56 VAKIA (Olacak olan)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Olacak olan olduğunda,

2. Artık onun olduğunu yalanlayan kimse kalmaz,

3. Kimini alçaltır, kimini yükseltir,

4. Yer ardı ardına değişimlerle sarsıldığında,

5. Dağlar (alimler, dinler) dağıtılıp,

6. Toz toprak olduğunda,

("Yeryüzünde değişmeyen tek şey değişimdir." sözünü materyalist bilime mal ederler. Oysaki bizzat Allah’ın emridir ve Kuran bu değişimi şu ayetle sahiplenir. “Allah her an yeni bir yaratıştadır. Rahman 55/29.” 

Ancak Allah’ın emri olmasına rağmen, tıpkı ölüm gibi çoğu kere toplumlar için sancılı ve sarsıcıdır. Nice dinler, nice peygamberler ve nice tapınaklar onun Rahman isimli geçmişinde kaybolup gitmiştir. Bugün kiminin henüz yok olmamış harabelerini görüyorsak da, pek çoğunun izi bile kalmamış. Belki üzüleceksiniz ama bu değişim bundan sonra da devam edecek ve çok sevdiğimiz camilerimiz de gün gelecek yıkılıp yok olacak. Bu sadece bu ayetin tefsiri değil, aynı zamanda Hz. Muhammet’in kıyamet alametlerini anlatırken söylediği kaçınılmaz bir sonuçtur. Çünkü o gün geldiğinde zaten yeryüzünde Allah diyen bir kişi bile kalmamış, camiler terk edilmiştir. Ama üzülmeyin, bütün bu olumsuzluklara rağmen o gün hepsinden güzel bir şey olur; O İlah'ın zatı, yani Hak, yani gerçekler belirir. )

7. Ve sizler üç gruba ayrıldığınızda,

( Bu gruplardan biri cennetlikler, biri cehennemliklerdir. Araf suresi, üçüncü grubun bilimle ölümsüzlüğe ulaşan ve bizi de diriltip ölümsüzlüğe ulaştıracak gelecek nesiller olduğunu anlatır. )

8. İşte yüzü aydınlananlar, ama ne aydınlanma.?

9. Ve işte yüzü kararanlar, ama ne kararma.?

10. Öncekiler ise öndedir,

("Sabık": Geçmiş, önceki, zamanca veya rütbece ilerde olan. "Sabıka": Geçmişte işlenen fiil. "Sabıkun": Sabıklar, öncekiler, geçmişler, zamanca veya rütbece ilerde olanlar, öndekiler. )

11. Onlar yakınlaştırılmış olanlardır,

( Nisa 4/172 ve Mutaffifin 83/21, 28 ayetleri, onların melekler ve insanlıkta yükselmiş insanlar olduğunu anlatır. )

12. Cennetlerde nimetler içinde,

13. Çoğu öncekilerden,

14. Birazı sonrakilerden,

15. Mücevherlerle işlenmiş koltuklar üzerinde,

16. Karşılıklı oturup yaslanırlar,

17. Çevrelerinde ölümsüz çocuklar dolaşır,

18. Ve sürekli doldurulan billur kadehler, sürahiler ve kaseler,

19. Ne başları ağrır, ne de sarhoş olurlar,

20. Beğendikleri meyveler,

21. Canlarının çektiği kuş etleri,

( Neden özellikle kuş eti, çok lezzetli olduğu için mi? Peki ama cennetlik olan bir Hıristiyan’ın canı domuz eti çekerse olacak.? Sanırım bu mesele at etiyle, kuş etiyle, domuz etiyle geçiştirilecek bir mesele değil. Tur suresinin 52 ve Bakara suresinin 173, 259 ayetlerine bakarsanız, bu meselenin etle değil insanlık boyutuyla ilgili bir mesele olduğunu göreceksiniz. )

22. Ve güzel gözlü kadınlar,

23. Saf inciler gibi,

24. Yaptıklarına karşılık olarak verilir,

25. Orada canlarını sıkan boş sözler işitmezler,

26. Duydukları yalnızca selam ve sevgidir.

27. Ve söze sahip çıkanlar, söze sahip çıkanlar ne halde?

("Yemin": Söz veriş, sağ taraf, sağduyu, sağ el.)

28. Dikensiz ağaçlar içinde,

29.  Dizi dizi muz salkımları,

30. Geniş gölgelikler,

31. Çağlayan akarsular,

32. Ve daha birçok meyveler,

33. Bitmeyen ve yasaklanmayan,

34. Ve kabartılmış yataklar.

35. Şüphesiz biz o gün kadınları yeni baştan yaratmış,

36. Ve bakireler yapmışızdır,

37. Eşlerine âşık ve onlara yaşıt,

38. Söze sahip çıkanlar için,

39. Bir kısmı öncekilerden,

40. Bir kısmı sonrakilerden.

41. Ve söze sahip çıkmayanlar, söze sahip çıkmayanlar ne halde?

("Şimal": Sol, sol taraf, sol el, kuzey.)

42. İliklerine işleyen kaynar su içinde,

( Kaynar su benzetmesi cehennem dünyasındaki toplumsal kaynamayı anlatır. ) 

43. Gölgesi kapkara boğucu bir duman,

44. Kurtarmak bir yana serinletmez bile,

( "Ashabı Şimal" deyimi "Ashabı Yemin" deyiminin zıt anlamlısıdır ve uzun yıllardır ülkemizde "solcular" diye çevriliyor. İyi güzel de solcuların ne işi var o kaynayan kazanda, kim o solcular, ne suç işlemişler?

Bu ayetten Müslümanların ne anladığını biliyordum ama Kuran'ın ne anlatmak istediğini uzun yıllar anlayamamıştım, ta ki Avesta'yı okuyana kadar. 
Avesta, tek tanrılı dinlerin ilk örneklerinden Mazda dininin kitabıdır. Tanrısı Ahura Mazda, peygamberleri Zarahustra, yani Zerdüşt'tür. Mazda dini MÖ 2000 ile MÖ 250 yılları arasında Hindistan ile İran arasındaki bölgede hüküm sürmüş ve MÖ 325 yılında Büyük İskender tarafından tarih sahnesinden silinmişlerdir.


Su, toprak, hava ve ateşi kutsal sayar ve kirletilmekten korurlar. Ateşe tapmazlar, ancak ateşi yüceltirler ve onu kıble kabul ederek ateş önünde dua ederler. Ateş, Ateşgede denilen tapınaklarda yakılır ve ateşe üflemek öldürülmeyi gerektirecek kadar büyük bir günahtır. Bunun sebebi ateşin karanlığı önlemesidir, zira kötülük karanlıkla özdeştir. Ateşin tanrının ışığı veya irfanı olduğuna inanırlar, ancak asıl kıbleleri Güneş'tir. 

Ve Avesta'yı okurken dikkatimi çekti, tanrı Mazda'nın karşıtı kötü ruh (şeytan) sürekli kuzey yönünden geliyor ve belli dualar ve ibadetlerle karşılaşınca da yine kuzeye kaçıyordu. Ne vardı bu kuzeyde, Kuran ne diyordu bu konu hakkında? Çok şaşırdığım bir gerçeği ilk defa o zaman fark ettim, Kuran'da kuzey kavramı yoktu. Kuran şimal kelimesini yön olarak kullanmıyor, kötülüğü anlatmak için kullanıyordu. Evet ama eski Sümer destanı Enuma Eliş'de bile karşılaştığım kuzey, nasıl olur da Kuran'da olmaz? 

İnsanların tanrıyı kullanarak birbirini şeytanlaştırdığını anladığımda, bunun kültürel bir şeytanlaştırma oyunu olduğunu anladım. Kuzey kavramı o yıllardan bu yana sürekli kötülüğü ifade etmek için kullanılmış ve dini bir tanım olarak yerleşmiş. Bu gerçeğin etkileri Hz. Muhammet zamanına, hatta günümüze kadar ulaşmış görünüyor. Roma senatosundan ve Muaviye döneminden bu yana da siyasette muhalefet eden karşıtlara karşı suçlama aracı olarak kullanılmış. Burada acı olan, Kuran'ın ve Hz. Muhammet’in iyi-kötü, doğru-yanlış olarak algıladığı bu kavramın, bugünkü siyasetçiler tarafından bile hala çarpıtılıyor ve yeni ateşler yakılıyor olmasıdır.

Kuran'a ve Hz. Muhammet'e inanan Müslümanların, bilmedikleri bu sağcılık putundan hızla uzaklaşıp sağduyuya kulak vermeleri beklenir. Yoksa korkarım ki kendilerini sağda zannederken soldaki kötülüğün ateşine düşecekler ve şeytanlarına Saffat 37/28 ayetini okuyacaklar; " Siz bize sağcılardan görünüyordunuz?" ) 

45. Şüphesiz onlar önceden varlık içinde zevke dalanlardı,

46. En büyük günahı işlemekte ısrar ederlerdi,

47. Diyorlardı ki; Biz mi ölüp toprak ve kemik olduktan sonra diriltileceğiz,

48. Ve önceki atalarımız da öyle mi?

49. De ki; Evet, hem öncekiler hem sonrakiler,

50. O malum günde mutlaka bir araya toplanacaklar.

51. Ey yanlış yola sapıp yalanlayanlar! Sonrasında siz,

52. Şüphesiz zakkum (güzel görünen kötülük) ağacından yiyecek,

( Zakkum, pembe beyaz çiçekleriyle güzel görünümlü, çalı türünden zehirli bir bitkidir. Ayet bu örnekle, insana güzel görünen bazı söz ve davranışların kötü olabileceğini hatırlatıyor. Aynı misal İsra 17/60 ayetinde de verilir. )

53. Karınlarınızı onunla dolduracak,

54. Ve üstüne kaynar sular içeceksiniz,

55. Öyle ki, hasta develerin içtiği gibi.

56. İşte budur din (hesap) gününde onların ziyafeti,

57. Sizi biz yarattık (eğitip adam ettik), neden hâlâ kabul etmiyorsunuz?

("Halk": Yaratmak, şekillendirmek, bir şeyi yumuşatıp düzeltmek.

Ayet insanı yoktan yaratmaktan değil, insanın eğitilmesinden ve düzeltilmesinden söz ediyor. )


58. Akıttığınız meni nedir hiç baktınız mı?

( Sadece kendi akıttığınız meniye bakarsanız şaşırırsınız ve ayetin anlatmak istediğini anlayamazsınız. Oysa eşekler de meni akıtır ve eşeklerden eşek doğar. Ayetin anlatmak istediği genetik bir yaratılış değil insani değerlerin yaratılışıdır. )

59. Onu siz mi adam ediyorsunuz, yoksa adam eden biz miyiz?

60. Yaşadığınız ölümü kader eden (belirleyen) biziz ve biz önüne geçilebilecek olanlardan değiliz,

("Kader": Allah'ın takdiri, ezeldeki kısmet, şans, talih, baht. )

61. Sizi benzerlerinizle değiştirelim de, bilmediğiniz bir halde yeniden inşa edelim diye,

( Kıyamet, ahiret, diriliş, cennet ve cehennem ile ilgili ayetler, bilmediğimiz bu yeni halin "ölümsüz insan" türü olduğunu gösteriyor. )

62. Siz ilk yaratılışınızı bilirdiniz, şu halde neden biraz olsun düşünmüyorsunuz.?

63. İsterseniz ekip biçtiğinizi düşünün,

64. Onları ziraat eden siz misiniz yoksa biz mi?

( Buğday üretiminin ne zaman başladığını bilmiyorum ancak rahmetli dedem çiftçiydi, bu işin Âdem’in çocuklarıyla başladığını söylerdi. Yukarıdaki ayetleri okuduktan sonra anladım ki bu iş Ademle başlamamış. Onlara bu işi ilk öğreten melekler dediğimiz bilgelerdi. Kuran'ın "biz" zamirini kullanmasının nedeni de bu olmalıdır. Nahl 16/13 ayeti de bu manadadır. )

65. Dileseydik ot olarak bırakırdık da şaşırıp üzülür,

66. Eyvah bittik,

67. Aç açık kaldık, derdiniz.

( Yukarıdaki iddialı cümlelerden sonra buğdayı araştırmaya başladım, meğer bilmediğim ne kadar çok şey varmış. Buğday dâhil neredeyse tüm tahılların başlangıcı yabani otlara dayanıyor ve o yabani ot türleri bugün hala yaşıyorlar. İsterseniz köylülerin çok iyi tanıdığı bu otlardan birkaçının ismini vereyim; Yaban buğdayı, yaban arpası, kısır yulaf, kara çavdar, hint darısı, saymakla bitecek gibi değil.

Yaban buğdayının 3-4 milyon yıllık bir geçmişi olduğu sanılıyor. İlk kez, 15.000 yıl kadar önce Mezopotamya’da ıslah ediliyor ve üretime sokuluyor. Bu ilk üretimden iki melez ırk elde ediliyor. Siyez buğdayı ve Gernik buğdayı ismi verilen bu ilkel türler, Diyarbakır ilinin Karacadağ yöresinde seyrek de olsa hala görülmektedir.

İsterseniz konuyla ilgili bir de gazete haberi aktarayım. 30 Kasım 2012 tarihli Habertürk gazetesinin 3. sayfasından bir haber;

"Gaziantep’in Şehitkamil ilçesine bağlı Karakesek köyü Köraliler mezrasında bir minibüste yapılan aramada, 11 şeffaf naylon torba içinde 182 kök Yabani Buğday (Tritucum Dicoccodies) ele geçirildi. Olayla ilgili olarak gözaltına alınan 5’i Japon 7 kişiye toplam 219.891 TL para cezası kesildi." 

Bu haberin yukarıdaki ayetlerle bir ilgisi olabilir mi? Bana öyle geliyor ki, İngilizler, Amerikalılar, Almanlar ve Fransızlar gibi Japonlar da meleklerin eski eserlerinin kıymetini anlamışlar. )

68. Ya içtiğiniz suya ne dersiniz?

69. Onu müzn (?) den indiren siz misiniz yoksa biz mi?

( "Müzn": beyaz bulut, yağmuru az olan bulut, tatlı su veren bulut. 

Ayet henüz anlam vermiyor ama en azından sorularımız var. Koyu renkli yağmur bulutları yok muydu ki yağmuru olmayan beyaz bulutlara muhtaç olduk? Hem yağmuru yoksa nasıl su indirdiler? Yoksa bu beyaz bulutların başka bir anlamı mı var? )

70. Dileseydik onu acı yapardık, teşekkür etmeniz gerekmez mi?

( Bu acılık yukarıdaki müzn ile ilgili olmalı. Onu bulabilirsek belki bu ayeti de anlarız. )

71. Söyleyin ya tutuşturduğunuz ateş?

72. Siz mi yetiştirdiniz onun ağacını yoksa biz mi?

("Halk": yaratmak, bir şeyi yumuşatıp düzeltmek. "Neşet": yetişmek, büyümek, boy atmak, "İnşa": yapmak, inşa etmek. 

Burada iki önemli ayrıntı var. Birincisi, ayet ağaç yaratmaktan değil ağaç yetiştirmekten söz ediyor. İkincisi, ateş çıkardığımız bu ağaç sıradan bir ağaç değilmiş. Elmalılı şu bilgileri veriyor; 
"Her ağaç sürtünmeyle ateş çıkarma özelliğine sahip olsa da, Merh ve Afar diye bilinen ağaçlar daha hızlı tutuşmaları sebebiyle daha meşhurdurlar. Anlatıldığına göre bu iki ağaçtan birer çubuk kesilip öz suları akıtılır, sonra merh çakmak taşı gibi altta, afar çakmak demiri gibi üstte tutularak ince kum serpintisi yardımıyla birbirine sürtülür ve çıkan kıvılcımla pamuk, yaprak, kabuk türünden kuru şeyler tutuşturulurmuş." )

73. Biz onu kervanlar için bir fayda ve ibret yaptık,

( Çöldeki vahalarda konaklayan kervanlar için suyun önemi belli, peki ağaçta nasıl bir ibret var?

MÖ. 3000 yıllarında, çölde yol alan kervanlar için vahalar bugünün benzin istasyonları kadar önemlidir. Su bulunur, uyuyup dinlenilecek ağaç gölgesi bulunur. Ancak o günlerde elektrik yoktur, gaz yoktur, çakmak yoktur, kibrit yoktur, belki henüz çakmak taşı ve kav bile yoktur. Oysa serin gecelerde ısınmak, vahşi hayvanlardan korunmak veya olası bir avı pişirip yemek için ateşe ihtiyaç vardır. Ayet, işte bu vahalara Merh ve Afar ağaçları dikip yetiştirerek sorunu çözen büyük insanlığın emeklerinden söz ediyor. Hac 22/26 ayetinde de değinilir. )

74. Artık yüce rabbinin ismini dile getir.

75. Yemin etme vahyin indiği yerlere,

76. Çünkü o çok büyük bir yemindir, keşke bilseydiniz,

( Hakka 69/46 ayeti yol gösterici olabilir. )

77. Şüphesiz bu çok değerli okumalar,

78. Korunan kitabın içindendir,

("Meknun": Korunan, örtülü, dizili, manzum, tertipli, kafiyeli. )

79. Temiz (ön yargısız) olanlardan başkası ona yakınlaşamaz,

("Mess": Dokunma, değme. "Temass": Yan yana bulunmak, birbirine dokunmak. "Tahir": Temiz. "Mutahhar": Temizlenmiş.

Kuran'ı ilk okuyan Hz. Muhammet'ti, ezberden okurdu, Kuran henüz dokunabileceği bir kitap halini almamıştı. Eşi Hz. Ayşe, onun abdestsiz olduğu anlarda bile Kuran okuduğunu aktarıyor. Öyle anlaşılıyor ki bu temizlik başka bir temizlik, kalp temizliği. )

80. Âlemlerin (insanlığın) rabbinden indirilmiştir,

81. Yoksa siz bu sözlere şüpheyle bakıyor,

82. Nasibinizi itirazdan ibaret mi bırakıyorsunuz?

83. Peki ya can boğaza dayandığında?

84. O anda bakar kalırsınız,

85. Biz ona sizden daha yakınızdır ama siz görmezsiniz,

("Basar": Kalp görüşü, derin akıl sahiplerinin görüşü, akıl ile görmek. "Rea": Gözün görmesi, göz ile görmek.

Neden görmeyiz? Çünkü gözümüzle bakarız da o nedenle görmeyiz. Kuran görme konusunda iki farklı kelime kullanır. Gözün görüşünü "Rea" kelimesi ile, kalp gözü dediğimiz derin akıl görüşünü ise "Basar" kelimesi ile ifade eder. Türkçede "uzak görüş" anlamında kullandığımız "basiret" kelimesi de bu kökten türetilmiş bir kelimedir. Bu kelime Allah'ın isimlerinden biridir ve "El Basir" olarak biliyoruz. Yani bu konu doğrudan Allah'ın sıfatları ile ilgili bir konudur. Şu halde şimdi ilk yapmamız gereken şey, bize çok yakın olduğunu söyleyen Allah'ı bulmak olmalıdır. 

86. Bu akıbetten uzak olanlardansanız,

87. Onu da geri çevirsenize gücünüz yetiyorsa?

88. Eğer o yakın olanlardan ise,

89. Ona huzur dolu hoş kokulu cennetler,

90. Ve o söze (O İlah'ın sözüne) sahip çıkanlardan ise,

91. Selam sana söze sahip çıkan,

92. Fakat yanlış yola sapıp yalanlayanlardan ise,

93. Ziyafeti kaynar sular,

94. Ve alevli ateşe atılmaktır,

95. Şüphesiz bunlar kesin gerçeklerdir,

96. Artık yüce rabbinin ismini dile getir (gün yüzüne çıkar).
                                  
***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder