20 TA HA (Uçmak sonsuz )

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Ta, He. ( Uçmak, Sonsuz. )

( Hurufu Mukattaa harfleri hakkında 68 Kalem suresi altında bilgi verilmiştir. )

2. Bu okunanları seni sorumlu tutmak için değil,

3. Ürperip arayanlara bilgi olarak indirdik,

("Huşu": Korku ve sevgi ile karışık ürperti duygusu. "Haşi": Allah'ın hoşnutluğunu arayan. )

4. O, yeri (insanlığı) ve yüce gökleri (bilgelikleri) yaratan Kimse tarafından indirilmiş,

( 112 İhlas suresi göze görünmeyen o kimseyi daha açık olarak ortaya koyuyor. İslamda Ehadiyyet (birlik) kavramını yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor. )

5. Rahman arşı (gelecek bilgelikleri) kaplamıştır,

6. Göklerde (bilgeliklerde), yerde (insanlıkta), ikisi arasında ve nemli toprağın altında gömülü ne varsa Onundur,

("Sera": Nemli toprak, gömülü. 

Göktekileri anladım, melek bilgeler. Yerdekileri anladım, insanlar, cinler. Arasındakileri anladım, hayvanlar, bitkiler, eşyalar. Ya nemli toprağın altında olanlar? Nedir o nemli toprağın altında olanlar, hem nereden çıktı bu nemli toprak? İlk bakışta tohumlar, madenler, yeraltı suları, hazineler geliyor aklıma. Ne var ki Kuran insana öncelik verir, yerin altında olanlarla pek ilgilenmez. 

Yoksa ölüler miOlabilir, çünkü ayette geçen "sera" kelimesi sözlükte nemli toprak olarak veriliyor ama yaşayan Arapçada "gömülü" anlamı taşıyor. Ayeti karanlıkta el yordamıyla açmaya çalışıyorum ama ışık olmadan olmuyor. 


Derken, Göbeklitepe hakkında yazılanlardan bir paragraf karanlığı aydınlattı.

" Göbeklitepe, Urfa'nın 20 km kuzeydoğusunda bir tepenin adıdır. 1995 yılında Alman Heidelberg Üniversitesinden Prof. Dr. Klaus Schmidt tarafından bu tepede kazı çalışmaları başlatıldı ve dünyanın bilinen en eski yapıları açığa çıkarıldı. MÖ 9600 yıllarına tarihleniyor ve insanlığın avcılık toplayıcılıktan yerleşik tarıma geçtiği döneme ait olduğu düşünülüyor.

Klaus Schmidt’in söylediğine göre insanların sürekli yaşadığı bir yerleşim birimi değil, çünkü hem su yok, hem de ev kalıntısı yok. Çeşitli hayvan ve ara sıra insan kemikleri bulunmakla birlikte, bildiğimiz manada bir mezarlık da değil. Klaus Schmidt bu yapıların Zerdüşt inancında ölülerin vahşi hayvanlara yedirildiği ve daha sonra kemiklerinin toplanıp gömüldüğü sessizlik kulelerine benzediğini söylüyor.

Kazı katmanlarından elde edilen veriler bu ölüm yapılarının 1500 yıl boyunca kullanıldığını, inançların değişmesi üzerine MÖ 8000 yıllarında terk edildiğini ve insanlar tarafından bilinçli olarak toprakla örtülüp gömüldüğünü gösteriyor."

Yukarıdaki yazıyı okuduktan sonra, 1799 yılında bulunan Rosetta taşını, 1922 yılında bulunan Tutankhamon'un mezarını, 1947 yılında bulunan Sümer kil tabletlerini, 1951 yılında bulunan Kumran yazıtlarını ve sayılamayacak kadar çok sayıdaki Arkeolojik ve Paleontolojik keşfi hatırladım. Ayetin söz ettiği gömülü şeylerin, insanlık tarihinden arta kalan gömülü eski eserler olduğunu düşünüyorum)

7. Sen bir sözün sırrını açsan da, şüphesiz o daha derindeki sırrını bilir,

( Zaman zaman Kuran'ın okuyanla konuştuğunu hissediyorum, sanki okuyanın ne söylediğini duyuyor ve ona cevap veriyor. Bu hissedişim doğruysa, demek ki arkeologların bulacağı gömülü daha çok şey var)

8. O İlah ki Ondan başka ilah yoktur, bütün güzel isimler Onundur,

( Yakın zamanlara kadar bu ayeti anlamakta güçlük çeker içimden sorardım; Bütün güzel isimleri sen aldın da, çirkinlerini bana mı bıraktın? Hani her şeyi sen yaratmıştın, her şey senindi, iyi kötü her şey senden gelirdi? 

Bu çarpıklığı uzun yıllar çözemedim. Ayeti sürekli, "Onun bütün isimleri güzeldir." biçiminde anlamak istedim. Ta ki, meleklerin bilgeler ve göklerin bilgelikler olduğunu anlayıncaya kadar. 

Kuran insanı bilgiye bağlı olarak dört sınıfta isimlendiriyor. Melekler (bilgeler), cinler (akıllı geçinenler), insanlar (bilgelere tabi olanlar) ve iki ayaklı hayvanlar. Bilgeler sahip oldukları bilgiyle sürekli güzel isimleri dile getiriyor ama insanlar ve cinler çirkin kelimeler kullanabiliyor. )

9. Musa'nın hikayesini biliyor musun?

10. Hani bir ateş gördüğünde yakınlarından duraklayanlara; Ben bir ateş hissettim, belki oradan bir kor getirir veya o ateşte doğru yolu bulurum, demişti,

( Tevrat Musa'nın gördüğü ateşi bir çalı ateşi olarak tasvir eder ve aşağıda gelen 14. ayette aktardık. )

11. Oraya vardığında seslenildi; Ey Musa,

12. Şüphesiz senin rabbin işte benim. En küçük makamından bile soyun, çünkü övülen ilim ve iman vadisindesin,

("Hal": Kaldırmak, kesmek, hükümdarı tahttan indirmek, azletmek, rütbeleri sökmek, elbiseyi soymak, bir şeyi terk etmek, reddetmek. "Naleyn": Nalın, çarık, ayakkabı, oturulacak yerlerin ve makamların en aşağısı. "Vadi": İki dağ arasındaki dar uzun alan, tarz, usül, yol, yöntem. "Kuds": Bereketlilik, eksiksizlik, üretkenlik, temizlik, gerçeklik. "Mukaddes": Bereketli, verimli, üretken, eksiksiz. "Tuva": Övmek, methetmek, iman vadisi. "Tur": Bilgi dağı, ilim ve iman dağı."

Tuva vadisi isimli bu vadinin Sina yarımadasında Tur-i Sina, yani Tur dağı denilen bir dağın eteğinde olduğu söylenir. Oysa tarihi ve coğrafi bilgilerde böyle bir dağ ve böyle bir vadi yoktur. Yoktur, çünkü b
u ayet Kuran'ın benzetme sanatı yaptığı müteşabih bir ayettir. Söz edilen vadi ilim ve irfan vadisidir. Vadide akan nehir bolluk ve berekettir. Oranın sakinleri, Neml suresinde izlediğimiz karıncalar gibi çalışkandırlar. Vadinin sağında yükselen dağ, ahirete iman, adalet ve güzel ahlak, solunda yükselen dağ dünyevi hırs ve tamahtır. Bu nedenledir ki Allah dağın veya vadinin sürekli sağından seslenir, solundan seslenmez. Ben Allah'ım diye seslenip vahiy verenler ise Musa'nın üzerindeki büyük melekler (bilgeler) olmalıdır. )

13. Ve ben seni seçtim, öğretilenleri dinle,

("Vahy": Öğreti, bilgi."Yuha": Vahiyler, öğretiler, bilgiler. )

14. Şüphesiz Allah (O İlah) benim, benden başka ilah yoktur. Şu halde bana kulluk et ve benim zikrim (ilahlık ilmim) için namazı (duayı) yükselt,

( Kasas 28/30 ayeti bu ayetin bir benzeridir. Allah'ın kim ve ne olduğunu anlatmaya çalışan bu ayetler Tevratta şöyle açıklanır;

" Musa kayınbabası Midyanlı Kâhin Yitro'nun sürüsünü güdüyordu. Sürüyü çölün batısına sürdü ve Tanrı Dağı'na, Horev'e vardı.
RAB'bin meleği bir çalıdan yükselen alevlerin içinde ona göründü. Musa baktı, çalı yanıyor, ama tükenmiyor.
Çok garip, diye düşündü; Gidip bir bakayım, çalı neden tükenmiyor?
RAB Tanrı Musa'nın yaklaştığını görünce, çalının içinden; Musa, Musa! diye seslendi. Musa; Buyur, diye yanıtladı.
Tanrı dedi; Fazla yaklaşma ve çarıklarını çıkar. Çünkü bastığın yer kutsal topraktır.
Ben babanın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı'yım. Musa yüzünü kapadı, çünkü Tanrı'ya bakmaya korkuyordu.
RAB; Halkımın Mısır'da çektiği sıkıntıyı yakından gördüm, Angaryacılar yüzünden ettikleri feryadı duydum, acılarını biliyorum.
Bu yüzden onları Mısırlılar'ın elinden kurtarmak için geldim. O ülkeden çıkarıp geniş ve verimli topraklara, süt ve bal akan ülkeye, Kenan, Hitit, Amor, Periz, Hiv ve Yevus topraklarına götüreceğim.
İsrailliler'in feryadı bana erişti. Mısırlılar'ın onlara yapmakta olduğu baskıyı görüyorum.
Şimdi gel, halkım İsrail'i Mısır'dan çıkarmak için seni firavuna göndereyim.
Musa; Ben kimim ki firavuna gidip İsrailliler'i Mısır'dan çıkarayım? diye karşılık verdi.
Tanrı dedi; Kuşkun olmasın, ben seninle olacağım. Seni benim gönderdiğimin kanıtı şu olacak: Halkı Mısır'dan çıkardığın zaman bu dağda bana tapınacaksınız.
Musa şöyle karşılık verdi: İsrailliler'e gidip; Beni size atalarınızın Tanrısı gönderdi dersem, Adı nedir?' diye sorabilirler. O zaman ne diyeyim?
Tanrı dedi; Ben Ben'im. İsrailliler'e de ki; Beni size Ben Ben'im, diyen gönderdi.
İsrailliler'e de ki; Beni size atalarınızın Tanrısı, İbrahim'in Tanrısı, İshak'ın Tanrısı ve Yakup'un Tanrısı RAB gönderdi.'Sonsuza dek adım bu olacak. Kuşaklar boyunca böyle anılacağım.
Dip Not:  RAB, İbranice Yahve anlamında kullanılır. Yahve sözcüğüyle 14. ayetteki Ehye (Ben'im) sözcüğü aynı fiilden (olmak fiilinden) türetilir. Çık.3:1-15."

Bu ayetler beni Hz. Muhammet'in bir sözüne götürüyor; "Nefsini (benliğini) bilen, rabbini (Allah'ı, O İlah'ı) bilir." Başka bir ifadeyle şöyle diyebiliriz; Benlik sahibi kişi farkında olsun veya olmasın, O bütün benliklerde beliren ortak bir Ben'dir. )

15. O saat (kıyamet) muhakkak gelecektir. Herkes kendi yaptığının karşılığını bulsun diye, neredeyse onu kendimden bile gizledim,

16. Ona iman etmeyen (anlamayan) ve hevesine uyan kimseler seni yanıltmasın, yoksa geriye döndürülürsün,

("Redd": Geri çevirme, geriye döndürme, kabul etmeme, reddetme. "Terdid": Geri çevirmek, geri döndürmek. 

Eski Mısırlılar, döndürüldüğümüz yerin cehennem adı verilen yaşanması zor yeni bir dünya olduğunu bilirlermiş. )

17. O sağ elindeki nedir ey Musa?

( Neden sol el değil de sağ el? Çünkü ana karnındaki oluşumuna bağlı olarak insanların yüzde doksanı sağlaktır ve sağ el günlük hayatta gücü temsil eder. )  

18. Dedi; O benim asamdır (aklımdır, ilmimdir, irademdir), ona dayanırım, onunla koyunlarıma (yakınlarıma) yaprak (ilim sayfaları) toplarım, bana başka faydaları da vardır,

("Asa": Sopa, değnek, baston, hükümdarlık ve güç sembolü. "Tevekkü". Dayanmak, yaslanmak, güç almak. "Haşş": Kesmek, toplamak, davara ot vermek. "Ganem": Koyun. "Mearib": Fayda, menfaat, ihtiyaçlar, istekler, lüzumlu şeyler.  

Buradaki koyunları Sad 38/23 ayetinde Davud'un imtihan edildiği Allah'ın isimleri olarak okumuştuk. Bu ayetteki koyunlar ise biziz ve Musa bizde beliren isimler için yapraklar (sayfalar) topluyor. )
  
19. Dedi; At onu ey Musa,

20. Böylece onu attı, derken o çalışıp çabalayan bir canlı (nefis) oldu,

("İlka": Atmak, bırakmak, koymak. "Hayy": Canlı, diri, hayat sahibi. "Say": Çalışıp çabalama, gayret sarf etme, bir amaç için elden geleni yapma, hızlı yürüme, koşma, hacda Safa İle Merve arasında gidip gelme. )

21. Dedi; Onu (nefsi) al ve korkma, onu önceki haline geri getireceğiz,

("Huz": Al, al emri. "Havf": Korku, korkmak, korkutmak. "İyd": Giden ve tekrar geri gelen, gidip gelmesi tekrarlanan, bir kimsenin adet edindiği şey, bayram. "Siret": Bir kimsenin içi, iç hali, ahlakı, tuttuğu manevi yol. "Ula": İlk, evvel, önceki. 

Tevrat ayetleri ağaç dalından yapılmış bir sopadan ve mucizeden değil, felsefi bir bilgelikten söz edildiğini gösteriyor.

" Musa dedi; Ya bana inanmazlarsa? Sözümü dinlemez, Rab sana görünmedi derlerse ne olacak?
Rab; Elinde ne var? diye sordu. Musa; Değnek, diye yanıtladı.
Rab; Onu yere at, dedi. Musa değneğini yere atınca değnek yılan oldu. Musa yılandan kaçtı.
Rab; Elini uzat, kuyruğundan tut, dedi. Musa elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu.
Rab; Bunu yap ki, ataları İbrahim'in, İshak'ın, Yakup'un Tanrısı Rab'bin sana göründüğüne inansınlar, dedi.
Çık.4: 1-5." 

Musa'nın asası, kendi aklı, kendi iradesi ve kendi ilmidir. Asasını yere atması, aklını, iradesini ve ilmini yerdeki insanların seviyesine indirmesidir. Bu inişle birlikte Kuran'ın "sıratı müstakim" dediği doğru yol eğriliyor ve insan nefsi yılan gibi kıvrılmaya başlıyor. 

Ya kuyruk? Neden başından değil de kuyruğundan tutuyor? Yılan başından tutulmaz mı, kuyruğundan tutulursa dönüp ısırmaz mı? Bu sorunun cevabını da Tevrat veriyor;

" Bunun için Rab İsrail'den başı da kuyruğu da, Hurma dalını da sazı da Bir günde kesip atacak.
Baş ileri gelen saygın kişi, Kuyruksa öğretisi sahte olan peygamberdir. 
Yşa.9: 14-15."

Rab onların aklını karıştırdı; Kendi kusmuğu içinde yalpalayan sarhoş nasılsa, Mısır'ı da her alanda saptırdılar.
Mısır'da kimsenin yapabileceği bir şey kalmadı; Ne başın ne kuyruğun, ne hurma dalının ne de sazın. 
Yşa.19: 14-15."

Rab sizi kuyruk değil baş yapacak. Eğer bugün size ilettiğim Tanrınız RAB'bin buyruklarını dinler, onlara iyice uyarsanız, altta değil, her zaman üstte olacaksınız. 
Yas.28: 13." )

22. Başka bir ayet olarak elini kolunun altına koy ve içinde kötülük taşımaksızın bembeyaz çıkar, 

("Damm" Yapıştırmak, üstüne koymak, düşürmek. "Damd": Yaraya merhem sürmeki yaraya bez bağlamak. "Yed": El, güç, kuvvet, kudret. "Cenah": Kanat, kol, kısım, yön, taraf. "Beyza": Beyaz, parlak, harika, dahiyane, afet, bela, musibet. "Sui": Kötü, fena, iyi olmayan. "Uhra": Başka, diğer.

Ayet Neml 27/12 ayetiyle benzerdir. Kendi içine dön ve tüm kötü duygularından temizlen, anlamı veriyor. "Elini vicdanına koymak" deyimi bu öğretiden kalmış olmalıdır. )

23. Ta ki sana büyük ayetlerimizden birini daha gösterelim,

24. Firavuna git, çünkü o haddi aştı,

25. Dedi; Rabbim göğsüme genişlik ver,

26. Ve işimi kolaylaştır,

27. Ve dilimdeki düğümü çöz ki,

("Ukde": Düğüm, bağ, karışık ve zor iş, ulaşılamadığı için kişinin içine dert olan arzular. "Lisan": Dil. konuşma dili. )

28. Sözümü anlasınlar,

29. Ve bana yakınlarımdan bir yardımcı ver,

30. Kardeşim Harun'u,

31. Onunla gücümü arttır,

32. Onu işime ortak et,

33. Ki seni daha çok tespih edelim (daha çok dile getirelim),

34. Ve daha çok zikredelim (ilmini daha çok duyuralım),

35. Şüphesiz sen bizi kalp gözümüzden görmektesin,

36. Dedi; İsteğin verildi ey Musa,

37. Şüphesiz sana başka bir defasında yine yardım etmiş,

38. Ve annene şöyle vahyetmiştik,

39. Ona iftira ederek (öldüğünü söyleyerek) tabuta at, sonra yine yalan söyleyerek Yemm'e (ölüm denizine, Nil nehrine) at ki, Yemm (ölüm denizi) onu kıyıya atsın da benim ve onun düşmanı onu alsın. Gözümün önünde yetiştirilmen için sana kendimden sevgi verdim,

("Kazf": Atmak, iftira atmak. "Ekzef": Kazf kökünden, çok iftira eden, başkası hakkında çok yalan söyleyen. " Tabut": Tabut, ölü taşımaya yarayan sal, sandık. "Yemm": Eski sözlüklerde deniz, Nil nehrinin eski bir ismi. Sümer Gılgamış Destanında ölüm suyu, ölüm denizi, yani bolluk içindeki maddi dünya hayatı olarak anlatılıyor. "Sahil": Deniz, göl veya ırmak kenarı, kıyı. )

40. Hani kız kardeşin gidip, size ona bakacak birini bulayım mı diyordu da, üzülmesin diye seni annene geri verdik. Sonra birini öldürmüştün de seni korkularından kurtardık ve sıkı denemelerden geçirdik. Bunun için yıllarca Medyen halkı arasında kaldın, kaderine böyle geldin ey Musa,

41. Ben seni kendi nefsim için seçip yetiştirdim,

42. Sen ve kardeşin, ayetlerimle gidin ve zikrimi (ilahlık ilmimi) ihmal etmeyin,

("Tehi": Boşlamak, avare kalmak, tenha, ıssız. )

43. Firavuna gidin, çünkü o haddi aştı,

44. Ona sözü yumuşak bir lisan ile söyleyin, belki içine işler veya ürperir,

45. Dediler; Rabbimiz, aşırı tepki vermesinden veya bize kötü davranmasından korkuyoruz,

46. Dedi; Korkmayın, şüphesiz ben sizinle beraberim, muhakkak işitir ve görürüm,

47. Şimdi gidin ve deyin ki; Biz senin rabbinin elçileriyiz, artık İsrail oğullarını serbest bırak ve onlara eziyet etme. Sana rabbinden ayetler getirdik ve doğruluğa tabi olanlar güvendedir,

48. Ayrıca, onları yalanlayıp yüz çevirenlere azap edileceği de vahyedildi,

49. Dedi; Sizin rabbiniz kim ey Musa?

50. Dedi; O rabbimiz, her şeye yaratılışını veren, sonra da onlara yol gösterendir,

51. Dedi; Öyleyse önceki nesiller ne olacak?

52. Dedi; Onların ilmi rabbimin katındaki kitaptadır, rabbim yanılmaz ve unutmaz.

53. Yeryüzünü size yurt yapan, geçim yolları gösteren ve gökten (bilgeliklerden) su (ilim) indiren Odur ki, onunla türlü çift bitkiler bitirdik,

54. Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın, şüphesiz bunda akıl sahipleri için ayetler vardır,

55. Sizi ondan yarattık, oraya döndüreceğiz ve oradan bir kere daha çıkaracağız,

56. Gerçek şu ki ona bütün ayetlerimizi gösterdik ama yine de direndi ve yalanladı,

57. Dedi; Bu felsefenle bizi yurdumuzdan çıkarmak için mi geldin ey Musa,

( Uzun yıllar boyunca sihir ve sahir kelimelerini yanlış anlamışım. Meğer Musa ile firavunun yaptıkları basit bir sihirbazlık gösterisi değil, konusu Allah olan felsefi bir tartışma imiş. )  

58. Oysa o felsefenin benzerini biz de sana getirebiliriz, istersen mutabık kalacağımız uygun bir yer ve zamanı sen belirle,

59. Dedi; Bayram günü kuşluk vakti halk toplandığında,

60. Bunun üzerine firavun dönüp gitti ve tuzaklarını hazırlayıp geldi,

61. Musa onlara dedi; Yazık size, O İlah hakkında yanlış şeyler  söylemeyin, aksi halde azabı kökünüzü kurutur, yalan söyleyen hüsrana düşer,

62. Bunun üzerine kendi aralarında gizlice fısıldaştılar,

63. Dediler; Bu iki filozof felsefeleriyle yüce tarikatınızı yıkıp yurdunuzu ele geçirmek istiyorlar,

("Sahir": Sihirbaz, gözleri ve kalpleri büyüleyen, büyücü, filozof. "Sihir": Herkesin bilmediği bir incelik ile etkileyip aldatmak, yalanı doğru gibi göstermek. "Tarikat": Din konusunda takip edilen yol, usül, tarz. "Müsla": Yüce, yüksek.  

Ayet firavunun dininden tarikat diye söz ediyor ve belki bunun sebebini merak edersiniz. Firavunun dini, Osiris efsanesi olarak bilinen bir semboller hikayesidir. Bu efsaneyi incelediğinizde, tanrı, şeytan, nefis, akıl, ruh, iyilik, kötülük, hesap, kitap, ödül, ceza, cennet, cehennem gibi İslam dininde olan tüm kavramları orada bulursunuz. Adeta İslam dininin bir kopyası gibidir. Aralarında tek fark vardır; İslam dininin ilahı insan kalbinde yaşayan görünmez Allah, Osiris tarikatının ilahı ise firavun ve onun neslinden gelen kendi çocuklarıdır. Bir zamanlar tüm dünyanın hayranlığını kazanan bu tarikat günümüzde bile büyük şehirlerimizde hala yaşatılmakta ve onunla Allah'a ulaşılmaya çalışılmaktadır. )

64. Artık tuzaklarınızı toplayın ve sırayla gelin, bugün üstün gelen kazanacak,

65. Dediler; Ey Musa ilk sen mi atacaksın (konuşacaksın), yoksa biz mi atalım (konuşalım)?

("İlka": Koymak, bırakmak, öne atmak, vermek, ulaştırmak, sözü iletmek.

İlka kelimesi bir nesneyi atmak demek değil, bakın Kuran bu kelimeyi hangi anlamlarda kullanıyor;

Yeryüzü içindekileri ilka eder (atar), İnşikak 84/4
Suçlular mazeret ilka eder (beyan eder), Kıyame 75/15
Aklı olanlar kulak ilka eder (kulak verir), Kaf 50/37
Allah yerde dağlar ilka eder (bırakır), Kaf 50/7
Allah Süleyman'ın tahtına bir ceset ilka eder (bırakır), Sad 38/34
Kötülük yapanlara ceza ilka eder (ulaşır), Furkan 25/68
Allah Musa'ya kendinden bir sevgi ilka eder (ulaştırır), Taha 20/39
Müminler selam ilka ederler (verirler) Nisa 4/94
Müminler Allah'a ilka olurlar (ulaşırlar)Ahzab 33/44

Bu ayette konuşmak, sözü ulaştırmak anlamında kullanılıyor. )

66. Dedi; Siz atın (konuşun). Onlar felsefelerini sergilerken iplerinin (damarlarının) ve asalarının (ilimlerinin) koştuğunu görür gibi olduğunda,

("Hibal": Habl'ın çoğulu, ipler, halatlar, urganlar, vücutta ip gibi olan adaleler, damarlar. "Asa": Sopa, değnek, baston, ilim, güç. "Muhayyel": Tahayyül edilmiş, hayal edilmiş, zihinde tasarlanmış. "Say": Çalışıp çabalama, gayret sarf etme, bir amacın gerçekleşmesi için elden geleni yapma, hızlı yürüme, koşma, hacda Safa İle Merve arasında gidip gelme. ) 

67. Musa içinde bir korku hissetti,

( Hz. Musa'yı bugün televizyonlarda izlediğimiz hararetli açık oturumlardan birinde konuşmacı olarak hayal ederseniz neden korktuğunu anlarsınız. )

68. Dedik; Korkma, şüphesiz sen üstünsün,

69. Ve sağ elindeki şeyi (asanı, Allah ilmini) at da onların yaptıklarını yutsun, filozofların yaptığı sadece aldatmaktır ve nerede olursa olsun filozoflar kurtuluşa ermez,

("İlka": Atmak, bırakmak, terk etmek. "Yemin": Söz vermek, anlaşmak, sözü Allah'ı şahit göstererek güçlendirmek, sağ el,sağ taraf. "İlkam": Yutturma, boğazından geçirme. "İltikam": Lokma etme, yutma. )

70. Bunun üzerine filozoflar secdeye kapanarak (ayaklarına kapanarak) dediler; Harun’un ve Musa'nın rabbine iman ettik,

( Ortada yılan yok, yılana dönüşen bir asa da yok, sadece filozoflara iletilen bir Allah ilmi var. Şu halde neydi filozofların sözlerini yutup boşa çıkaran ve firavuna rağmen imana getiren ilim.?

O ilim, hurufu mukattaa ilmindeki "Elif" harfidir. Dosdoğru bir haldeyken Allah'ı ve doğruluğu, ucu çengel gibi kıvrıldığında L harfine dönerek dünya alemini ve yalanı, daha da çok kıvrıldığında ise S harfine dönerek nefsi ve yılanı temsil eder. Yeryüzündeki bütün alfabelerin, kelimelerin, cümlelerin ve kitapların çıkış noktası Elif, yani A harfidir. Yeryüzündeki bütün filozoflar bir araya gelseler ve denizler dolusu düşünce üretip kitap yazsalar, hepsinin toplamı tek bir Elifi geçemez ve ona borçlu kalırlar. İlmiyle övünen ahmaklar hariç, aklı başında hiçbir bilge ilmini borçlu olduğu hocalarını inkar etmez ve o hocaların sonu Allah'ta son bulur. İşte buydu filozofları çaresiz bırakan ve imana getiren Rahman ilmi. 

Arkeolojik kazılar ve kalıntılar elif harfinin ilk kez düz bir selvi ağacıyla resmedilerek başladığını ve zamanla farklı görüntüler aldığını gösteriyor. Sümerlerin çivi yazısıyla başlayan bu değişim son kez Fenikeliler ve Romalılar zamanında yaşanmış. Fenikeliler öküzün iş hayatındaki büyük katkısına ve kutsallığına istinaden olsa gerek Elifi boynuzlu bir öküz başı olarak ifade etmişler. Sonraki yıllarda Romalılar bu öküz başını ters çevirmişler ve bugün kullandığımız A harfi meydana çıkmış. )

71. Dedi; Ona benden izinsiz iman ettiniz öyle mi, demek ki o sizin felsefedeki hocanız. Şimdi ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım, böylece kimin azabının daha şiddetli olduğunu anlayacaksınız,

72. Dediler; Bizi yaratanın açık gerçekleri gösterilirken senin tarafını tutamayız, ne yaparsan yap ancak bu dünya hayatında yaparsın,

73. Şüphesiz biz hatalarımızı ve bize felsefe ile yaptırdığın çirkin işlerimizi bağışlaması için rabbimize iman ettik, O İlah daha hayırlı ve bakidir,

74. Muhakkak ki kim rabbine suçlu olarak geri dönerse cehennemdedir, oradaysa ne ölür ne de yaşar,

75. Kim de Ona iman edip işlerini içten yaparak dönerse onlar için yüksek makamlar vardır,

76. Temizlenip gelenlerin ödülü, içinde her şeyin su gibi aktığı ve içinde ebedi kalacakları bahçelerdir,

77. Musa’ya vahyettik; Kullarımı gece yürüt (gece okut) ve kuru (güvenli) bir yol için denize (hırsa ve tamaha) yüz çevir. Geride kalıp mertebe kaybetmekten korkma ve endişelenme,

("İsra": Gece yürüyüşü, gece okumaları. "İdrab": Darb kökünden, geri dönmek, vazgeçmek, yüz çevirmek, vurmak, çarpmak, yere çalmak. "Yebes": Sonradan kuruyan yaş yer, ıslak şeyin kuruması, kuru. "Dereke": Aşağı inen basamak, aşağı inmek, mertebe kaybı. ) 

78. Derken firavun ve ordusu da onları takip etti, ancak Yemm (ölüm denizi, maddi dünya denizi) den bir örtü onları kaplayıverdi, hem de nasıl bir örtü.!

( Musa ve ona inananlar O İlah'ı kendi kalplerinde arıyor, onu takip etmeye çalışan firavun ise devasa tapınaklarda arıyordu. Ayetin söz ettiği örtü Mısır'in ihtişamı ve ekonomik zenginliğidir. )

79. Firavun kavmini yanılttı ve doğru yolu göstermedi,

80. Ey İsrail oğulları, sizi düşmanlarınızdan kurtarıp Tur’un (ilim dağının) sağ (iman) tarafında sözleşmiş, size Menn (ekmek, dünya nimeti) ve Selva (iri bıldırcın, ahiret nimeti) indirmiştik,

81. Size verdiğimiz şeylerden hak ettiklerinizi alın ve bu konuda çalıp çırpmaya yeltenmeyin. Aksi halde üzerinize öfke doğar ve öfkeye çarpılan yıkılıp gider,

82. Muhakkak ki pişman olan, iman edip içten olan ve sonra da doğru yolda giden kimseleri bağışlarım.

83. Seni kavminden daha aceleci kılan nedir ey Musa,

84. Dedi; İşte peşimden geliyorlar, rabbim ben senin hoşnutluğun için acele ettim,

85. Dedi ki; Biz kavmini imtihan ettik ve senden sonra Samiriler onları yoldan çıkardı,

( Bugün Filistin'in Nablus kenti ile İsrail'in Telaviv kenti arasında yaşayan ve Samaritanlar adı verilen eski bir Yahudi tarikatı var. Kendilerini Yahudi olarak tanımladıkları halde Yahudiler tarafından pek kabul görmüyorlar. Kitapları ve ibadetleri Yahudilerden farklı. Zaman içinde asimile oldukları ve sayılarının gittikçe azaldığı, bugün 600 civarında Samaritan kaldığı söyleniyor. Kıyafetleri, sakalları ve def çalarak söyledikleri ilahileri ile bizdeki bazı tarikatlara çok benziyorlar. Bazı araştırmacılar bu topluluğun İsrail'e Asur Kralı Sargon tarafından MÖ 650 yıllarında yerleştirildiğini söylüyorlarsa da, Kuran’ın Samiri ismini MÖ 1300 yıllarındaki Musa zamanına kadar geri götürmesi, bu ülkeler arası göçlerin Mısır ve Hitit dönemlerinde de yaşandığını gösteriyor. Apis öküzü, buzağı ve nefis kavramları hakkında Bakara 2/67-73 ayetlerinde bilgi verilmiştir. )

86. Bunun üzerine Musa öfkeli ve üzüntülü olarak kavmine dönüp dedi ki; Ey kavmim rabbiniz size güzel olanı söz vermemiş miydi, zaman mı uzun geldi, yoksa rabbinizin öfkesini istediğiniz için mi bana verdiğiniz sözden döndünüz,

87. Dediler; Sana verdiğimiz sözden isteyerek dönmedik, lakin o kavmin ziynetlerinden (Antik Mısır'ın dini değerlerinden) bize yükletilenler ağır geldi, Samiriler onları öne çıkarınca biz de öne çıkardık,

( Ziynet denince neden hep aklımıza altın gelir ki? Oysa Antik Mısır'ın önemli dini değerleri vardı ve bu dini değerlerden söz ediliyor. )

88. Sonra onlar kendileri için, böğüren bir buzağı heykeli çıkarıp dediler; Bu sizin ve Musa'nın ilahıdır, fakat o unuttu,

( Bu noktada, Asur dininde kutsal sayılan boğanın Antik Mısır dininde de kutsal sayıldığını hatırlamamız gerekir. ) 

89. Onun söze cevap vermediğini, fayda veya zarara gücünün yetmediğini görmüyorlar mıydı?

90. Oysa Harun onlara demişti ki; Ey kavmim siz onunla daha önceleri de denendiniz, beni dinleyin şüphe yok ki sizin rabbiniz Rahmandır,

( Harun neden Allah demiyor da Rahman diyor? Bu ayet Rahman hakkındaki tespitlerimizi güçlendiriyor. Harun, insanlar gibi dinlerin de zaman içinde değiştiğini anlatıyor. )

91. Dediler; Musa dönene kadar ona bağlanmaktan vazgeçmeyeceğiz,

92. Dedi; Ey Harun bunların hataya düştüklerini gördüğün halde neden engel olmadın,

93. Neden yolumu takip etmedin, yoksa emre karşı mı geldin?

94. Dedi; Ey anamın oğlu saçımı sakalımı çekiştirme, ben senin İsrail oğulları arasına ayrılık düşürdün, sözümü tutmadın demenden korktum,

( Harun'un Musa'ya "ey anam oğlu" diye hitap etmesi nedensiz değildir. Eski zamanlarda "kardeş" kelimesi din kardeşliğini de içine alır ve aynı dinden olan herkes için kullanılırdı. )  

95. Dedi; Ya senin yaptığın nedir ey Samiri?

96. Dedi; Ben onların anlayamadıklarını anladım, resulün  (firavunun) eserlerinden birini toplayıp meydana çıkardım ve işte nefsin gerçeğini gösterdi,

( Apis öküzü, buzağı ve nefis kavramları hakkında Bakara 2/67-73 ayetlerinde bilgi verilmiştir. )

97. Dedi; Git, artık hayatın boyunca yasaklı yaşayacak ve bana yaklaşmayın diyeceksin, şüphesiz söz verilen bir cezan daha var. Bağlılıkta ısrar ettiğin ilahına bir bak, biz onu muhakkak yakacak, sonra da parça parça edip Yemm'e (ölüm denizine) savuracağız,

98. Sizin ilahınız kendinden başka ilah olmayan O İlah'tır ki Onun ilmi her şeyi kuşatmıştır,

99. İşte sana geçmişte olup bitenlerden bazılarını anlatıyoruz ve şüphesiz ki sana zikri (Allah ilmini) verdik,

100. Artık ondan kim yüz çevirirse diriliş günü ağır bir günah yüklenecektir,

101. Onlar orada ebedi kalırlar, diriliş günü için ne kötü bir yük,

102. İşlerin tatil edildiği o gün Sur’a (suretlere, resimlere) üfürülür ve suçluları morarmış bir halde toplarız,

("Sur": Boynuzdan yapılan ve ses çıkaran boru. Buna İsrafil'in borusu da denir. Ayrıca suretin çoğulu yani suretler manasındadır. "Suret": Dıştan görünüş, yol, gidiş, hal. "Nefh": Üflemek, şişmek, kabarmak, değişmek. )

103. Aralarında usulca konuşurlar; Galiba sadece on gün kaldık,

104. Onlardan bir başkası der ki; Yalnızca bir gün kaldık. Elbette konuştukları şeyi biz daha iyi biliriz.

105. Sana dağlardan (alimlerden, dinlerden) soruyorlar, de ki; Rabbim onları darmadağın edip savuracak,

106. Yerlerini dümdüz edecek,

107. Adeta düz ovaya çevirecektir,

108. İşlerin tatil edildiği o günde karşı konulmaz bir davetçiye uyulmuş, Rahmanın önünde sesler kısılmıştır, fısıltıdan başka bir ses duyulmaz,

109. İşlerin tatil edildiği izin gününde Rahmanın sözünden razı olduğundan başkasının yardıma gücü etmez,

110. O onların yaptıklarını ve akıbetlerini bilir, fakat onların bilgisi onu kavrayamaz,

111. Bütün yüzler gözetip yöneten hayat sahibi önünde öne eğilir, zalimliği (nefse uymayı) yüklenenler boşluğa düşer,

112. Kim iman edip işlerini içten yaparsa artık ne cezadan ve ne de haksızlıktan korkmasın,

113. İşte bu okunanları Arapça olarak indirdik ve ondaki uyarıları açıkladık, umulur ki koruyup korunurlar veya onlarda zikir (Allah ilmi) oluşur,

114. Artık gör ki, en gerçek hüküm sahibi yüce O İlah'tır. Biz vahyi tamamlamadan bu okunanlar için acele etme, rabbim ilmimi artır de,

115. Doğrusu bunu daha önce Âdem'e de söylemiştik de o unuttu, biz onu kararlı bulmadık,

116. Vaktiyle meleklere (bilgelere) Âdem'e secde edin (ayaklarına kapanın) demiştik, iblis hariç hepsi secde etti ama o etmedi,

117. Bunun üzerine dedik; Ey Âdem şüphesiz o sana da eşine de düşmandır, sakın ola ki sizi bahçeden (cennetten) çıkarmasın, aksi halde derde düşersiniz,

118. Şimdi burada sizin için ne açlık var ne çıplaklık,

("Cu'a": Açlık. "Ara": Çıplaklık, çıplak arazi. )

119. Ne susuzluk var ne sıcaktan yanmak,

("Zama": Susuzluk.)

120. Derken şeytan ona fısıldadı; Ey Âdem, seni sürekli saltanatta tutacak ölümsüzlük otunu (buğday) göstereyim mi?

("Vesvese": Fısıltı, şüphe, tereddüd. "Şecer": Soy, sülale, zürriyet, ot, bitki, ağaç. "Hulud": Süreklilik, ebedilik, sonsuzluk. "Mülk": Yönetim, idare, saltanat. 

Meğer mesele basitmiş. Aden cenneti, Cennet bahçesi dediğimiz yer iki dönümlük küçük bir tarlaymış. Bizim köylerde olduğu gibi etrafına meyve ağaçları dikilmiş ve ortasına ekin ekilmiş. Adem ve Havva da o bahçenin işlerini görür, geçinir giderlermiş. Meğer Allah bu yasakla onları çiftçilik gibi meşakkatli bir işten korumak istermiş. Ancak onlar tanrılar gibi arpa buğday ekerek zengin ve tanrısal olacaklarını düşünmüşler. Düşünmekle kalmayıp uygulamaya koymuşlar ve yasaklanmış buğdayı yemişler. )

121. Nihayet ondan yediklerinde, onların hırslı çirkin yapıları açığa çıktı ve başladılar bahçenin yaprakları (ayetler, tembihler) ile örtünmeye. Âdem işte böyle şaşırdı ve rabbine böyle asi oldu,

("Ekl": Yemek yemek. "Sev'e": çirkin tabiat, ayıplı ve kusurlu yapı. "Tafak": Bir işe başlamak, başladığı işi sürdürüp sebat etmek. "Hasf": Ağacın yaprağının dökülmesi, birbirine yapıştırmak. "Varak": Tek yaprak halindeki kağıt, kitap yaprağı, bitki yaprağı, taş ve madeni yaprak. )

122. Sonra rabbi onu seçip tövbesini kabul etti de doğru yolu gösterdi,

123. Dedi ki; Hepiniz birbirinize düşman olarak oradan inin. Sonra benden bir yol gösterici geldiğinde kim ona tabi olursa şaşırmaz ve derde düşmez,

124. Kim zikrime (ilahlık ilmime) yüz çevirirse muhakkak sıkıntı içinde yaşar ve diriliş günü de kör olarak diriltilir,

125. O gün der ki; Rabbim yaşarken gördüğüm halde beni neden kör olarak dirilttin?

126. Dedi ki; Bu böyledir, senin ayetlerimizi unuttuğun gibi bugün biz de seni unutuyoruz,

127. Haddini aşanı ve rabbinin ayetlerine iman etmeyeni işte böyle cezalandırırız, ölümden sonraki hayatın azabı elbette daha şiddetli ve daha süreklidir,

128. Onlardan önce, harabelerinde gezip dolaştıkları nice nesilleri yok etmiş olmamız kendilerine doğru yolu göstermiyor mu, yasaklara uyanlar için bunlar da birer ayet,

129. Eğer rabbinin geçmişte bir kelimesi (Adem'e verilen diriliş sözü) olmasaydı gereği hemen yapılırdı, fakat belirlenmiş bir zamanı var,

130. Artık sen onların söylediklerine sabret. Güneşin doğuşundan önce de, batışından önce de övgüyle rabbini dile getir. Gecenin ve gündüzün diğer vakitlerinde de dile getir , umulur ki böylelikle hoşnutluğuna ulaşırsın,

("Tulu": Doğma, doğuş, aniden belirme, hücum etme, bir şeye vakıf olup bilme. "Şems": Güneş. "Gurub": Batma, batış, batıda görünmez olma, gözden kaybolma, uzaklaşma. "Anai": Gece yarısı vakitleri. "Sebh": Suda yüzme, yüzdürme, su üstünde tutma, yaşatma. "Nehar": Gündüz, aydınlık. "Etraf": Tarafın çoğulu, yanlar, yönler, kıyılar, uçlar. ) 

131. Sakın onları denemek için süsleyip faydalandırdığımız dünya hayatına göz dikme, rabbinin nimeti hem daha güzel hem daha süreklidir,

132. Yakınlarına namazı (duayı) emret, kendin de ona sabırla devam et. Biz onu senden bir fayda olarak istemiyoruz, aksine biz seni ondan faydalandırıyoruz. İşin sonu, koruyup korunanlarındır,

133. Ve dediler ki; Bize rabbinden bir ayet (mucize) getirmeli değil miydi? Onlara önceki sayfaların içindeki belgeler açıklanmıyor mu?

134. Eğer biz onları bundan önce cezalandırsaydık muhakkak şöyle derlerdi; Rabbimiz bize bir elçi gönderip uyarsaydın aşağılanıp rezil olmadan önce ayetlerine tabi olurduk,

135. De ki; Herkes gibi siz de bekleyin, kim güvenli yolda ve kim doğru yolu gördü, yakında bileceksiniz.
                                                                      
*** 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder