7 ARAF (Uzak gelecek)

İnsanla görünen O İlah adına,

1. Elif, Lam, Mim, Sad. ( Doğru, Eğri, İnsan, Ayrışma. )

( Hurufu Mukattaa harfleri hakkında 68 Kalem suresi altında bilgi verilmiştir. )

2. Kitap seni sorumlu tutmak için değil, iman sahiplerini uyardığın bir zikir (Allah ilmi) olarak indirildi,

("Zikir": Anmak, anılmak, hatırlamak, hatırlatmak, Allah ilmi. ) 

3. Rabbinizden indirilene tabi olun, Ondan başka evliyaya (koruyuculara) değil, ne kadar da az düşünüyorsunuz?

("Veli": Koruyan, gözeten. "Evliya": Veli'nin çoğulu, koruyanlar, gözetenler. )

4. Geçmiş nice kavimleri perişan ettik, bazen gece iş başında, bazen öğlen uykusunda,

("Beyat": Geceleyin çalışma, geceyi işle geçirme. "Kaylule": Öğle sıcağı uykusu. )

5. Muhtaç ve perişan düşüren cezamız geldiğinde söyledikleri, biz zalimlerden (nefsine uyanlardan) olduk demekten başka bir şey olmadı,

6. Elbette kendilerine elçi gönderilen kimseleri de, gönderilen elçileri de mutlaka sorguya çekeceğiz,

7. Ve onlara ilmen göstereceğiz ki onlardan ayrı değildik,

8. Dünya işlerinin tatil edildiği gün tartı gerçektir ve tartısı ağır gelenler kurtuluşa erenlerdir,

9. Tartısı hafif gelenlerse, ayetlerimiz hakkında zalim oldukları (nefislerine uydukları) için hüsrana düşenlerdir,

10. Gerçek şu ki sizi yeryüzünde biz yerleştirip geçindirdik, ne kadar da az teşekkür ediyorsunuz?

( Bu yerleştirmelerin biz Türkler için son örneği, MS 1071 yılında Malazgirt üzerinden Anadolu'ya girişimizdir. Buna İstanbul'un ikramını da ekleyebiliriz. )  

11. Şüphesiz sizi biz yarattık, şekil verdik ve sonra meleklere (bilgelere); Adem'e secde edin (Adem'in ayaklarına kapanın), dedik. İblis hariç hepsi secde ettiler, ama o secde edenlerden olmadı,

("Halk": Yaratmak, icat, bir şeyi yumuşatmak, düzleştirmek, eğitim, terbiye. "Tasvir": Görülen veya hissedilen şeyleri ifade etmek, bir şeyi söz veya yazı ile anlatmak, bir şeye biçim ve özellik vermek. "Musavvir": Tasvir eden, şekil, biçim ve özellik veren.

Tarihte secde'nin ayağa kapanmak, rüku'nun ele sarılmak olduğu yönünde bilgiler var. Ayrıntılı bilgi için Bakara 2/34 ayetine bakabilirsiniz. )

12. Dedi; Emretmeme rağmen seni secde etmekten (ayağa kapanmaktan) alıkoyan nedir? Dedi; Ben ondan yararlıyım, beni ateşten (gelişmiş) onu balçıktan (ilkel) yarattın,

("Nar": Ateş, cehennem, sıkıntı, zorluk, bilim, gelişme. "Dünya": İkinci sınıf yaşam, aşağılık yaşam. "Arz": Yeryüzü, yerdekiler. "Hayr": Doğru ve faydalı işler. "Turab": Toprak, ölü, cansız. "Tin": Çamur, balçık, yapışkan, arsız, cahil. 

Ayetler incelendiğinde, balçık kelimesinin Kuran'da insanın arsız ve yapışkan yapısını anlatmak üzere mecazi anlamda kullanıldığını görüyoruz. Bu sembolik anlatımlar Hicr 15/26, 28, 33 ayetlerinde daha açık ifade edilir.

Hayır, insanı aşağılamıyorum, sadece kendini gökte zannedip insanı aşağılayanlara göktekilerin eğitim metodunu, sevgisini, secdesini, hoşgörüsünü ve tahammülünü anlatmaya çalışıyorum. )

13. Dedi; Öyleyse in oradan, artık orada büyüklenmen mümkün olmaz. Çık, şüphesiz sen artık aşağılık olanlardansın,

14. Dedi; Diriltilecekleri güne kadar bana izin ver,

15. Dedi; Şüphesiz sen izin verilenlerdensin,

16. Dedi; Beni kışkırttığın için muhakkak ki senin güvenli yolunun (sırat-ı müstakim) üzerinde oturacağım,

17. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu teşekkür edenlerden bulamayacaksın,

18. Dedi; Kınanmış ve kovulmuş olarak oradan çık, elbette cehennemi sana uyanlarla dolduracağım,

( Aç ve susuz iseniz cehennemdesiniz demektir, biraz yiyecek ve içecek sizin için cennettir. Hasta iseniz ve bir yerleriniz ağrıyorsa cehennemdesiniz demektir, iyileşmek  sizin için cennettir. Soğuktan donmak üzereyseniz cehennemdesiniz demektir, sıcak bir yer sizin için cennettir. Düşmanınız varsa ve korkular içindeyseniz cehennemdesiniz demektir, emniyet ve güven sizin için cennettir. 

Sadece gelecekte bir cennet ve cehennem hayal etmeyin. Onlar yaşadığımız gerçek hayatın kesintisiz devam eden gerçekleridirler. İnsanlığın yaratılışını gerçekleştiren bilgeler bunu çok iyi bilir, zaman zaman cehenneme dönen dünyayı cennete çevirmek için çırpınırlar. )  


19. Ey Âdem, sen ve eşin bahçede yerleşin, dilediğiniz gibi yiyin için. Ancak şu ota (buğdaya) yaklaşmayın, aksi halde zalimlerden (nefsine uyarak kendine yazık edenlerden) olursunuz,

("Cennet": Bahçe. "Şecer": Soy, sülale, zürriyet, ot, bitki, ağaç. "Akreb": Yakınlık, yaklaşma. 

Şecer kelimesi sadece ağaçları değil, Nahl 16/10 ve Saffat 37/146 ayetlerinde görüleceği üzere otları ve sarmaşık türü bitkileri, hatta insanı bile içine alan bir kelimedir. Burada söz edilen bitki tarımın başlangıcının simgesi olan buğdaydır. )

20. Derken şeytan kendilerinden gizli tutulan çirkin tabiatlarını açığa çıkarmak için onlara fısıldadı; Rabbiniz o otu (buğdayı) meleklerden (bilgelerden) veya kalıcı olanlardan olmayasınız diye yasakladı,

("Vesvese": Fısıltı, kuruntu, şüphe, aslı olmayan. "Tebeyyün": Açığa çıkmak, belli olmak, görünüp anlaşılmak. "Sev'e": Çirkin tabiat, ayıp işlere eğilimli yapı.  "Melek": Mlk kökünden, hakim, sahip, bilge. "Halid": Kalıcı, sürekli. )

21. Ve O İlah'ı şahit tutarak dedi; Şüphesiz ben size örnek vererek nasihat edenlerdenim,

("Yemin": Söz vermek, yemin etmek. "Kasem": Allah'ı şahit tutarak yemin etmek. "Nasihat": Öğüt, tembih, tavsiye. "Nasih": Temiz kalple öğüt veren. "Nasuh": Kesin bilgiyi göstererek nasihat eden. "Nâsih": Örneklerle bilgi vererek öğüt veren. 

Çok tanrılı dönemin bilgeleri tarımı Adem'den çok daha önceleri başlatmış, buğdayı Adem'den çok daha önce yaratmışlardı. Un ve ekmek, cinlerin de yakından tanıdığı bir şeydi. Vakıa suresi bunu çok açık anlatır; 
" İsterseniz ekip biçtiğinizi düşünün, onları ziraat eden siz misiniz yoksa biz mi? Dileseydik ot olarak bırakırdık da şaşırıp üzülür; Eyvah bittik, aç açık kaldık, derdiniz. Vakıa 56/63-67"

Şeytan, zenginliğin ve ölümsüzlüğün sırrının buğdayda olduğunu söyleyerek  Adem'i ve Havva'yı buğday yemeye, buğday üretmeye davet ediyor. Tefsirler İblis'in ilk olarak Havva'nın içine nüfuz ettiğini anlatır. )

22. Böylece onlara yol gösterip boş bir büyüklenmeye sürükledi. Ottan (buğdaydan) tattıklarında hırslı çirkin yapılarının açığa çıktığını fark ettiler ve başladılar bahçenin yaprakları (sayfalar, ayetler, tembihler) ile örtünmeye. Derken rableri onlara seslendi; Ben size o otu (buğdayı) yasaklamış ve şeytanın açık bir düşman olduğunu söylememiş miydim?

("Dall": Delil olan, yol gösteren, bildiren. "Gurur": Kibir, boş yere büyüklenmek, boş şeylere güvenip mağrur olmak. "Zaika": Tatma, tat alma, tanıma. "Sev'e": Çirkin tabiat, kusurlu ve ayıplı yapı. "Tafak": Bir işe başlamak, başladığı işi sürdürüp sebat etmek. "Hasf": Ağacın yaprağının dökülmesi, ayakkabı dikmek, birbirine yapıştırmak. "Varak": Tek yaprak halindeki kağıt, kitap yaprağı, bitki yaprağı, taş ve madeni yaprak. 

Sümerler bu konudaki rivayetleri taşlara resmetmişler. Taştan bir kabartmada, çapayı ve tarımı icat eden ve sonradan şeytan olmakla suçlanan Tanrı Enlil'i elinde çapa ile çiftçilik yaparken görüyoruz. 

İnanılacak gibi değil ama okuduğumuz bu ayetler tarıma ve yerleşik düzene geçişin insanoğlunun yaptığı en büyük hata olduğunu gösteriyor. Bu gerçekten bir hata mıydı? Bu konuda Hz. Muhammet'ten intikal eden bir yorum var ve Hz. Ömer anlatıyor,

" Resulallah bir gün bize şöyle anlattı; 
Musa bir gün,
- Ey Rabbim, bizi ve kendisini cennetten çıkaran Adem'i bize bir göster, diye niyazda bulundu. Hak Teala babası Adem'i ona gösterdi. Bunun üzerine Musa,
- Sen babamız Adem misin? dedi. Adem,
- Evet, deyince,
- Sen Allah'ın kendi ruhundan üflediği kimsesin, sana bütün isimleri öğretti, meleklere emretti ve onlar da sana secde ettiler öyle değil mi? diye sordu. Adem yine,
- Evet, dedi. Musa sormaya devam etti,
- Öyleyse bizi ve kendini niye cennetten çıkardın? Bu soru üzerine Adem ona,
- Sen kimsin? dedi. O,
- Ben Musa'yım, deyince,
- Sen Allah`ın elçilik verip seçkin kıldığı kimsesin. Sen İsrail oğulları'nın peygamberi, Allah'ın perde arkasından kelimelerle konuştuğu kimsesin. Allah seninle kendi arasına mahlukatından bir elçi koymadı değil mi? dedi. Musa,
- Evet, deyince Adem,
- Öyleyse sen, söz ettiğin hadiseyi Allah'ın ben yaratılmazdan önce belirlediğini görmedin mi? dedi. Musa,
- Evet, deyince de,
- Öyleyse Allah'ın benden önce belirlediği bir kazası için beni nasıl ayıplarsın? dedi.
Resulullah devamla üç kere,
- Adem Musa'yı susturdu, Adem Musa'yı susturdu, Adem Musa'yı susturdu, buyurdu."


Adem'in Musa'ya söylediği gibi, kader dediğimiz kaçınılmaz şey Allah'ın emridir. Babamız Adem'i otun peşinden koşturan o büyük emir, bugün bizi de çılgınca bilimin peşinden koşturuyor. )

23. Dediler; Rabbimiz biz kendimize yazık ettik, eğer affedip yardım etmezsen mahvoluruz,

24. Dedi; Bazılarınız diğer bazılarına düşman olarak inin. Sizin için belli bir süre yerde yaşayıp geçinmek var,

("Ihbit": İnmek, şehre yerleşmek. "Müstekarr": Karar kılmak, bir yerde yerleşip sabit olmak. "Hin": Zamanın bir parçası, belli bir süre, çağ, vakit, an.

Bu noktada şunları da hatırlamalıyız. Adem ve Havva cennet bahçesinden çıkarıldıklarında, yeryüzünde buğday ekip biçmekle meşgul olan cin insanlar zaten vardı. İnsan cinsini cin cinsinden ayıran şey fiziksel görünümü değil, iman dediğimiz Allah'ı bilme özelliğidir. Cinlerin görünmezliği görünmez oluşlarından kaynaklanmaz, imanın veya imansızlığın kalpteki gizliliğinden kaynaklanır. 

25. Dedi; Orada yaşar, orada ölür ve yine oradan çıkarılırsınız,
  
26. Ey Âdemoğulları, size ayıplarınızı örten elbiseler ve süsler indirdik, ancak O İlah’ın ayetlerinden olan koruyup korunma elbisesi elbette daha değerlidir. Umulur ki bunun üzerinde düşünürler,

("Libas": Elbise, giyilecek şey. "Avar": Ayıp, kusur, eksiklik. "Rişe": Saçak, püskül, süs. "Sev'e": Çirkin tabiat, ayıplı yapı. "Takva": Koruyup korunma. )

27. Ey Âdemoğulları, şeytan ana babanızı hırslarını göstermek için elbiselerini soyup cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın. Çünkü o ve yandaşları sizin onları göremeyeceğiniz yerden görürler. Şüphesiz biz şeytanları iman etmeyenlerin dostu kıldık,
  
28. Onlar çok kötü bir iş yaptıklarında; Atalarımız da böyle yapardı, bunu bize O İlah emretti derler. De ki; O İlah aşırılığı emretmez, O İlah hakkında bilmediğiniz şeyler mi söylüyorsunuz?

29. De ki; Rabbim doğruluğu emretti. Hangi dinde olursanız olun, yüzünüzü yaratılışın başındaki içtenlik dinine dönerek dua edin.

("Kıst": Pay, hisse, kısım, terazi, doğruluk. "İhlas";  İçten olmak, doğruluk, dürüstlük. "Muhlisine": Samimi olarak, dürüst olarak. 

Yaratılışın başındaki içtenlik dini nedir? Eğer o dini arıyorsanız, öncelikle kendi bildiğinize gitmekten vazgeçmeli ve kutsal kitapların da yardımıyla insanlık tarihine doğru gitmelisiniz. Eğer giderseniz, üç beş adım sonra şunu göreceksiniz; İnsanlık tarihi, adı Allah olmayan binlerce ilah ile doludur ve neredeyse hepsi insan suretindedir. Hangisi gerçek ilah diye aradığınızda, Esma'ül Hüsna size Allah'ın "O İlah" olduğunu söyler, yani Hu, yani O.!

Onu aramaya başladığınızda önce Hz. İbrahim çıkar karşınıza ve Fatır kelimesi ile Adem'in yaratılışını anlatır. Hayretle görürsünüz ki Adem'i yaratan da bir insandır ve bu yaratılış bir ilim ve iman yaratılışıdır. Sonra Hicr suresi ve Sümerlerin Enuma eliş destanı size Adem'in yaratıldığı balçığı, çın çın öten içi boş testiyi anlatır. Anlarsınız ki, biz insanlar cinlerden bile aşağıda değersiz bir mahluk imişiz de, görmediğimiz ve bilmediğimiz O İlah bizi kendi ruhundan (nefesinden, ilminden) üfleyerek yaratmış. 

Sonra Onu aramak için biraz daha yürürseniz, Hud 11/7 ayetinin söz ettiği sularla karşılaşırsınız. Nedir bu sular diye sorduğunuzda, Sümerler size iki sudan söz eder. Tatlı sular, melek bilgeler diye nitelenen insanlar  ve cennettir. Acı sular, cinler diye nitelenen insanlar ve cehennemdir. Sonra Onu aramaktan vazgeçersiniz, anlarsınız ki artık Onu kıyamete kadar bulamayacak ve göremeyeceksiniz. Çünkü O artık kullarının kalbinde yaşamakta ve kullarının yüzünde görünmektedir. )

30. Kimileri doğru yolu buldu, kimileri sapmayı hak etti. Çünkü onlar O İlah’ı bırakıp şeytanları koruyucu edindiler de hala doğru yolda olduklarını zannediyorlar,

31. Ey Âdemoğulları, hangi dinde olursanız olun güzel şeylerden faydalanın. Yiyin, için, fakat israf etmeyin, çünkü O israf edenleri sevmez,

32. De ki; O İlah’ın kulları için çıkardığı zenginlikleri ve temiz yiyecekleri kim yasak ediyor? De ki; Onlar hem dünyada, hem de özellikle diriliş gününde iman edenlerindir. İşte bilmek isteyenler için ayetleri en ince ayrıntısına kadar açıklıyoruz,

33. De ki; Rabbim ancak açık ve gizli aşırılıkları, haksız yere saldırıyı, bilginiz olmayan şeylerle O İlah’a ortak koşmanızı ve O İlah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram etmiştir, 

34. Her ümmetin (toplumun) bir sonu vardır. Sonları gelince bir saat bile sonraya bırakılmaz ve erkene alınmazlar,

35. Ey Âdemoğulları, içinizden ayetlerimizi anlatan elçiler geldiğinde, kim aşırılıktan uzak durarak dinler ve kendini düzeltirse ona korku yoktur ve üzülmeyecektir,

36. Ancak büyüklenen ve ayetlerimize yüz çevirenler ateş halkıdır, orada kalıcıdırlar,

37. O İlah hakkında yalan yanlış konuşan veya onun ayetlerine kafir (kalp körü) kesilenden daha zalim (nefsine uyan) kim var? Onlara da kitaptan kendi payları ulaşır. Ta ki, elçilerimiz onları vefat ettirmek (ahde vefa ettirmek) için geldiklerinde sorarlar; O İlah dışında sığındığınız şeyler nerede? Bizden ayrıldılar derler ve böylece kendi kafirliklerine (kalp körlüklerine) şahitlik ederler,

38. Der ki; Sizden önce gelip geçmiş insan ve cin ümmetleri (toplumları) ile birlikte girin ateşe. Her giren ümmet (toplum) bir önceki benzerini lanetler. Hepsi bir arada toplanınca da, sonrakiler öncekiler için şöyle der; Ey rabbimiz işte bizi bunlar saptırdı, onların ateşini iki misli arttır. Der; O herkes için iki misli, fakat siz bilmezsiniz,

39. Öncekiler derler; Sanki siz bizden daha mı iyiydiniz, siz de çekin yaptıklarınızın karşılığını,

40. Büyüklenen ve ayetlerimizi yalanlayanlara gök kapıları açılmayacak ve erkek deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyecekler, işte böyle cezalandırırız suçluları,

("Cemel": Erkek deve. "Cümel": Cümleler. "Cümmel": Harflerin sayı değerine göre hesaplanması, ebced hesabı, birkaç urganı birleştirerek yapılan çok kalın halat. "Nakate": Dişi deve. "Semm": Delik. "Hıyat": İğne.

Tarihte ilk defa ne zaman kullanılmış bilmiyoruz ama atasözü haline gelen bu deyim İsa zamanında da bilinirmiş. Matta İncili şöyle diyor;

“İsa dedi; Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği`ne girmesinden daha kolaydır. Bunu işiten öğrenciler büsbütün şaşırdılar; Öyleyse kim kurtulabilir, diye sordular. İsa onlara bakarak; İnsanlar için bu imkânsız, ama Tanrı için her şey mümkündür, dedi. Matta 19/24-26”

Dişi devenin müteşabih anlamı Araf 7/73, Hud 11/64, Şuara 26/158 ve Şems 91/13 ayetlerinde verilmiştir. Devenin dişi olması, kişinin kötü işler doğurması ve başkalarını da kötü işler doğurmaya teşvik etmesi demektir. Bu ayetteki erkek deve Cemel ise C harfinin Elife dönmesini, yani kişinin kendini düzeltip doğrultmasını anlatıyor. Doğrulursanız, iğne deliğinden geçersiniz. )

41. Yatakları yorganları cehennemdendir, işte böyle cezalandırırız zalimleri (nefsine uyanları),

42. İman edip içten olanları ise gücünün yetmediğinden sorumlu tutmayız, işte onlar cennetliktir ve orada kalıcıdırlar,

43. Bolluk nehir gibi altlarından akarken kalplerinde kin namına ne varsa söküp atmışızdır. Derler ki; Övgüler olsun O İlah’a ki bize yol gösterdi, O İlah yol göstermeseymiş biz doğru yolu bulamazmışız, şüphesiz rabbimizin elçileri gerçeği söylüyorlarmış. Onlara seslenilir; Yaptıklarınıza karşılık işte cennet,

44. Ve cennetlikler ateştekilere seslenir; Biz rabbimizin vaat ettiğini gerçek bulduk, siz de gerçek buldunuz mu? Evet derler ve aralarından biri haykırır; O İlah’ın laneti zalimlerin (nefsine uyanların) üstüne olsun,

45. Onlar O İlah’ın yolundan alıkoyan ve onu çarpıtmak isteyenlerdir. Onlar dirilişe kafir (kalp körü) olanlardır,

46. O uzak gelecekte (araf) iki tarafın arasında bir perde ve herkesi yüzünden tanıyan adamlar vardır. Onlar henüz cennete girmeyen ama ümitle girmeyi bekleyenlere seslenirler; Selam size,

47. Ve bakışlarını ateş halkına döndürünce dediler; Rabbimiz bizi bu zalimlerle (nefsine uyanlarla) yan yana koyma,

48. Ve onları yüzlerinden tanıyan geleceğin adamları seslendiler; Biriktirip büyüklendiğiniz şeylerin bugün size bir faydası yok,

49. Yoksa O İlah’ın yaratışıyla diriltemeyeceğine yemin ettiğiniz şunlar mıydı? Girin cennete, artık size korku ve üzüntü yok,

50. Ve ateş halkı cennetliklere seslendiler; O İlah’ın size verdiği yiyecek içecekten biraz bize de verin. Dediler; O İlah bunları kafirlere (kalp körlerine) haram etti,

51. Onlar dinlerini keyifli bir oyuna çevirdiler de dünya hayatı onları aldattı. Onlar diriliş gününü ve ayetlerimizi nasıl unuttularsa, bugün biz de onları unuturuz,

52. Şüphesiz iman eden toplumlar için doğru yolu gösteren bir yardım olarak kitabı getirdik ve bir ilimle inceden inceye açıkladık,

53. Belli ki onlar işin varacağı yeri bekliyorlar. İşin gerçeği ortaya çıktığı gün derler ki; Doğrusu rabbimizin elçileri gerçeği söylemiş, şimdi bize kim yardım eder ki kurtulabilelim veya dünyaya nasıl geri dönebilelim ki iyi işler yapabilelim? Onlar kendilerine yazık etmişlerdi ve hayal ettikleri şeyler kaybolup gitti,

54. Şüphesiz sizin rabbiniz O İlah'tır ki gökleri (bilgelikleri) ve yeri (insanlığı) altı günde yarattı, sonra arşı (gelecekteki bilgelikleri) kapladı. Gece (cehalet), hızla kendisini isteyen gündüzü (bilgiyi) örter, güneş (bilim), ay  (din) ve yıldızlar (peygamberler) Onun emrine boyun eğer. Yaratmak ve yönetmek, âlemlerin (insanlığın) rabbi yüceler yücesi O İlah’a mahsus değil mi?

("Arş": Taht, makam. "İstiva": Seviye kökünden, müsavi oluş, eşit oluş, itidal istikamet ve karar, kemalin sabit olması, yükselmek, üstün olmak, istila etmek. "Gaşş": Örtmek, kapamak. "Matlub": İstek, istenilen şey, alacak, ödünç verilmiş. "Hasis": Çok aceleci, hızlı, ayartılan, teşvik edilen.  

Altı dönüm arpa tarlası bile 6 günde ekilip biçilemez iken, gökleri, yeri ve arasındakileri gerçekten 6 günde yaratmak mümkün mü?  Bu günlerin nasıl bir gün olduğunu ve Allah’ın bunu nasıl yaptığını Fussilet 41/9-12 ayetlerinde okuyabilirsiniz. )

55. Rabbinize boyun bükerek usulca yakarın. Gerçek şu ki O haddini aşanları sevmez,

( Babanız, öğretmeniniz, komutanınız ya da müdürünüzle yüksek sesle konuşur musunuz? Şunu demek istiyorum, rabbinizi önce yakında arayın ki bilmediğiniz uzaklarda şeytan sizi aldatmasın. )

56. Yeryüzünde sağlanan düzeni yıkmaya çalışmayın, aksine daha iyisini umarak ve bozulmasından korkarak korumaya çalışın. Şüphesiz O İlah’ın merhameti muhsinlere (kendisini görür gibi olanlara) yakındır,

57. Odur iki yardım elinin arasındaki rüzgarları (bilgece güçleri) müjdeci olarak gönderen. Ta ki, ağır bulutlar (değerli yardımlar) yüklendiğinde onu ölü bir beldeye gönderip onunla su (ilim, hayat) indirir, türlü ürünler çıkarırız. Ölenleri de işte böyle diriltiriz, umulur ki anlarsınız,

("Rih": Rüzgar, bilgelik gücü. "Sehab": Bulut, yardım konvoyu, saldırı birlikleri. "Sikal": Ağır, yüklü. "Rahmet": Yağmur, yardım.

Allah'ın iki rahmet eli, isimlerinden biri olan Zü'lcelali Ve'l İkram'dır. Yani Ödül ve Ceza eli. )

58. Güzel ahlak sahibi ülkeler rabbinin izniyle çeşitli ürünler yetiştirir, alçak ve hilekar olanlar ise verimsizdir. İşte teşekkür eden bir toplum için ayetleri böyle açıklıyoruz,

("Belde": Memleket, ülke, şehir, yöre. "Tayyib": Temiz huy, güzel ahlak. "Habis": Kötü huylu, hilekar, alçak. "Nebat": Toprakta yetişip biten her çeşit şey, bitki. "Nekd": Hayırsız, verimsiz. )    

59. Şüphesiz Nuh’u kavmine gönderdiğimizde dedi; Ey kavmim, O İlah’a kulluk edin, Ondan başka ilahınız yoktur. Doğrusu size gelecek büyük bir beladan korkuyorum,

60. Kavmin ileri gelenleri dediler ki; Biz senin gerçekten sapıttığını düşünüyoruz,

61. Dedi ki; Ey kavmim sapıtmış değilim, sadece âlemlerin (insanlığın) rabbinden bir elçiyim,

62. Size rabbimin gönderdiklerini aktarıyor ve nasihat ediyorum. Sizin bilmediğiniz şeyleri ben O İlah'tan öğreniyorum,

( Gılgamış Destanında anlatılan Nuh tufanı, Nuh'a bu bilgileri Su Tanrısı Enki'nin öğrettiğini anlatır. Enlil ve Enki isimleri, bugün Esma'ül Hüsna olarak bildiğimiz Allah'ın isimlerinden iki isim gibi görünüyor. ) 

63. Yoksa sizi uyarması ve koruyup korunmanız için içinizden bir adama rabbinizden zikir (ilahlık ilmi) gelmesi şaşırtıcı mı? Umulur ki böylelikle yardım edilirsiniz,

64. Fakat onu yalanladılar. Derken onu ve onunla aynı gemide (inançta) olanları kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları ise boğduk, çünkü onlar kör bir kavimdi,

("Felek": Gök, gök katı, dönem, devir, yol, yörünge.

Nuh tufanı hakkındaki bilgiler Kamer 54/15 ayetinde toplanmıştır. Ayrıca 31 Lokman suresi altında, Gılgamış destanında anlatılan Nuh tufanını okumanızı öneriyoruz. Burada sadece şu kadarını söyleyelim ki, o bir su baskını değil ve o gemi bildiğiniz bir gemi değil. )  

65. Ad kavmine de kardeşleri Hud demişti ki; Ey kavmim, O İlah’a kulluk edin, Ondan başka ilah yoktur, hala koruyup korunmayacak mısınız?

66. Kavmin ileri gelen kafirleri (kalp körleri) dediler; Yalan yanlış konuşan bir aptal olduğundan eminiz,

67. Dedi; Ey kavmim aptal değilim, sadece âlemlerin (insanlığın) rabbinden bir elçiyim,

68. Size rabbimin gönderdiği haberleri iletiyorum ve ben sizin için güvenilir biriyim,

69. Yoksa rabbinizin sizi uyarmak için içinizden bir insana zikir (Allah ilmi) göndermesi şaşırtıcı mı? Hatırlayın O sizi Nuh kavminden sonra kendine halife etti ve sizi geliştirip güçlendirdi. Hatırlayın O İlah’ın size nimetlerini ki kurtuluşa eresiniz,

70. Dediler; Sen bize atalarımızın kulluk ettiğini terk edip tek bir İlah’a mı kulluk etmemizi söylüyorsun? Doğru söylüyorsan söz ettiğin şeyi getir de görelim,

71. Dedi; Rabbinizin öfke ve cezası üzerinizdeyken benimle sizin ve atalarınızın taktığı isimleri mi tartışıyorsunuz? O İlah onlar hakkında hiçbir belge indirmedi. Şu halde bekleyin, şüphesiz ben de sizinle beraber bekleyenlerdenim,

72. Derken onu ve yanındakileri tarafımızdan bir yardımla kurtardık da, ayetlerimizi yalanlayıp iman etmeyenlerin kökünü kestik,

73. Semud kavmine de kardeşleri Salih demişti ki; Ey kavmim yalnızca O İlah’a kulluk edin, Ondan başka ilah yoktur. O İlah'ın işte şu dişi devesi size bir ayet ve rabbinizden gelen bir belgedir. Ondan uzak durun ve bırakın O İlah'ın dünyasında dilediğince yesin, ona kötü niyetle temas etmeyin. Aksi halde acı bir azaba düşersiniz,

( Halk dilinde anlatılan kıssa şudur; Haz. Salih’in ve Semud kavminin yaşadığı belde kurak bir bölgedir ve su azdır. O şehrin bugün Ürdün sınırlarında kalan antik Petra kenti olduğu sanılıyor. Küçük su havuzları insanlara ve besledikleri hayvanlarına yetmemektedir. O İlah’ın devesi ise, eski inanışlar gereği belli bir hizmetten sonra kutsanıp azat edilmiş dişi bir devedir. Ancak develer bir seferde yüz litre su içebilmektedir ve kutsal deve içtikten sonra kalan su insanlara ve diğer hayvanlara yetmemektedir. Bu nedenle önceleri su içme hakkını sıraya koyarlar. Ancak daha sonra kutsal devenin su hakkına da tamah eder ve öldürürler.

Ancak meselenin derinliğine inildiğinde söz konusu dişi devenin bildiğimiz deve olmadığı, kelimeleri doğuran ve deveye adını veren İbranice "Cemel", Arapça "Cim", yani C harfi olduğu görülüyor.  İyi niyetle kullanıldığında cemal, cesaret, cami, cennet gibi güzel kelimeleri, kötü niyetle kullanıldığında ise cehalet, cinnet, cinayet ve ceset gibi kötü kelimeleri doğururmuş. Neml 27/48 ayeti, dokuzlu harf grupları ve harfleri kötüye kullanarak dişi deve Cemel'in tuzağına düşen medeniyetler hakkındadır. Bu benzetme Hud 11/65, Şuara 26/158 ve Şems 91/14 ayetlerinde de verilir. 

Şimdi haklı olarak merak edersiniz, harflerin doğurganlığı neden başka bir harf ile değil de Cemel/Cim/C harfi ile temsil ediliyor.? Deve genellikle uzun mesafeli taşımalarda kullanılırmış da onun için. Devenin uzun mesafede yük taşıma özelliği ile harflerin uzun zaman içinde anlam taşıma özelliği özdeşleştirilmiş. )

74. Hatırlayın Ad kavminden sonra sizi halife etti ve yeryüzüne sizi yerleştirdi. Ovalarında saraylar yapıyor, dağlarında kaleler kuruyorsunuz. Artık O İlah’ın yardımını hatırlayın da yeryüzünde karışıklık çıkaran bozgunculardan olmayın,

75. Kavmin ileri gelenleri büyüklenip halktan iman eden kimselere dediler; Salih’in rabbinden gönderildiğine emin misiniz? Dediler; Biz sadece onunla gönderilenlere iman ettik,

76. Büyüklük taslayanlar dediler; Biz sizin iman ettiğiniz şeye kafiriz (kalp körüyüz),

77. Derken rablerinin emrini çiğneyerek onu aldılar ve dediler; Ey Salih, eğer gönderilenlerdensen söz ettiğini getir de görelim,

78. Bunun üzerine iç karışıklıklar onları yakaladı da kendi yurtlarında çöke kaldılar,

("Recfe": Toplumsal sarsıntı, iç kargaşa, iç karışıklık, savaş. )

79. O da arkalarından şöyle dedi; Ey kavmim, şüphesiz ben size rabbimin gönderdiklerini iletip öğüt verdim, fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.

80. Ve Lut da kavmine demişti ki; Siz hiçbir millette görülmedik aşırılıkları yapıyor,

81. Kadınları bırakıp erkeklere şehvet duyuyorsunuz, doğrusu haddi aşan bir toplumsunuz,

( Bu ayetler hakkında aşağıda gelen 163. ayet açıklama veriyor. )

82. Kavminin cevabı şundan başka bir şey olmadı; Onları memleketten kovun, çünkü gereğinden fazla temizler,

83. Biz de geride kalanlardan olan karısı hariç onu ve yanındakileri kurtardık,

84. Üzerlerine yağmur (günah yağmuru) olup yağdık, gördün mü suçluların sonu nasıl oldu?

85. Medyen’e de kardeşleri Şuayb demişti ki; Ey kavmim yalnızca O İlah'a kulluk edin, Ondan başka ilah yoktur. Rabbiniz size beyan etmiştir, şu halde ölçü ve teraziyi tam tutun, insanların malını eksiltmeyin, birilerinin düzelttiğini siz bozmayın. Eğer bilirseniz bu sizin iyiliğinizedir,

86. İman edenleri tehdit ederek O İlah'ın yollarını kesmeyin, onu çarpıtmaya çalışmayın. Hatırlayın ki vaktiyle sizler de güçsüz idiniz de O sizi çoğaltıp güçlendirdi, zorbalığın sonunu görmüyor musunuz?

87. Eğer söylediklerime içinizden birileri iman eder birileri iman etmezse, O İlah aranızda hüküm verinceye kadar sabredin. O hüküm veren hakimlerin en iyisidir,

88. Kavminin büyüklenen ileri gelenleri dediler; Ey Şuayb şehirden kovulmak istemiyorsan yanındakilerle birlikte dinimize geri dönmelisin. Dedi; Biz istemesek de mi?

89. Doğrusu O İlah bizi sizin dininizden kurtardıktan sonra geri dönersek O İlah hakkında yalanlar uydurmuş oluruz. O İlah'ın dilemesi hariç, geri dönmemiz olacak şey değildir. O İlah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır ve biz sadece O İlah'ı vekil ederiz. Rabbimiz, artık bizimle kavmimizin arasını sen ayır, sen kapı açanların en iyisisin,

90. Kavminin ileri gelen kafirleri (kalp körleri) dediler; Şuayb’a uyanlar mutlaka cezalandırılacak,

91. Bunun üzerine iç kargaşa onları yakaladı da kendi yurtlarında çöke kaldılar,

("Recf": Şiddetle sarsmak veya sarsılmak. "Recfe": Zelzele, deprem. "İrcaf": Ortalığı karıştırıp sarsan kışkırtmalar, toplumsal kargaşa. "Casiye": Diz çökmüş. ) 

92. Şuayb'ı yalanlayanlar sanki orada hiç yaşamamış gibiydiler, Şuayb'ı yalanlayanlar yanılmışlardı,

93.  O da arkalarından şöyle dedi; Ey kavmim, şüphesiz ben size rabbimin gönderdiklerini iletip öğüt verdim, artık kafir (kalp körü) bir kavme acısam ne çare,

94. Biz hangi topluma bir uyarıcı gönderdiysek, büyüklenmesinler diye mutlaka yoksulluk veya başka bir darlıkla deneriz,

95. Sonra darlığı giderip yerine genişlik veririz de nesiller sonra unutup; Böyle sıkıntı ve sevinçleri atalarımız da yaşamışlardı, derler. Biz onları kendileri bile anlamaksızın ansızın yakalarız,

96. Eğer ülkelerin halkları iman etseler ve koruyup korunsalardı elbette gökten ve yerden bolluk kapıları açardık. Fakat yalanladılar da yaptıkları yüzünden yakalayıverdik,

97. Yoksa o ülkelerin halkı kötü cezamızın geceleyin uykuda gelmesinden eminler mi?

98. Veya eminler mi öğleye doğru iş güç arası gelmeyeceğinden?

99. Yoksa eminler mi O İlah'ın tuzağından? Oysa kendini aldatan toplumlardan başkası O İlah'ın tuzağından emin olmaz,

100. Yeryüzünü önceki sahiplerinden miras alanlar hala anlamadılar mı ki, dileseydik kötülüklerine karşılık kalplerini (anlayışlarını) mühürlerdik de işitemez (anlayamaz) olurlardı,

101. İşte o ülkelerin haberlerinden bir kısmını sana anlatıyoruz. Elçiler açık bilgiler getirmişlerdi de, önceden yalanladıkları şeyler sebebiyle iman etmediler. O İlah kafirlerin (kalp körlerinin) kalbini (anlayışını) işte böyle mühürler,

102. Biz onların çoğunu vefakar bulmadık, aksine çoğunu yoldan çıkmış bulduk.

103. Onlardan sonra ayetlerimizi Musa ile firavun ve ileri gelenlerine gönderdik de ona zalim (nefse uyan) oldular, ama bak gerçeği saptırmak isteyenlerin sonu nasıl oldu?

104. Musa dedi; Ey firavun şüphesiz ben âlemlerin (insanlığın) rabbinden bir elçiyim,

105. Bana düşen, O İlah hakkında gerçeğin dışında bir şey söylememektir. Size rabbinizden açık belgelerle geldim, artık İsrail oğullarını benimle birlikte bırak,

106. Dedi; Eğer gerçek bir belge getirdiysen göster bakalım,

107. Bunun üzerine asasını (ilmini) attığında (konuştuğunda) o büyük yılan (nefis) açıkça göründü,

( Yılanın şeytani nefsi temsil ettiği Gılgamış Destanından bu yana bilinen çok eski bir bilgidir. )  

108. Ve elini çıkardığında bembeyaz göründü bakanlara,

Bembeyaz ve tertemiz görünen el, Musa'nın kötü huylardan arınmış nefsidir. Bu ayetler Taha 20/20-70 ayetlerinde daha ayrıntılı anlatılır. )

109. Firavun kavminin ileri gelenleri dediler; Görünen o ki bu çok bilgili bir filozof,

( Sihirbaz kelimesini filozof olarak çevirmemin nedeni Hz. Muhammet'in bir sözüdür; "Bazı sözler vardır ki, sihir gibidir." )

110. Ve iktidarınızı ele geçirmek istiyor, ne emredersiniz?

111. Dediler; Bizce onu ve kardeşini beklet ve şehirlere görevliler yolla da,

112. Ülkenin en bilgili filozoflarını sana getirsinler,

113. Filozoflar firavuna gelince dediler; Kazanırsak bizi ödüllendireceksin değil mi?

114. Dedi; Evet, hem de en yakınlarımdan olacaksınız,

115. Dediler; Ey Musa hangimiz önce atsın (konuşsun)?

116. Dedi; Siz atın. Attıklarında (konuştuklarında) insanların gözünü korkutan büyük bir felsefe getirdiler,

( Bu etkileyici felsefeyi Antik Mısır'ın Osiris efsanesinde okuyabilirsiniz. )

117. Ve Musa asasını (ilmini) attığında (konuştuğunda) onların uydurmalarını yuttu,

118. Böylece gerçek ortaya çıktı ve yalanlar yok olup gitti,

119. Böylece yenilip küçük düştüler,

120. Filozoflar secdeye atılıp (O İlah'ın ayaklarına kapanıp),

121. Dediler; Biz âlemlerin (insanlığın) rabbine iman ettik,

122. Musa'nın ve Harun'un rabbine,

( Ortada yılan yok, yılana dönüşen bir asa da yok, sadece filozoflara iletilen bir Allah ilmi var. Şu halde neydi filozofların sözlerini yutup boşa çıkaran ve imana getiren ilim.?

O ilim, hurufu mukattaa ilmindeki "Elif" harfidir. Dosdoğru bir haldeyken Allah'ı ve doğruluğu, ucu çengel gibi kıvrıldığında dünya alemini ve yalanı, daha da çok kıvrıldığında ise S harfine dönerek nefsi ve yılanı temsil eder. Yeryüzündeki bütün alfabelerin, kelimelerin, cümlelerin ve kitapların çıkış noktası Elif, yani A harfidir. Diğer bütün harfleri ve sayıları o yaratmıştır. Yeryüzündeki bütün filozoflar bir araya gelseler ve denizler dolusu düşünce üretip kitap yazsalar, hepsinin toplamı tek bir Elifi geçemez ve ona borçlu kalırlar. İşte buydu filozofları çaresiz bırakan ve imana getiren Rahman ilmi.

Arkeolojik kazılar ve kalıntılar elif harfinin tarihte ilk kez düz bir selvi ağacıyla resmedilerek başladığını ve zamanla farklı görüntüler aldığını gösteriyor. Sümerlerin çivi yazısıyla başlayan bu değişim son kez Fenikeliler ve Romalılar zamanında yaşanmış. Fenikeliler öküzün iş hayatındaki büyük katkısına ve kutsallığına istinaden olsa gerek Elifi boynuzlu bir öküz başı olarak ifade etmişler. Sonraki yıllarda Romalılar bu öküz başını ters çevirmişler ve bugün kullandığımız A harfi meydana çıkmış. )

123. Firavun dedi; Ona benden izinsiz iman ettiniz öyle mi? Bu şüphesiz halkı medeniyetten uzaklaştırmak için kurduğunuz bir tuzaktır, ama göreceksiniz,

124. Ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama kesip hepinizi asacağım,

125. Dediler; Zaten rabbimize döneceğiz,

126. Sen sadece rabbimizin ayetlerine iman ettiğimiz için bizden intikam alıyorsun. Rabbimiz bize sabır ver ve canımızı gerçeğe teslim olmuş olarak al,

127. Firavunun danışmanları dediler; Musa ve kavmini bırakırsan ülkede karışıklık çıkarıp seni ve ilahlarını unuttururlar. Dedi; Yakında onların oğullarını boğazlayıp kızlarına hayat vereceğiz, onları ezeceğiz.

128. Musa kavmine dedi; O İlah'a sığının ve sabredin. Şüphesiz yeryüzü O İlah'ındır ve onu kullarından dilediğine verir, zafer koruyup korunanlarındır,

129. Dediler; Biz sen buraya gelip bizi savunmazdan önce de eziyet görüyorduk. Dedi; Belki rabbiniz düşmanınızı yok edip sizi onların yerine koyar da sizin ne yapacağınıza bakar,

130. Ve şüphesiz firavun ailesini belki anlarlar diye yıllarca kuraklık ve kıtlığa uğrattık,

131. Onlar iyi olan şeyleri sahiplenir, kötü giden şeyleri ise Musa ve kavminin uğursuzluğuna verirlerdi. Uğursuzlukları O İlah’tan değil mi? Ama onların çoğu bunu bilmedi,

132. Dediler; Bizi etkilemek için hangi ayetleri getirirsen getir sana iman edecek değiliz,

133. Anlasınlar diye tufandan çekirgelere, bitlerden kurbağalara ve kana kadar türlü dertler gönderdik de, yine büyüklük taslayıp suçta ısrar ettiler,

( Bu sembollerin iç yüzünü bilmiyorum. Ancak bu ayette dikkat çeken bir şey var. Çoğumuz Tufanı sadece Nuh'a özgü bir su baskını zannederiz, oysa gördüğünüz gibi Musa zamanında Firavuna da gönderilmiş. Bu bilgiyi Kamer 54/15 ayetindeki tufanı okurken tekrar hatırlayacağız. )

134. Sıkıntıya düşünce; Ey Musa bizim için rabbine dua et, eğer sıkıntımızı kaldırırsa Ona iman edeceğiz ve İsrail oğullarını serbest bırakacağız diyorlar,

135. Sıkıntıyı kaldırınca da bir süre sonra sözlerinden dönüyorlardı,

136. Sonra ayetlerimizi umursamayıp yalanladıkları için onlardan intikam aldık ve Yemm (Ölüm denizi, maddiyat denizi) içinde boğduk,

( Yemm Nil nehrinin eski adıdır ve "ölüm denizi" anlamı Gılgamış Destanından alınmıştır. )

137. Hor görülüp ezilmekte olan kavmi yeryüzünün doğusuna ve batısına yerleştirip bereketlendirdik. Sabretmelerine karşılık rabbinin kelimesi İsrail oğulları üzerinde güzel biçimde tamamlandı. Firavunu, kavmini ve saraylarını ise yaptıklarına karşılık yıkıp viran ettik.

( Rabbin kelimesi; Zebur ve Tevratta yazılan "Şüphesiz yeryüzüne iyi kullarım sahip olacaktır." sözüdür. Kuranda Enbiya 21/105 ayetinde yazılıdır. ) 

138. İsrail oğullarını denizden (ölüm denizinden) geçirdiğimizde kendi yaptıkları suretlere tapınan bir kavme rastladılar. Dediler; Ey Musa sen de bize onların ilahları gibi bir ilah yap. Dedi; Siz gerçekten cahil bir toplumsunuz,

139. Şüphesiz onların içinde olduğu şey çoktan yıkıldı ve yaptıkları da boşadır,

140. Yine dedi;  Sizi alemlere (insanlara) üstün kılan O İlah’ı bırakayım da sizin için başka bir ilah mı arayayım?

141. Sizi firavun taraftarlarından kurtardığımızda sizi azabın en ağırına (cehennem azabına) sürüklüyor, kızlarınıza hayat verip oğullarınızı boğazlıyorlardı (köreltiyorlardı), bu rabbinizden büyük bir belaydı,

("Zebh": Kesme, boğazlama, kurban kesme. "Bela": Dert, bela, keder, musibet, kötülük. 

Bu boğazlama konusunda tarihi kayıtlara dayanan bir bilgi var mı? Ben duymadım ve hiçbir yerde okuduğumu da hatırlamıyorum. Bu konuda yazılan eserler Antik Mısır tarihini sürekli medeniyet, barış ve huzur dolu bir dönem olarak anlatırlar. Eğer yoksa, ayetteki boğazlama ifadesini kültürel bir boğazlama olarak ele almak daha gerçekçi olur. Çünkü firavunun veziri yılda bir kez firavuna ait bir gemiyle Nil nehri boyunca köyleri ziyaret eder, akıllı bulduğu küçük çocukları Amon rahibi olarak yetiştirilmek üzere saraya götürürdü. Bu çocuklar sarayda yetiştirilir, bir süre sonra tekrar sınava tabi tutulurdu. En akıllıları Amon rahibi, diğerleri ise askeri komutan, hekim ve yönetici olmak üzere eğitime alınırlardı. Bu açıdan bakılınca ayetin söz ettiği büyük belanın, Firavunların yükseltmeye çalıştığı dünyevi (Batılı) anlayışın  İsrailoğulları'nın ahiretini karartması demek olduğu görülüyor. )   

142. Musa'ya otuz gece vaat ettik, sonra buna on daha ekledik, böylece rabbinin vaadi kırk geceye tamamlandı. Musa kardeşi Harun'a dedi; Benim yerime geç ve kavmi sen idare et, aşırı gidenlerin yolundan gitme,

30 sayısına ait en eski yazılı kayıt MÖ 3200 Sümerlere ait. Sümerler çıplak gözle ayın hareketlerini gözlemliyor ve doğuşu ile batışı arasında yaklaşık 30 gün geçtiğini biliyorlardı. 30 sayısı Ay tanrısı Sin'in kutsal sayısı, 40 sayısı ise Su tanrısı Enki'nin kutsal sayısıydı. Ancak Sümerler bu sayıları sadece bir ölçü birimi olarak değil, aynı zamanda diriliş inancının bir ifadesi olarak görürlerdi. Ayın doğuşunu ve batışını bilmek, insanın doğumunu ve ölümünü bilmek demekti. Bunları bilenler 30'dan 40'a yükselir ve Tanrı Enki'nin sonsuz hayat denizine ulaşırlardı. Ayrıca, bir kadının hamileliğinin 30 günde belli olduğunu ve ceninin 40. günde hayat bulduğunu da bilirlerdi. Kuran, 4000 yıl önceki bu eski bilgeliği şöyle hatırlatır; 
Biz insana ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü annesi onu zahmetle taşımış, zahmetle doğurmuş, otuz ay emzirip kahrını çekmiştir. Ve insan kırk yaşına varıp olgunlaşınca der ki; Rabbim, anama babama ve bana verdiklerin için teşekkür etmemi ve razı olacağın iyi işler yapmamı nasip et. Beni de çocuklarımı da doğruya döndür, sana dönenlerden ve teslim olanlardanım. Ahkaf 46/15"

Musa'nın Horev dağına (Hor dağı/Tur dağı/Tanrı dağı) yaptığı 40 günlük bu yolculuktan Tevratta da söz edilir, ancak Tevrat o günleri 30 ve 10 olarak ayırmaz;
" Musa orada kırk gün kırk gece RAB'le birlikte kaldı. Ağzına ne ekmek koydu, ne de su. Antlaşma sözlerini, on emri taş levhaların üzerine yazdı. Çık.34: 28"

Peki 30 nerede.? Emin değilim ama, Tevratın satırları arasında karıştırılmış ve unutulmuş bir Otuz görünüyor;

" Kulak ver, bilgelerin sözlerini dinle, Öğrettiğimi zihnine işle. Sözlerimi yüreğinde saklarsan mutlu olursun, Onlar hep hazır olsun dudaklarında. RAB'be güvenmen için bugün bunları sana, evet sana da bildiriyorum. Senin için Otuz değerli söz yazdım, bilgi ve öğüt sözleri. Öyle ki, güvenilir, doğru sözleri bilesin, Böylece seni gönderene güvenilir yanıt verebilesin. Özd.22: 17-21"
         
Tevratın satırları arasında bu Otuz bilgeliği bulmaya çalıştım, ancak sonradan gelen Davut ve Süleyman dönemlerinde bu bilgelikler o kadar çok çoğalmış ve birbirine karışmış ki, bulamadım. Gördüğünüz gibi ancak izi kalmış)

143. Ve Musa vaadimiz için geldiğinde ve rabbi kendisiyle konuştuğunda dedi; Rabbim bana kendini göster. Dedi; Beni asla göremezsin ama dağa (alimlere, dinlere) bak, eğer dağ yerinde durursa beni görürsün. Fakat rabbi (insanlık) belirince dağ (dinler, imanlar) parça parça oldu ve Musa kendinden geçti. Kendine gelince dedi; Eksiksiz ve kusursuz olan sensin, tövbe ettim ve ben buna benden önce iman edenlerdenim,

Musa hocasıyla konuşuyor ve kendisine tanrının gerçek yüzünü göstermesini istiyor. Hocası ise bu işin sırrının kendisinde değil, peygamberler ve dinlerle beliren çeşitlilikte saklı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ayet tanrı kavramıyla insanlık kavramının iç içe geçmiş şeyler olduğunu anlatıyor. 

Konuştuğumuz bu sahneler Tevratın Çıkış 33, 34, 35 bölümlerinde anlatılır. O anlatımlarda Musa'nın hocasının, Allah'ın insanlıkla beliren görünmezliğini anlatmak üzere yüzüne bir peçe taktığı ve kendi yüzünü Musa'ya göstermediği anlaşılıyor. Aynı bölümlerde Musa'nın bu öğretiyi anladığı ve kavmine döndükten sonra peçe takarak onlara da öğretmek istediği anlatılır. 

Bu öğretinin son temsilcilerinden biri, 1199-1276 yıllarında yaşayan ve Mısır'ın Tanta şehrindeki bir türbede halen ziyaret edilmekte olan Peçeli Evliya Şeyh Ahmedi Bedevi'dir. Anadolu evliyalarından Yunus Emre ise (1238-1321) aynı yıllarda Şeyh Ahmedi Bedevi'nin peçesini kaldırmakta ve kelimeleri açmaktadır; "Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm". 

Şüphesiz bu zincirin en cesur halkası Cumhuriyet döneminde İstanbul'da yaşamış olan Bektaşi evliyası Ahmet Edip Harabi'dir. (1853-1917) Bu ayetin en doğru ve en güzel tefsiri olduğunda şüphe olmayan "Kaf ü Nun" isimli şiirini vermeden geçemeyeceğim;

"Kâf u nun" hitabı izhâr olmadan
Biz bu kâinatın ibtidâsıyuz
Kimseler vâsıl-ı dîdâr olmadan
Ol "kaabe kavseyn"in ev ednâsıyuz

Yok iken Âdem'le Havvâ âlemde
Hak ile Hak idik sırr-ı mübhemde
Bir gececik mihman kaldık Meryem'de
Hazret-i İsâ'nın öz babasıyuz

Bize "Peder" dedi tıfl-ı Mesîhâ
"Rabbi erinî" deyü çağırdı Mûsâ
"Len terânî" deyen biz idik ana
Biz Tûr-ı Sînâ'nın tecellâsıyuz

"Küntü kenz" remzinin olduk âgâhı
"Hakk al-yakîn" gördük cemâlullahı
Ey hoca bizdedir sırr-ı ilâhî
Biz Hacı Bektâş'ın fukarâsıyuz

Zâhidâ şânımız "İnnâ fetahnâ"
Harâbî kemteri serseri sanma
Bir kılı kırk yarar kâmiliz amma
Pir Balım Sultan'ın budalasıyuz.

Tarihçi Murat Bardakçı, şiiri bugünün Türkçesi ile şöyle izah ediyor; 

"Biz, Allah Ol emrini vermeden önce de kâinatta idik. O'nun güzel yüzünü hiç kimse görmeden önce biz gördük. Cebrail'e iki ok boyu mesafeden daha yakın olduk. Âdem ile Havvâ âlemde vâr olmadan evvel, o bilinmezlik içerisinde biz Hak ile yakın olmuştuk. Hazreti Meryem'de bir gece misafir kaldık. Hazreti İsa'nın öz babası biziz. İsa "Baba", Musa da "Rabbim bana görün" diye bize hitab etti. Musa'ya "Sen beni göremezsin" cevabını biz verdik, Tanrı Dağı'nda görünen biziz. Allah sözü olduğu söylenen "Ben gizli bir define idim" sözünün ne olduğunu biz biliriz, Allah'ın güzel yüzünü yakından biz gördük. İlâhî sırlar bizde gizlidir, bizler Hacı Bektaş-ı Velî'nin yolundan gidenleriz. "Biz sana apaçık bir zafer verdik" âyeti bizim şânımızdır. Kılı kırk yaran olgun bir insanız ama pîrimiz Balım Sultan'a bağlanmışız."  )

144. Dedi; Ey Musa, sözlerimle ve gönderdiğim belgelerle insanlık için seni seçtim. Artık sana verdiklerimi al ve teşekkür edenlerden ol,

145. Nasihat adına ne varsa hepsini levhalara yazdık ve dedik ki; Bunlara sıkı sarıl, kavmine de ona uymalarını emret, yoldan çıkanların akıbetini yakında göstereceğim,

( Musa'ya verilen bu levhalara dikkat edin, onlar Kamer suresinde Nuh'un gemisini de yüzdürecek olan levhalardır. )   

146. Boş şeylerle büyüklenenleri ayetlerimizden uzaklaştıracağım. Onlar bütün ayetlerimiz açıklansa bile iman etmez, aklın ve ilmin yolunu yol edinmez, aksine akılsızların yolunu yol edinirler. Ayetlerimizi yalanladıkları ve anlamadıkları için böyleler,

("Rüşd": Gerçekleri görmek, doğruları yanlışları fark etmek, sağduyu sahibi olmak, ilmen olgunlaşmak. "İrşad": Bilgi vermek, aydınlatmak. "Mürşid": Bilgi veren, aydınlatan, yol gösteren. "Gayy": Aklın gerçeklerden kopması, doğru yolu kaybetmek, rüşd'ün zıddı.

Bugün dini bilmeyen bazıları Kuran'ı ve Hz. Muhammet'i, bilimi bilmeyen bazıları ise Mustafa Kemal Atatürk'ü ve devrimlerini eleştirirler. "Dünyada en hakiki mürşit ilimdir." sözü, bu ayetin tefsiri değil de nedir? )


147. Ayetlerimizi ve gelecekteki dirilişi yalan sayanların yaptıkları boşadır, yaptıklarından başka bir şey mi bulacaklar?

148. Ve Musa'nın kavmi onun yokluğunda ses çıkaran süslü bir buzağı heykelini ilah edindiler. Onun doğru yolu gösteremediğini görmediler mi ki onu ilah edinip de zalimlerden (nefsine uyanlardan) oldular?

("Hilye": Güzel sıfatlar, iyi özellikler, süs, ziynet. "Huliyy": Altın, gümüş, zümrüt, elmas, mücevherle süslenmiş takı ve eşya. "İcl": Buzağı, körpe, lezzetli, nefis.

Buzağı boğanın yavrusudur. Eski dönemlerde Boğa ve öküz gibi güçlü hayvanlar Mısır, Asur, Babil gibi büyük devletleri, buzağı ise Fenike, İsrail gibi küçük devletleri sembolize edermiş. )

149. Hata yaptıklarını anladıklarında başları öne düşer ve derler ki; Eğer rabbimiz acıyıp bağışlamazsa mahvolduk,

150. Musa üzgün, biraz da kızgın bir halde kavmine dönünce dedi; Neden yokluğumda kötü işler yaptınız, neden rabbinizin emrini beklemediniz? Levhaları yere attı ve kardeşini saçından tutup çekti. Kardeşi dedi; Ey anamın oğlu, bunlar beni zayıf gördüler ve neredeyse öldüreceklerdi. Bari sen düşmanları bana güldürme, beni bu zalim (nefsine uyan) kavimle bir tutma,

151. Dedi; Rabbim beni ve kardeşimi bağışlayıp yardım et, sen yardım ve merhamet edensin,

152. Şüphesiz buzağıyı ilah edinenler rablerinin öfkesiyle ve dünyada düşkünlükle karşılaşırlar, nefsinin kötülüklerini bize mal edenleri işte böyle cezalandırırız,

153. Kötü bir iş yaptıktan sonra pişman olup iman edenlere gelince, şüphesiz ki rabbin affedip yardım edendir,

154. Musa öfkesi geçince levhaları topladı. Birinde şu vardı; “Rablerinden korkanlara yol gösterip yardım edilir.”

155. Ve Musa bize kavuşmak üzere belirlediği kavminin yetmiş talihli adamı kendi aralarında anlaşmazlığa düştüklerinde dedi; Rabbim, dileseydin onları da beni de daha önce yıkıp yok ederdin. İçimizden birkaç akılsızın yaptıkları yüzünden hepimizi yok eder misin? Bu olanlar senin hakkında bir görüş ayrılığıdır ve onunla dilediğini saptırır, dilediğini doğru yola iletirsin. Sen bizim koruyucumuzsun, öyleyse bize merhamet et ve bizi bağışla. Sensin bağışlayanların en hayırlısı,

("Ahter": Yıldız, bahtı açık, şanslı, talihli. "Mikat": Bir iş için tayin edilen yer ve zaman. "Recfe": Toplumsal kargaşa, iç sarsıntı, kaos, anlaşmazlık, karışıklık. "Helak": Yıkılmak, bitmek, mahvolmak. "Sefih": Akılsız, boş kafalı, boş işlerle uğraşan. )

156. Bize bu dünyada da ölümden sonraki hayatta da iyilikler ver, biz şüphesiz sana döndük. Dedi; Dilediğimi cezalandırırım ama merhametim her şeyi kuşatmıştır. Onu koruyup korunanlara, malından verip temizlenenlere ve ayetlerimize iman edenlere vereceğim,

157. Onlara analık eden o elçiye uyanlar; onun Tevrat ve İncil’de de yazılı olduğunu görürler. Onlara iyiliği emredip kötülüğü yasaklar, temiz şeyleri helal pis şeyleri haram kılar ve üstlerindeki ağırlıkları kaldırıp zincirlerini kırar. Ona iman edip saygı gösteren, yardım eden ve onunla gönderilen şu bilgiye uyanlar var ya, işte kurtuluşa erenler onlardır,

( Ümm, okuma yazma bilmeyen, anadan doğduğu gibi olan, anlamı taşıdığı gibi emziren, doyuran, ana, manasına da gelir. )

158. De ki; Ey halkım, şüphesiz O İlah’tan hepinize elçiyim. Odur göklerin ve yerin sahibi, Ondan başka ilah yoktur, Odur dirilten ve öldüren. Öyleyse O İlah’a iman edin ve O İlah’ın kelimelerine (elçilerine) iman eden o fedakar elçiye uyun ki doğru yolu bulasınız,

159. Gerçeği gösteren ve adaletle davranan bir ümmet (topluluk) Musa’nın kavminde de vardı,

160. Biz o nesli on iki ümmete (topluluğa) ayırmıştık ve kavmi susuzluktan şikayet ettiğinde Musa’ya; Asan ile taşa vur, (cahillere bilgi ver) dedik. Ondan on iki önder belirdi de her ümmet (toplum) tabi olacağı yeri bildi. Onları bulutla (yardımımızla) gölgeledik. Üzerlerine Menn (dünya nimeti) ve Selva (ahiret nimeti) indirdik ve dedik; Sizi beslediğimiz şeylerin temiz ve güzel olanlarından yiyin ve teşekkür edin. Ancak onlar bize değil, kendi nefislerine yazık ettiler,

("Kad": Kesmek, ayırmak, yol almak, yüzerek geçmek. "Esbat" : Çocukların çocukları, torunlar, nesiller. "Ümem": Ümmetler, milletler, kavimler. "Ümmet": Aynı dinde müşterek olan insanlar. "İsteska": Susamak, susuzluk çekmek, su istemek. "Asa": Asa, sopa, baston, değnek. "Darb": Vurmak, vuruş, beyan etmek, açıklamak. "Edrub": Ata sözleri, misaller, nasihatler, darbeler. "Hacer": Taş, kaya. "İnbeces": Sızma, sızdırma, belirme. "Ayn": Göz, pınar, kaynak, zat, kavmin önde geleni. "Meşreb": Huy, yaratılış, tabiat, ahlak, içmek, su içecek yer. "Gamam": Örtü, koruma, koyu yağmur bulutu, yardım. "Zıll": Gölge, rahatlık.   

Kudret helvası ve bıldırcını Bakara 2/57 ayetinde bulabilirsiniz. )

161. Ve onlara denilmişti ki; Şu şehre gidip neresinde isterseniz yerleşin ve dilediğiniz gibi yaşayın. Ancak hıtta deyin (suçunuzu itiraf edin) ve kapısından secde ederek (O İlah'ın ayaklarına kapanarak) girin ki suçlarınızı bağışlayalım ve rabbini görür gibi olanlara iyiliğimizi arttıralım,

( O şehrin Kudüs olduğu söylenir ve doğru olmalıdır. Çünkü Mescid-i Aksa'nın 14 kapısından birinin adı Hıtta kapısıdır. Hıtta kelimesi Bakara 2/58 ayetinde de geçer ve "suçunu itiraf etmek" demektir. Bu kavram İslamda tövbe, Hristiyanlıkta ise günah çıkarma olarak bilinir. )

162. Fakat onlar söyleneni başka bir söz ile değiştirdiler de, yaptıkları çarpıtmadan ötürü üzerilerine gökten bir azap gönderdik,

163. Onlara deniz (Lut gölü) kıyısında olan köyü de sor ki, rezilliği arttırdıkları kutsal günde onların büyük balıkları (sünnetlileri) ayıp iş için gelir de, kutsal olmayan günlerde gelmezlerdi. Yoldan çıktıkları için biz onları böyle deniyorduk, 

("Karye": Köy, beldeden küçük yerleşim yeri. "Hazır": Mevcut olan, hazır bulunan, orada olan."Sebt": Yahudilerin şabat dediği kutsal cumartesi günü. "Hut": Balina, yunus balığı, büyük balık, büyük akıl. "Hitan": Balinalar, büyük balıklar. "Şürr": Ayıp iş, çirkin iş. çirkin davranış.

Balıkların bu kadar akıllı, insanların bu kadar akılsız olduğu bir dünya var mı? Balıkların bu kadar akıllı olduğu bir dünya yok ama bazı insanların oldukça saf ve temiz olduğu böyle bir dünya var.

Acaba Peygamber neler düşünürdü bu ayeti okurken? Yoksa o da bilmez miydi o köyün hangi köy olduğunu ve orada neler olduğunu? Yoksa bilirdi de kimselere söylemedi mi? Yoksa söyledi de bize mi ulaştırılmadı? Mucizelere inanmadığına ve Kuran'dan hiçbir şeyi saklamadığına göre, bir yerlerde kayıp bir bilgi olmalı.


Düğümü ilk çözen, bugün çoğumuzun unuttuğu eski bir bilgi oldu. Eski kültürlerde nehir, göl, deniz ayrımı yapılmaz, bütün büyük sulara deniz denirmiş. Nitekim Kuran'da göl kavramı ile deniz kavramı ayrılmış değildir. Kuran’da göl kavramı yoktur. Diğer taraftan, hadislerde adı geçen Taberiye gölü Lut gölünün eski adıdır ve Lut denilince herkesin aklına tek bir şey gelir, meleklere bile sarkıntılık etmeye kalkışan eşcinsel bir kavim.

Düşünün, Hz. İbrahim, sünnet, Lut ve Lutilik. Şüphe yok ki o köy Lut gölü kenarındaki eski Sodom köyüdür. Bu gerçekler zincirinde balığa yer yok. Zaten Lut gölü aşırı tuzlu, değil balık solucan bile yok. Diyelim ki o zamanlar vardı, siz hiç gölde yaşayan bir balina  ya da yunus balığı gördünüz mü? Şu halde kimdi veya neydi o kutsal günde kötülük için gelen büyük balıklar? Bu balıklarla Lut'a gönderilen eşcinsel melekler arasında bir ilgi var mı?

Evet, var görünüyor. Arapça bir sözlük bulabilirseniz açın ve orada Hitan (Ha-Ye-Te-Elif-Nun) kelimesini arayın, karşılığında "büyük balıklar, balinalar" anlamı göreceksiniz. Yine onun yakınlarında, Hitan'a çok benzeyen  başka bir kelime daha göreceksiniz, Hıtan (Hı-Ye-Te-Elif-Nun). Ve onun karşılığında şu anlamı göreceksiniz; "sünnetliler". Bu iki kelime arasındaki tek fark, Hı harfinin noktalı, Ha harfinin noktasız olmasıdır. Arapça sözlük bulamazsanız bu aramayı Google Çeviri üzerinden, "onların balinaları" ve "onların sünnetlileri" yazarak da yapabilirsiniz.

Bu şu demek; Eğer bu ayeti Kuran'ın noktasız ve harekesiz haliyle okusaydık, sadece kutsal günlerde gelen o büyük balıkların İbrahim ve Lut ile birlikte sünnet olup söz verdikleri halde eski dinlerinde kalmakta ısrar eden "sünnetliler" olduğunu görecektik.

Bu deformasyonun Mısır, Suriye, Irak ve İran'ın İslamlaştırılması sürecinde, geçişi kolaylaştırmak üzere yöneticiler tarafından yaptırılan bilinçli bir deformasyon olduğu anlaşılıyor. )
     
164. Onlardan bir ümmet (bazı anlayış sahipleri), O İlah'ın şiddetle azap edeceği veya yok edeceği bir kavme (millete) niçin nasihat ediyorsunuz dediklerinde uyaranlar dediler; Rabbinize suçun nedenlerini arz ediyoruz, umulur ki onlar da koruyup korunurlar,

("Mazeret": Elde olmaksızın suç işlemek, kazara suça karışmak, zorunlu kılan nedenleri beyan ederek özür dilemek.

Bu uyaranların kimler olduğunu ve bu uyarıların neler içerdiğini bilmiyoruz, olsa olsa dinler tarihine ve ayetteki mazeret kelimesine bakarak tahmin yürütebiliriz. Elmalılı, konuşanların Lut'a inanan küçük bir kesim, uyaranların ise Lut ve birkaç kişi daha olduklarını söylüyor. Daha açık bir bilgiye rastlamadım. )

165. Onlar uyarıları dikkate almayınca da suçu yasaklayanları kurtardık ve yoldan çıkmakta ısrar edenleri şiddetle cezalandırdık,

166. Yasakları çiğnemekte haddi aşanlara dedik; Taşlanıp kovulan maymunlar olun,

("Kırd": Maymun, atılmış yüne benzeyen bulut. "Akrad-Kurud": Maymunlar. 

Taşlanıp kovulan bu maymunlar yukarıda 163. ayette okuduğumuz sünnetlilerdir  ve Bakara 2/65 ayetinde açıklanır. ) 

167. Rabbin kıyamet gününe kadar onları takip edip cezalandıracak kimseler göndereceğini ilan etti. Şüphesiz rabbin hızlı karşılık veren ve şüphesiz merhametiyle kusurları örtendir,

168. Biz onları yeryüzünde ümmetler (milletler) halinde dağıttık, aralarında içten olanları da var, olmayanları da var. Onları iyilik ve kötülükle sınıyoruz, umulur ki dönerler,

169. Onların ardından, gerçekleri tahrif etmek pahasına şu değersiz dünya malına tamah eden, kitaptan söz ederek insanları aldatan birtakım kötü kimseler geldi. Biriktirdikleri kadar daha verilse onu da alırlar. Peki onlar kitabı okumamışlar, O İlah hakkında gerçekten başka bir şey söylemeyeceklerine dair söz vermemişler miydi? Gelecek yaşam koruyup korunanlar için daha değerlidir, hâlâ anlamıyor musunuz?

170. Kitaba sarılan ve namazı (duayı) yükselten içten kimselerin gayretini unutmayacağız, 

171. Dağı (Tur dağı, kıyamet ilmi) bir gölgelik gibi başlarına kaldırdığımızda onun neredeyse vuku bulacağını zannetmişlerdi. Size verdiklerimize sımsıkı sarılın ve içindekileri aklınızdan çıkarmayın, umulur ki böylelikle koruyup korunursunuz,

("Cebel": Dağ, alim, ilim sahibi. "Vakıa": Vaka, olay, hadise, vuku bulan. )

172. Diriliş gününde; Biz bundan habersizdik, demeyesiniz diye rabbin Âdem oğullarının arkasından gelen nesillerini alırken kendi nefislerini şahit tuttu; Ben sizin rabbiniz değil miyim?Dediler, Evet, şahidiz.

("Zahr": Arka, sırt. Zürriyet": Soy, nesil.

Bu ayetin söz ettiği şahitlikten Maide 5/7, Rad 13/20, Hadid 57/8 ve Rum 30/30 ayetlerinde de söz edilir. Bu nasıl bir şahitlik?


Anlatıldığına göre Allah ruhlar aleminde önce Adem'i yaratmış, sonra onun sırtından bütün insanların ruhunu çıkarmış ve hepsini bir araya toplayıp sormuş; Ben sizin rabbiniz değil miyim? Bizler de, evet demişiz.

Ben böyle bir şahitlik yaptığımı hatırlamıyorum, kimsenin hatırladığını da zannetmiyorum. Hatta daha da ötesi, hiç birimiz böyle bir şahitlik yapmış olamayız. Çünkü Kuran'da bu olayı böyle anlatan bir ayet olmadığı gibi, tam aksine bir ayetinde böyle bir şahitlik yapamayacağımızı söylüyor;
" O İlah sizi analarınızın karnından siz hiçbir şeyin farkında değilken çıkardı. Nahl 16/78"

Şu halde bir yerlerde bir yanlışlık olmalı, nerede olabilir.? İlk hatamız, sırt olarak anladığımız "zahr" kelimesindedir. Kuran bu kelimeyi sadece arkamızdaki sırt bölgesini anlatmak için değil, ölen ya da uzun yola çıkan bir insanın arkada bıraktığı şeyleri anlatmak için de kullanır;
" Şüphesiz başlangıçta olduğu gibi bize yine tek başınıza gelir ve dünyada verdiğimiz şeyleri arkanızda bırakırsınız. Enam 6/94"

İkinci hatamız ruh kelimesindedir. Bu şahitlikle ilgili olarak ne bu ayette, ne de yukarıda saydığım dört ayette ruh kelimesi yoktur. Kim uydurdu bu hikayeyi, kim koydu bu hikayeye ruh kelimesini, bilen var mı.? Bilen yoksa, uydurmaları ve kör imanları bir yana koyup hakka, yani gerçeğe dönebiliriz.

Yeni doğan bir bebeğin ilk şahitlik ettiği kimse annesi ve babasıdır. Oğluma veya kızıma; Senin baban ben değil miyim diye sorsam, evet derler. Aynı soruyu babam bana sorsaydı, ben de ona evet derdim. Ve bu zincir Adem'e ve Allah'a varıncaya kadar böylece sürüp gider. Adem Allah'ı kendisini yaratıp iyilik ettiği için tanıyıp tasdik eder, çocuklarımız da bizi onları yaratıp büyüttüğümüz için tasdik ederler. Çocuklarımıza Allah'ın insanda gizlenen varlığını ve ahde vefa zincirini öğreten biziz. Kuran şahitlik kavramını bu nedenle çok önemser. )


173. Veya daha önce babalarımız ortak koşmuştu biz de onların peşinden gittik, bizi onların hatası yüzünden mi cezalandıracaksın demeyesiniz diye,

174. İşte ayetleri inceden inceye açıklıyoruz, umulur ki dönerler,

175. Onlara ayetlerimizi verdiğimiz kimsenin haberini de anlat. Onlara sırt çevirince şeytan onu bağladı ve azgınlardan oldu,

176. Dileseydik onu yükseltirdik, fakat o dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu köpeğin durumuna benzer ki, ne söylersen söyle ha bire dilini sarkıtıp solur. Gerçeği anlamayan kişinin durumu buna benzer. Bu benzetmeyi söyle, belki üzerinde düşünürler,

177. Kendine zalimlik ederek (nefsine uyarak) ayetlerimizi yalanlayan bir milletin misali ne kötü,

178. O İlah kime doğru yolu gösterirse o doğru yoldadır ve kim de şaşırırsa kendine etmiştir.

179. Şüphesiz cinler ve insanlardan çoğu için cehennemi hazırladık. Onların kalpleri (anlayışları) vardır anlamazlar, gözleri vardır görmezler, kulakları vardır işitmezler. Hayvan gibidirler, hatta daha da aşağı, onlar kendinden habersiz olanlardır,

( Surenin başlarında, Ademi ve İblisi okurken cinleri görmüştük. Aslında fiziksel olarak onlar da Adem cinsinden birer insandılar. Ademi cinlerden ayıran fark, bilgelerden aldığı yaratılış ve diriliş bilgisidir. )

180. En güzel isimler O İlah'ındır, şu halde Onu onlarla ara. Onun isimlerini çarpıtanlardan uzaklaş, yaptıklarının cezasını yakında görecekler,

( Ben Allah isminin Müslümanlarca çarpıtıldığı inancındayım. )

181. Yarattığımız insanlardan bir ümmet (topluluk) gerçeği gösterir ve adaletle davranır,

182. Ayetlerimizi yalanlayanları bilmedikleri bir yerden derece derece alçaltıyoruz,

( Bilmediğimiz yer gelişen bilimsel teknoloji, alçaldığımız yer hayvanlıktır. )  

183. Onlara zaman tanırım, benim tuzağım sağlamdır,

184. Görmüyorlar mı ki arkadaşlarında delilik yoktur, o sadece bir uyarıcıdır,

185. O İlah’ın göklerdeki ve yerdeki yönetimini görmüyor, onlar için belirlenen sürenin sona ermek üzere olduğunu düşünmüyorlar mı? İman etmeleri için bundan fazla ne söylenebilir,

186. O İlah’ın şaşırttığı kimsenin yol göstereni yoktur ve onları kendi şaşkınlıkları içinde terk eder,

187. Sana dirilişin vaktini soruyorlar. De ki; Onun ilmi ancak rabbimin katındadır, onun vaktini Ondan başkası bilmez, o bilgi yere göğe sığmaz ve ansızın gelecektir. Sanki biliyormuşsun gibi sana soruyorlar, de ki; Onun bilgisi ancak O İlah’ın katındadır, ama insanların çoğu bilmez,

( Kıyametin vaktini kimse bilmez, çünkü onun vaktini bizim yürüyüş hızımız belirler. Ama artık şunu biliyorum ki, ne kadar çok gayret edersek, o kadar çabuk gerçekleştirebiliriz. Bu büyük güç insanlığın birleşmesinde saklı ve bugün bazı güçler de bunu gerçekleştirmeye çalışıyorlar. )

188. De ki; O İlah’ın dilediğinden öte, ben kendime bile fayda veya zarar verecek halde değilim. Geleceği bilseydim elbette daha çok iyilik yapardım da bana hiçbir kötülük dokunmazdı. Ben iman edenler için sadece bir uyarıcı ve müjdeleyiciyim,

189. Hepinizi tek bir nefisten yaratan, ondan (insanlık nefsinden) eşini yaratan Odur. Eşler birleşince dişi hafif bir yük yüklenip bir müddet taşıdı, yükü ağırlaşınca rableri O İlah’a dua ettiler; Bize içten bir evlat verirsen muhakkak teşekkür edenlerden olacağız,

190. Fakat O içten bir evlat verdikten sonra Ona ortak koştular, oysa O İlah onların ortak koştuğu şeylerden yücedir,

191. Yaratmak bir yana bizzat kendileri yaratılmış olan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

192. Oysa onlara değil, kendilerine bile yardım edecek güçleri yoktur,

193. Doğru yola davet etseniz gelmezler, davet etseniz de etmeseniz de birdir,

194. O İlah dışında dua ettiğiniz şeyler de sizin gibi kullardır. İsterseniz çağırın da bakın bakalım size cevap veriyorlar mı?

195. Yürüyecek ayakları mı var, tutacak elleri mi var, görecek gözleri mi var, yahut işitecek kulakları mı var? De ki; Ortaklarınızı çağırıp istediğiniz tuzağı kurun, elinizden gelirse göz açtırmayın,

196. Şüphesiz benim koruyucum kitabı indiren O İlah'tır ki, O içten olanlara koruyuculuk eder,

197. Onun dışında dua ettiklerinizin ne size ne de kendilerine yardıma güçleri yoktur,

198. Doğru yola çağırsanız işitmezler, seni gördüklerini sanırsın oysa görmezler,

199. Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir,

200. Eğer şeytandan bir kuşku gelirse O İlah’a sığın, çünkü o işitendir, bilendir,

201. Koruyup korunanlar var ya, şeytandan gözleri karartan bir tayfun estiğinde (çok öfkelendiklerinde) hemen anlatılanları hatırlar ve gerçeği görürler,

202. Şeytanın dostları ise derin dertlere doğru sürükler ve bırakmazlar,

203. Duymak istedikleri bir ayet için dediler ki; Onu da uydurup söyleseydin ya. De ki; Ben ancak rabbimden bana bildirilene uyarım. Bu rabbinizden anlayışlarınızı açan bir bilgi ve iman edenlere yol gösteren bir yardımdır,

204. Kuran okunduğu zaman susun ve dinleyin ki size de yol gösterilsin,

205. Sabah akşam sözün sessizi ile kendi içinde rabbini zikret (Allah ilmini hatırla), umursamazlardan olma,

206. Şüphesiz ki rabbinin makamını bilen kimseler ona kullukta büyüklenmezler, Onu yaşatırlar ve Ona secde ederler (ayaklarına kapanırlar).

( İnsana secdeyi geride bırakan tek tanrılı dinler, insanlığa secdeyi öğrendiklerinde rablerinin makamını da öğrenmiş olacaklar. )

***


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder