38 SAD (Ayrışma)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Sad. (Ayrışma.) Bak zikrin (Allah ilminin) okumalarına,

( Hurufu Mukattaa harfleri hakkında 68 Kalem suresi altında bilgi verilmiştir. )

2. Gerçek şu ki kâfirler (kalp körleri) ayrılıkçı bir benlik içindeler,

3. Oysa onlardan önce nice nesilleri yıkıp viran ettik de feryat ettiklerinde vakit geçmişti,

4. Kâfirler (kalp körleri) içlerinden birinin uyarıda bulunmasına şaştılar da şöyle dediler; Bu yalancı adeta bir filozof,

5. İlahları tek ilah mı yapıyor, bu gerçekten garip?

6. İleri gelenleri öne çıkıp; Yürüyün ve ilahlarınıza bağlılıkta direnin, sizden istenen budur,

7. Hiçbir millette bunu işitmedik, bu sadece bir uydurma,

8. Zikir (Allah ilmi) içimizde kimse kalmadı da ona mı verildi? Belli ki onlar zikirden (Allah ilminden) şüphede, belli ki henüz cezasını görmemişler,

9. Yoksa Karşılıksız Veren Sevgili rabbinin yardım hazineleri onların yanında mı?

("Aziz": Seven, sevilen, sevgili, Allah'ın isimlerinden biri. "Vehhab": Karşılıksız veren, Allah'ın isimlerinden biri. ) 

10. Yoksa göklerin (bilgeliklerin), yerin (insanlığın) ve ikisi arasında bulunanların yönetimi ellerinde mi, öyleyse bir yolunu bulup yükselseler ya,

11. Onlar bu noktada çaresiz kalan toplama bir kalabalıktır,

12. Onlardan önce Nuh kavmi, Ad kavmi ve anıtlar sahibi firavun,

13. Semud kavmi, Lut kavmi ve Eyke halkı da. İşte onlar da böyle ayrılıkçı toplumlardı,

14. Hepsi de elçileri yalanladı ve böylece cevabımı hak ettiler,

("İkab": Karşılık, cevap. )

15. Bunlar da geri dönüşü olmayan o tek kargaşadan başka bir şey bekliyor değiller,

("Fevak": Sütün memeye yürüyüp birikmesi, geldi mi geri dönüşü olmayan. "Sayha": Çığlık, feryat, kargaşa, velvele. )

16. Rabbimiz payımıza düşeni hesap gününden önce hemen verse ya diyorlar,

17. Sen onların söylediklerine sabret ve güçlü kulumuz Davut'u anlat, şüphesiz o hakka (gerçeğe) dönenlerdendi,

("Evb": Kast, istikamet, dönülmesi gereken yöne dönmek."Evvab": Geri dönen, hakkı kabul eden. )

18. Şüphesiz dağları (alimleri) emrine vermiştik de sabah akşam onunla birlikte tespih ederlerdi (Allah'ı dile getirirlerdi),

19. Ve kuşları (imanlı insanları) da, hepsi Ona yönelmişlerdi,

20. Yönetimini güçlendirmiş ve adaletle hükmetmenin inceliklerini öğretip güzel konuşma yeteneği vermiştik,

21. Davacıların hikayesini duydun mu? Hani yükseklerden mihraba inip,

("Tesevvür": Yüksekten aşağı inmek. "Mihrab": Binanın en şerefli yeri, imamet makamı.

Bu yüksekliğin  bina değil makam yüksekliği olduğu anlaşılıyor. En önemli bina insanlık binasıdır ve o günlerde binanın mihrabı Davut'tur.  Gelenlerin Davut'dan daha yüksek bir makamda, bizim melek olarak bildiğimiz ölümsüz bilgeler olduğu anlaşılıyor. )

22. Davut’un yanına vardıklarında onlardan korkmuştu. Dediler; Korkma, biz diğerinin kendisine haksızlık ettiğini düşünen iki davacıyız, aramızda hakça hükmet, asılsız şeyler söyleme ve bizi doğru yola çıkar,

( Şetata": Haddi aşmak, taşkınlık yapmak, yanlış yapmak, asılsız şeyler iddia etmek. )

23. İşte bu kardeşimin doksan dokuz dişi koyunu var, benimse bir tek dişi koyunum. Böyleyken, onu da bana bırak dedi ve sözleri ile bana üstün geldi,

24. Senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemesi haksızlıktır ve doğrusu ortakların çoğu birbirlerinin hakkına tecavüz eder. Ancak iman edip içten olanlar müstesna ve onlar da ne kadar az, dedi. Sonra Davut kendisini denediğimizi anladı. Rabbine rüku edip (ellerine sarılıp) secde ederek (ayaklarına kapanarak) af diledi ve hatasından döndü.

25. Böylelikle bu hatasını bağışladık, kuşkusuz katımızda yakınlığı ve güzel bir yeri vardır.

( Tevhid, yani birleme, yani birleştirme kavramını açıklayan çok önemli bir ayeti okumaktayız. Davut'un yanlış anladığı ve sonra özür dilediği bu misal, aslında Allah ile ilgilidir.

99 dişi koyun, içinde Allah'ın da olduğu 99 isimdir. Koç ile değil dişi koyunlarla temsil edilirler, çünkü gittikçe çoğalırlar ve gerçek sayısını kimse bilmez. Bu 99 dişi koyunun sahibi haktır, yani her şeyi içine alan büyük gerçektir. 1 dişi koyun ise, o isimlerden sadece bir tanesidir. Örneğin Türkler için Tanrı, Araplar için Allah, İsrailliler için Elohim, İngilizler için God, Fransızlar için Diyö veya Kızılderililer için Manitu olması gibi.

Davut başlangıçta meseleyi koyun gasbından ibaret adli bir vaka olarak değerlendirmişti. Gerçeği gördüğünde tövbe edip af diledi, çünkü 99 koyun sahibi haklı, 1 koyun sahibi haksızdı. Çünkü 1 koyun sahibi, sahip olduğu o koyunla asla gerçeğe ulaşamayacaktı ve 99 koyun sahibi ona yüz koyunluk büyük gerçeği göstermeye çalışıyordu. 

Aslında bu çeviride yapmak istediğimiz de budur. Tüm koyunları, yani tüm isimleri bir araya toplamak ve gerçeği görmek. )

26. Ey Davut, biz seni yerdekilerin içinde halife yaptık. Şu halde insanlar arasında adaletle hükmet ve heveslerine uyma, çünkü bu seni O İlah’ın yolundan saptırır. O İlah’ın yolundan sapanlara ise şüphesiz hesap gününü unutmalarına karşılık şiddetli bir azap vardır.

27. Biz göğü (bilgelikleri), yeri (insanlığı) ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık. Bu kâfirlerin (kalp körlerinin) zannıdır, vay haline ateşteki kâfirlerin (kalp körlerinin),

28. Hiç yeryüzünde iman edip içten olanlarla fesat çıkaranları bir tutar mıyız, veya koruyup korunanlarla azgınları?

29. Sana bu mübarek (bilgi dolu) kitabı derin akıl sahipleri ayetlerini düşünsünler de tedbir alsınlar diye verdik.

30. Ve Davut’a Süleyman'ı bağışladık. Ne güzel bir kul, şüphesiz O geri dönenlerdendi,

("Evb": Kast, istikamet, dönülmesi gereken yöne dönmek."Evvab": Geri dönen, hakkı kabul eden. )

31. Akşam vakti, koşmaya hazır saf kan koşu atları gösterildiğinde,

("Aşiyy": Akşam vakti. "Safinat": Safin'in çoğulu. Yarışa hazır, yerinde duramayıp tek ayağı ile toprağı eşeleyen cins atlar. "Ciyad": Tazelik, yenilik.

Neden sabah veya öğlen değil de akşam.? Din dilinde gece, gündüz, sabah, akşam, karanlık, aydınlık gibi kelimeler sadece bir zaman tanımı değil, aynı zamanda hayatı tanımlayan kavramlardır. Kuran bu tür kavramlara ayet der. Örneğin, "Hiç sabah olmayacak gibiydi" sözü, gece yaşanan büyük bir sıkıntıyı dile getirir. Bu ayette akşam kelimesinin kullanılması, Süleyman'ın yaklaşan büyük bir tehlikenin eşiğinde bulunduğuna işaret ediyor. 

Diğer taraftan at, boğa, koyun, keçi, yılan, fil, domuz gibi bazı hayvan isimlerinin de ikincil anlamları var. Bu ayette Süleyman'a gösterilen yarış atları, Süleyman'ın kral olmasıyla birlikte kavuştuğu şöhretin ve gücün ifadesidir. Oysa bu güç onu akşama yaklaştıracak, yani haktan uzaklaştıracak bir tehlikenin habercisiydi. Geri dönmesinin sebebi de zaten bu tehlikeydi. 


At kavramının zenginlik, şan şöhret ve güç anlamında kullanılması aslında Sümerlere kadar geri gidiyor. Kutsal kitapların ilk örneği sayılabilecek Gılgamış Destanının 6. tabletinde şunlar anlatılır.

Tanrıça İnanna, bilge Gılgamış'a evlilik teklif eder. Gılgamış bu teklifi kabul ettiği takdirde kral yapılacak ve saraylara, arabalara, kölelere kavuşacaktır. Diğer krallar ayağını öpecektir. Ama Gılgamış reddeder, çünkü Tanrıça İnanna'nın fettan bir kadın olduğunu ve din dilinde azgın nefsi temsil ettiğini bilmektedir. Ona kendisinden önceki aşklarını ve onların başına neler getirdiğini anlatmaya başlar. İşte bu anlatımların birinde at misalini vererek şöyle der;

" At, savaş tutkunu At'ı sevdin,
Sonra meşin kırbaç'a layık gördün onu,
Yedi Beru yarışlara, bulandırdığı suyu içmeye,
Anası Silili'yi yas tutmaya mahkûm ettin."
 


Atın bu sembol değeri çok yakın zamanlara kadar yaşatılmaktaydı. Motorlu taşıtların, hatta uçakların bulunduğu dönemde dahi pek çok kral veya komutanın at sırtında resmedildiğini görülür. )

32. Dedi; Şüphesiz ben rabbimin zikrinden (Allah ilminden) faydalı olan sevilenleri sevdim. Ve kulluk perdesinin ardına gizlendiğinde,

("Hayr": Meşru ve faydalı iş, halkın rağbet ettiği akıl, ilim, adalet, ihsan, zenginlik, şan şöhret gibi nimetler. "Hatta": Olunca..  olduğunda.. "Tevarih": Gizlenme, kaybolup göze görünmeme. "Hicab": Utanma, kendi kusurunu bilip insanlar arasından uzaklaşma, tanrılık ile kulluğu ayıran ince çizgi, perde, örtü.  

Bu ayette okuduğumuz hicab kelimesi Araf 7/46, İsra 17/45, Meryem 19/17, Ahzab 33/53, Fussilet 41/5 ve Şura 42/51 ayetlerinde de geçer. Tüm bu ayetlerde kastedilen maddi bir örtü veya perde değil, Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmaya çalışan bir insanın ahlak ve anlayış perdesidir. )

33. Onu bana geri döndürün dedi ve sonra ayaklarını ve boyunlarını kesmeye başladı,

( Güncel meal ve tefsirlerin tümü bu ayeti şöyle çeviriyor; " Onları bana geri getirin dedi ve sonra ayaklarını ve boyunlarını okşamaya başladı."  Doğrusunu isterseniz daha düne kadar biz de böyle çeviriyorduk. 

2016 yılında Prof. Mustafa Öztürk tefsir tarihinden eski bir bilgi getirdi ve yeni bir tartışmanın fitilini ateşledi. Anlattığına göre bu ayet gerek sahabe zamanında, gerekse Taberi'den Zemahşeri'ye kadar geçen 500 yıl boyunca hep kesmek olarak anlaşılmış ve böyle okunup yazılmış. 

MS 1180 yıllarına gelindiğinde Horasan'ın Rey şehrinden Fahreddin Razi isimli bir alim çıkmış ve şöyle demiş; " Bu tefsir peygamberlerin masumiyeti ilkesine aykırıdır, bu yüzden kim ne derse desin ben böyle bir anlamı kabul edemem."  Böylece, pek çok eski müfessirin kesmek olarak çevirdiği "meshan" kelimesini mesh köküne taşıyarak ayeti "sıvazlamak, sevmek, okşamak" olarak çevirmiş. Bu yeni çeviri zamanın devlet adamları tarafından da kabul görmüş ve desteklenmiş. Adeta bir devlet projesi olmuş. Güncel meal ve tefsirlerin en eskisi sayılan Elmalılı tefsiri de meğer Fahreddin Razi tefsirinden alıntıymış. 

Peki kim haklı, gerçek nerede..?

Çalışma arkadaşımız Saffet bey ile kısa bir görüş alışverişinden sonra şu kanaate vardık; Herkes haklı ve herkes doğru söylüyor. Bu kargaşa zamanın kelimeleri eskitmesinden ve anlamların bozulup değişmesinden kaynaklanıyor. Bugün olduğu gibi, Hz. Muhammet zamanında da insanların bilgi seviyeleri aynı değildi. Dinin derinliğini bilenler "kesmek" fiilinin atları değil, şöhreti, övünmeyi, büyüklenmeyi kesmek demek olduğunu anlıyorlardı. Ama bilmeyenler, İbrahim'in İsmail'i, Musa'nın ineği kesmek istediğini hatırlıyor, dolayısıyla atların kesiliyor olmasını yadırgamıyorlardı. Ama ne zaman ki toplumsal kültür yükseliyor ve toplum sıkışıyor, işte o zaman da kelimelerin zahiri anlamından batıni anlamına geçmek kaçınılmaz oluyor. Özetlersek, sorun kelimelerde değil bizim anlayışımızda. )

34. Şüphesiz biz Süleyman'ı denemiş ve onu makamında bir ceset olarak bırakmıştık, sonrasında dönüp bize yöneldi,

("Fitne": Karışıklık, kargaşa, deneme, imtihan. " Kürsiyy": Kürsü, ilim makamı, manevi makam, hükümranlık. "Enabe": Yön tutmak, bir yöne dönmek, yönelmek.    

Tevrat’ın Krallar bölümünde Süleyman'ın olağanüstü serveti ve ihtişamı hakkında detaylı bilgi verilir ve bazı açılardan eleştirilir. İşte Süleyman'ı şaşkınlığa düşüren o ihtişamdan bazı satırlar;

" Süleyman, Fırat Irmağından Filistin'e, oradan Mısır sınırına kadar bütün ülkelere egemendi. Bu ülkeler Süleyman'ın yaşamı boyunca ona haraç ödeyip hizmet ettiler."
" Süleyman'ın İsrail'de on iki bölge valisi vardı. Bunlar kralın ve sarayın yiyecek içecek gereksinimini karşılardı. Her vali yılda bir ay bu gereksinimleri karşılamakla yükümlüydü."
" Süleyman'ın sarayının bir günlük yiyecek gereksinimi şunlardı: Otuz kor ince, altmış kor kepekli un; Dip Not 4:22 Otuz kor: Yaklaşık 4 ton. 4:22 Altmış kor: Yaklaşık 8 ton."
" Süleyman'ın savaş arabalarının atları için kırk bin ahırı ve on iki bin atlısı vardı."
" Süleyman'ın yük taşıyan 70 000, dağlarda taş kesen 80 000 adamı vardı."
" Tapınağın içini saf altınla kaplattı; iç odanın önüne altın zincirler asıp orayı da altınla kaplattı.
" Saf altın taslar, fitil maşaları, çanaklar, tabaklar, buhurdanlar. Tapınaktaki iç odanın, yani En Kutsal Yer'in ve ana bölümün kapı menteşeleri de altındandı."
" Ofir'e giden bu gemiciler, Kral Süleyman'a 420 talant altın getirdiler. Dip Not 9:28 420 talant: Yaklaşık 14.5 ton."
" Süleyman'a bir yılda gelen altının miktarı 666 talantı buluyordu. Dip Not 10:14 666 talant: Yaklaşık 23 ton.
" Kral Süleyman her biri altı yüz şekel ağırlığında dövme altından iki yüz büyük kalkan yaptırdı. Dip Not 10:16 Altı yüz şekel: Yaklaşık 6.9 kg.
" Ayrıca her biri üç mina ağırlığında dövme altından üç yüz küçük kalkan yaptırdı. Kral bu kalkanları Lübnan Ormanı adındaki saraya koydu. Dip Not 10:17 Üç mina: Yaklaşık 1.7 kg."
" Kral Süleyman'ın kadehleriyle Lübnan Ormanı adındaki sarayın bütün eşyaları saf altından yapılmış, hiç gümüş kullanılmamıştı. Çünkü Süleyman'ın döneminde gümüşün değeri yoktu."
" Süleyman'ın kral kızlarından yedi yüz karısı ve üç yüz cariyesi vardı. Karıları onu yolundan saptırdılar." 

Şimdi düşünün… Saraylar, valiler, köleler, kadınlar, altınlar, atlar, arabalar, mücevherler.. İnsan böyle bir dünyada ruhsuz bir cesede dönmez mi? 
)

35. Dedi; Rabbim beni affet ve bana verdiğin bu saltanatı benden sonra kimselere verme, şüphesiz sen dilekleri kabul edersin,

( Tevrat’ta Süleyman’a ait böyle bir dua yok. Ancak Kuran, saltanatın doğurduğu bu tehlikeleri Süleyman'ın fark ettiğini ve kendisinden sonra gelecek peygamberleri bu saltanattan korumaya çalıştığını anlatıyor. Süleyman’ın bu duası kabul edilmiş olmalı ki MÖ 931 yılında onun ölümüyle birlikte peygamberlikle krallık birbirinden ayrılır. Tarih, peygamber krallar döneminin Süleyman’la sona erdiğini, o tarihten sonra ayrı kavramlar olarak yaşadığını gösteriyor. )

36. Bunun üzerine rüzgarı (bilgelik gücünü) emrine verdik, emriyle dilediği yere uzanırdı,

37. Şeytanların hepsini, yapı ustaları, dalgıçlar,

38. Ve menfaatleriyle bağladığımız diğerlerini de,

39. İşte bu bizim bağışımızdır, dilediğine verir dilediğine vermezsin,

40. Doğrusu onun katımızda büyük bir değeri ve güzel bir yeri vardır.

41. Kulumuz Eyüb'ü de anlat ki rabbine; Doğrusu şeytan bana bir yorgunluk ve eziyet verdi, diye seslenmişti.

42. Vur tekmeyi (şeytana) gitsin! İşte bu yenileyen serin bir içecektir,

("İdrab": Darb kökünden, geri dönmek, vazgeçmek, yüz çevirmek, vurmak, çarpmak, yere çalmak. "Ricl": Ayak, topuk. "Mugtesil": Gusl kökünden, gusleden, yıkanan, yenilenen. "Gusül": Boy abdesti, yıkanmak, arınmak, temizlenmek, tazelenmek, yenilenmek. "Barid": Soğuk, serin. "Şerab": İçilecek şey, şarap, içki.

Bu ayet Musa'nın asasını denize vurduğu Şuara 26/63 ayeti ile aynı anlamdadır. )

43. Bizden bir yardım ve derin akıl sahipleri için bir zikir (Allah ilmi) olmak üzere, ona sevdiklerinin yanı sıra bir mislini daha bağışladık.

44. Eline bir demet sap al da onunla vur, yeminini böyle yerine getir, dedik. Gerçekten biz Eyüb'ü sabırlı bulmuştuk. Ne iyi bir kul, şüphesiz bize yönelenlerdendi.

45. Güç ve anlayış sahibi kullarımızdan İbrahim, İshak ve Yakub’u da anlat,

46. Şüphesiz içtenlikle ahiret yurdunu zikreden (ahiret ilminin anlatan) dürüst kimselerdi,

47. Şüphesiz bizim katımızda seçkin ve hayırlı kimselerdir,

48. İsmail, Elyesa ve Zülkifl’i de anlat, hepsi de insanlığa hayırlı olanlardandı.

( Elmalılı Elyasa ve Zülkifl hakkında bazı bilgiler veriyorsa da doğruluğundan kendisi de çok emin görünmüyor. )

49. Bu bir zikirdir (Allah ilmidir) ve şüphesiz koruyup korunanlar için en güzel sığınaktır,

50. Kapıları onlar için açılmış cennetlerde nice ödül,

51. Koltuklara kurulup çeşitli meyveler ve içecekler isterler,

52. Yanlarında kendilerinden başkasına bakmayan yaşıtları vardır,

53. Hesap günü için size vaat olunan şeyler işte bunlardır,

54. Şüphesiz bu bizim yedirip içirdiğimiz şeyler bitmez tükenmez,

55. Ancak azgınları kötü bir sığınak bekliyor,

56. Cehenneme atılırlar, ne kötü bir son,

57. Artık tatsınlar kaynar suları ve irinli suları,

( İsra suresinin altında açıklama veren Selahaddin arkadaşımız ayete şu anlamı veriyor; " Kaynar sular, bağırıp çağıran kavgacı insanların yarattığı kargaşa, irinli sular ise insanın ağzından çıkan yaralayıcı, aşağılayıcı, iğneleyici ve benzeri kötü sözlerdir." 
Biz dünyada kötü bir komşunun yanında üç gün dayanamazken, cehennemi dolduran kavgacı insanların arasında ölümsüz olarak yaşamak ve hiç bir yere kaçamamak dayanılır bir şey mi.? )  

58. Ve onların benzeri diğerleri,

59. Derler; İşte sizinle beraber sorgusuz sualsiz saldıran bazıları daha. Beter olsunlar, şüphesiz ateşe girecekler,

60. Dediler; Aksine siz beter olun, bize bu kötü sonu siz hazırladınız,

61. Rabbimiz buna kim sebep olduysa onun ateşini iki kat artır,

62. Yine dediler; Toplum için zararlı saydığımız kimseleri niçin görmüyoruz,

63. Eleştirip alay konusu ettiğimiz kimseleri. Yoksa gözden mi kaçırdık?

( Ne garip bir durum? Dindarlar bu cennetliklerin kendileri olduğundan emin ateistleri eleştirirken, ateistler de asıl cennetliğin kendileri olabileceğinden habersiz cenneti inkar ediyor. )

64. Cehennem halkının bu tartışmaları şüphesiz gerçektir.

65. De ki; Ben sadece uyarıcıyım, her şeye gücü yeten O tek İlah'tan başka ilah yoktur,

66. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların rabbidir kusurları Örten Sevgili,

67. De ki; Bu büyük bir haber,

68. Ve siz ona yüz çeviriyorsunuz,

69. Gelecek alemdeki bu tartışmaları ise elbette duymadım,

70. Sadece uyarıcı olduğum için bana vahyolunuyor,

71. Rabbin meleklere (ölümsüz bilgelere) demişti ki; Balçıktan bir beşer yaratacağım,

("Tin": Çamur, balçık. "Beşer": İnsanın dış derisi, dış görünüşü, derisini değiştirmiş insan, kötü huylarını terk etmiş insan. )

72. Onu düzeltip (eğitip) ruhumdan (ilmimden) üflediğimde ona secde edin (ayaklarına kapanın),

( Ruh, bir nesnenin veya olayın iç yüzünü açıklayan, onu en ince ayrıntılarına kadar tümüyle tanımlayan kesin bilgi demek. Ruhunu okumak, ruhu kararmak, ruhu aydınlanmak, ruhu bozuk, ruhsuz vs. gibi dilimize yerleşmiş deyimler bunu anlatır. Üfleme tabiri de bilgilendirme anlamı taşıyor. Nitekim Kuran'ın diğer ayetlerinde bu bilgilendirmenin Allah'ın isimlerinin öğretilmesiyle başladığı ve meleklerinin isimlerinin öğretilmesiyle devam ettiği anlatılır. )       

73. Bunun üzerine meleklerin (bilgelerin) hepsi secde etti (ayaklarına kapandı),

74. İblis hariç, o büyüklük tasladı ve kâfirlerden (kalp körlerinden) oldu,

75. Dedi; Ey İblis ellerimle yarattığıma secde etmene engel olan nedir? Büyüklendin mi, yoksa yücelerden misin?

76. Dedi; Ben ondan üstünüm, çünkü beni ateşten (gelişmiş) ve onu balçıktan (ilkel) yarattın,

77. Dedi; Çık oradan, artık sen kovuldun,

78. Ve şüphesiz hesap gününe kadar lanetim üzerindedir,

79. Dedi; Rabbim şu halde dirilecekleri güne kadar bana izin ver,

80. Dedi; Muhakkak sen izin verilenlerdensin,

81. O malum güne kadar,

82. Dedi; Şu halde senin sevginle onların hepsini azdıracağım,

("İzzet": Sevilmek, sevgili olmak, muteber ve değerli olmak. )

83. Ancak içten kulların hariç,

84. Dedi ki; İşte gerçeğin yolu, benim gerçeğimin,

( Bu konuda dindarlar materyalistler kadar dürüst görünmüyor. )

85. Cehennemi seninle ve sana uyanlarla dolduracağım,

86. De ki; Bunlar için sizden bir karşılık istemiyorum, kendiliğimden bir kural koymuş da değilim,

87. O alemler (insanlık) için sadece bir zikirdir (Allah ilmidir),

88. Ve onun gerçekliğini bir süre sonra anlayacaksınız.

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder