataları yüzünden şeytan kaydırmıştı. Yine de O İlah onları affetti, çünkü O İlah kusurları örten hoş görü sahibidir,

156. Ey iman edenler, savaşa veya sefere çıkan kardeşleri hakkında; Eğer bizimle kalsalardı ölmez ve öldürülmezlerdi, diyen kafirler (kalp körleri) gibi düşünmeyin. O İlah bu sözü ölen yakınlarına bir hasret olarak gönüllerine geri koydu. Canı veren de alan da O İlah'tır, O İlah yaptıklarınızı kalp gözünüzden görür,

157. Eğer O İlah yolunda öldürülür ya da ölürseniz, bilin ki O İlah’ın affı ve yardımı bütün kazandıklarınızdan daha değerlidir,

158. Kuşkusuz ölseniz de öldürülseniz de muhakkak O İlah’ın huzurunda toplanacaksınız,

159. O İlah’ın yardımıyla sen onlara yumuşak davrandın, eğer kaba ve taş yürekli olsaydın şüphesiz etrafından dağılıp giderlerdi. Şu halde onları affet ve onlar için af dile, işler hakkında onlara danış. Karar verdiğin zaman da artık O İlah’ı vekil et, O İlah kendisini vekil edenleri sever,

160. O İlah yardım ederse sizi yenebilen yoktur, eğer bırakırsa size kim yardım eder? Şu halde iman sahipleri O İlah’ı vekil etsinler,

161. Bir elçinin emanete ihaneti olacak şey değildir. Kim emanete ihanet ederse diriliş günü çaldığı şeyle gelir ve herkese yaptığı eksiksiz ödenir,

162. O İlah’ın hoşnutluğunu arayanla nefretini kazanan bir olur mu? Onun yeri cehennemdir, ne kötü bir son,

163. Onlar O İlah katında derece derecedirler. O İlah yaptıklarını görendir,

164. Şüphesiz O İlah kendilerine ayetlerini okuyan, kötülüklerden temizleyen, kitabı ve iç yüzünü öğreten kendilerinden bir elçi göndermekle iman edenlere büyük lütufta bulunmuştur. Şüphesiz daha öncesinde açıkça yanlış yoldaydılar,

165. Daha önce yarı kuvvetle yendiğiniz bir orduya yenilince, neden böyle oldu diye şaşırdınız öyle mi? De ki; O kendi kusurunuzdandır, şüphesiz O İlah’ın her şeye gücü yeter,

166. İki tarafın karşılaştığı gün başınıza gelenler O İlah’ın iman edenleri bilmesi,

167. İkiyüzlüleri tanıması içindi. Onlara; Gelin O İlah yolunda çarpışın veya arka cepheyi kollayın, denildiği zaman; Harp etmeyi bilseydik elbette sizinle gelirdik, dediler. Onlar kıyamet gününde imandan çok kafirliğe (kalp körlüğüne) yakındırlar. Ağızları kalplerinde olmayanı söylüyor, oysa O İlah gizlediklerini bilir,

168. Evlerinde oturup arkadaşları için dediler ki; Bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi. De ki; Bu doğruysa ölümü kendinizden uzaklaştırsanıza,

169. O İlah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, aksine rablerinin katında hayat bulup rızıklanırlar (değerlenirler),

("Rızk": Yiyecek, içecek, maddi veya manevi nimet. )

170. O İlah’ın kendi hazinesinden verdikleriyle sevinir ve arkada kalanlara orada korku ve keder olmadığını müjdelemek isterler,

171. O İlah’tan bir nimet ve bağış ile O İlah’ın iman sahiplerinin fedakarlığını unutmadığını müjdelemek isterler,

Kim o unutulmayanlar? Peygamberlerden bilim adamlarına, vatanı için ölen askerlerden birine yardım ederken ölenlere kadar sayısız örnek verilebilir. Onlardan biri, Hz. Muhammet'in yakın arkadaşlarından Talha bin Ubeydullah'tır ve Kuran hemen aşağıda okuyacağınız ayetlerde bakın onu nasıl hatırlayıp yaşatıyor..? )
  
172. Yaralı olmasına rağmen O İlah ve elçisinin çağrısına koşanlara, hele bir de koruyup korunuyor iseler büyük mükafatlar vardır,

Tarih 27 Mart 625, Uhud savaşı. Müslüman ordu kazanmak üzere olduğu bir savaşta ganimet telaşı nedeniyle arkadan kuşatılmış ve bozgun baş göstermiştir. Hz. Muhammet düşman safları arasında kalmış, ağzı parçalanmış, çevresindeki herkes kaçmıştır ve kaçanları geri çağırmaktadır. İşte o anlarda sahneye iki kahraman çıkar; Sad bin ebi Vakkas ve Talha bin Ubeydullah. Uhud savaşının gerçek kahramanı bu iki isim ölümüne çarpışarak düşman çemberini kırarlar ve Peygamberi savaş alanından çıkarırlar. Hz. Ebubekir o sahneyi şöyle anlatıyor; " Uhud harbinde Talha’nın yanına geldiğimizde onu yetmiş kadar yerinden yaralanmış bulduk, şahadet parmağı da düşmüştü."

Oysa aynı Talha, Uhud savaşından çok değil belki de üç beş ay önce çevresindekilere şöyle diyordu; " Peygamber vefat ederse eşi Ayşe’yi muhakkak ben alacağım!" Şüphesiz O bu sözü geleneksel bir kabile anlayışıyla söyler ve böyle bir evlilikle şereflenmek isterken, nezaket sınırlarını aştığının farkında bile değildi. Nitekim hemen aşağıda gelen 173 ve 174 ayetler de Talha'yı kastetmekte ve Onun bu sözde kötü niyetli olmadığını anlatmaktadır. ) 

173. Onlar ki; Korkun, size karşı bir ordu toplandı, dediklerinde bu aksine onların imanını arttırdı ve dediler ki; O İlah bize yeter, O ne güzel vekildir,

174. Böylece O İlah’tan bir nimet (ilim nimeti) ve faziletle (değerle) hiçbir suçlamaya maruz kalmadan geri döndüler ve O İlah'ın rızasına tabi oldular. O İlah tüm bağış hazinelerinin sahibidir,

( Ayetin anlamı şudur; Talha'nın maksadı kötü olsaydı Peygamber için kendini ölümün kucağına atmaz, aksine onu ölüme terk ederek diğerleri gibi kaçardı. )

175. Şeytan ancak kendi dostlarını korkutur. Eğer iman sahibi iseniz onlardan korkmayın, benden korkun,

176. Kafirlikte (kalp körlüğünde) yarışanlar seni üzmesin, hiçbir şekilde O İlah’a zarar veremezler. O İlah onları kıyamette (dirilişte) sevindirmeyi dilemedi, onlar için ağır cezalar var,

177. Onların iman yerine kafirliği (kalp körlüğünü) seçmesi hiçbir şekilde O İlah’a zarar vermez, onlar için acıklı cezalar vardır,

178. Kafirler (kalp körleri) tanıdığımız sürenin kendileri lehine olduğunu zannetmesin, sadece günahlarını arttırmaları için fırsat veriyoruz. Onları küçültücü bir ceza bekliyor,

179. Pisi temizden ayırıncaya kadar O İlah iman sahiplerini içinde bulundukları halde terk edecek değildir. Ve O İlah yapacaklarını size bildirecek de değildir, O İlah bunun için elçilerinden dilediğini seçer. Şu halde O İlah’a ve elçilerine iman edin, eğer iman eder ve koruyup korunursanız sizin için büyük mükafatlar var,

180. O İlah’ın kendi hazinesinden verdiklerinde cimrilik edenler bunu kendileri için kazanç zannetmesin, aksine onlar için zarardır. Diriliş günü sakladıkları şeyler boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası O İlah'ındır ve O İlah bütün yaptıklarınızdan haberdardır,

181. Şüphesiz O İlah fakir biz zenginiz diyenlerin sözünü O İlah işitti. Bu dediklerinin yanına haksız yere öldürdükleri elçileri de yazacağız ve diyeceğiz ki; Çekin o yakıcı azabı,

182. İşte bu kendi yaptıklarınızın karşılığıdır, yoksa O İlah kullarına haksızlık etmez,

183. Onlar dediler ki; Ateşin yediği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere iman etmememiz konusunda O İlah bizden söz aldı. De ki; Size benden önce de açık bilgilerle nice elçiler gelmiş, üstelik o dediğinizi de yapmışlardı. Madem onunla iman edecektiniz, ya onları niçin reddedip öldürüyordunuz?

("Kurban": Arapçada; Allah'a yakınlaşmaya sebep olan şey, bir amaç uğruna feda olma, Allah için kesilen kurbanlık hayvan. Aramicede; Adak, sunu, hediye. İbranicede; Yaklaşmak, adak sunmak. )

184. Şimdi seni yalancılıkla itham ettikleri gibi, geçmişte belgeler, yazılı sayfalar ve aydınlatıcı kitap getiren nice elçi yalancılıkla itham edilmişti,

185. Her nefis (benlik) ölümü tadacaktır ve diriliş günü yaptıklarınızın karşılığı ödenecektir. O gün kim ateşten uzaklaştırılıp cennete konursa kurtulmuştur. Dünya hayatı geçici bir geçimden başka bir şey değildir,

186. Şüphesiz mallarınız ve canlarınızla deneneceksiniz. Gerek kitap sahiplerinden, gerekse ortak koşanlardan incitici birçok sözler işiteceksiniz. Eğer koruyup korunur ve sabrederseniz, muhakkak ki bu en zor işlerden biridir,

187. O İlah kendilerine kitap verilenlerden; Onu insanlara açıklayacak ve onu gizlemeyeceksiniz, diye söz almıştı. Oysa onlar bunu kulak ardı ettiler ve onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış veriş ne kadar kötü,

188. Yaptıklarını büyütmeyi, yapmadıkları ile övünmeyi sevenlerin azaptan kurtulacaklarını zannetme, onlar için acı verici cezalar vardır,

189. Göklerin (bilgeliklerin) ve yerin (insanlığın) idaresi O İlah'ındır ve O İlah’ın her şeye gücü yeter,

190. Şüphesiz göklerin (bilgeliklerin) ve yerin (insanlığın) yaratılışında ve gece (cehalet) ile gündüzün (bilginin) karşıtlığında derin akıl sahipleri için ayetler vardır,

191. Onlar yürürken, otururken, yatarken O İlah'ı hatırlar, göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler; Rabbimiz sen bunları boşuna yaratmadın. Eksiksiz ve kusursuz olan ancak sensin, şu halde bizi ateşin acısından koru,

192. Rabbimiz, sen kimi ateşe atarsan o aşağılanıp rezil olmuş demektir ve zalimlerin (nefsine uyanların) yardımcısı yoktur,

( Burada durup düşünmeliyim. Ateşe atılmak demek, çığlıklar arasında yanıp kavrulmak değil midir? Böyle bir ortam için, aşağılanıp rezil olmak kelimelerinin kullanılması sizce de garip değil mi? Galiba bu ateş başka bir ateş. )

193. Rabbimiz, rabbinize iman edin diye çağıran bir davetçiyi işittik de hemen iman ettik. Artık günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve bizi doğru kullarından biri olarak öldür,

194. Rabbimiz, bize elçilerinle vaat ettiklerini ver ve diriliş gününde bizi rezil etme. Şüphesiz sen vaadinden dönmezsin,

195. Bunun üzerine rableri onların dualarına cevap verdi; Erkek olsun, kadın olsun, hayra çalışan hiç kimsenin yaptığını boşa çıkarmayacağım. Mademki onlar benim yolumda göç ettiler, yurtlarından kovuldular, eziyete uğradılar, çarpıştılar, öldürüldüler, şu halde ben de onların kötülüklerini örteceğim ve onları içinde her şeyin su gibi aktığı bahçelere koyacağım. Bu mükafat O İlah katındandır ve mükafatların en güzeli onun katındadır,

196. Kafirlerin (kalp körlerinin) diyar diyar gezip dolaşması seni aldatmasın,

197. Az bir geçimden sonra varacakları yer cehennemdir, ne kötü bir son,

198. Fakat rableri için koruyup korunanlara, içinde her şeyin su gibi aktığı ebedi kalacakları bahçeler ve O İlah katından ikramlar vardır. Bilenler için O İlah katındaki şeyler daha hayırlıdır,

199. Kitap sahiplerinden öyleleri var ki O İlah’a, size ve kendilerine indirilene iman ederler. O İlah karşısında içleri ürperir ve O İlah’ın ayetlerini birkaç paraya satmazlar. İşte onların mükafatı rableri katındadır ve şüphesiz O İlah hesabı çabuk görendir,

200. Ey iman edenler, sabredin, sabırla birbirinize bağlanın ve O İlah için koruyup korunun. Umulur ki böylelikle kurtuluşa erersiniz.
                                                          
*** 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder