İnsanla görünen O İlah
adına,
1. Elif, Lam, Mim. ( Doğru, Eğri, İnsan. )
" Elif, Lam, Mim harfleri bir kelime oluşturur demiyorum, tam aksine her harf ayrı bir kelimedir diyorum."
Hz. Ebubekir'e ait kişisel bir yorumda da şöyle deniyor; " Allah'ın her kitabında bir sırrı vardır, Kuran'daki sırrı da bu harflerdir."
Bazı müfessirler bu yoruma istinaden Allah'ın Kuran'daki sırrıdır der geçerler, Hz. Ebubekir'in bu sırrı biliyor olabileceğini hiç akıllarına getirmezler. Kuran'da sır olmadığını savunan bazı müfessirler ise özellikle son yıllarda bu konuda çalışmaktan ve fikir yürütmekten çekinmiyorlar. Bu konuda biz de aynı görüşteyiz ve bu konudaki çalışmalarımızı sizinle paylaşacağız. Bu konudaki notlarımızı 68 Kalem suresi altında takip edebilirsiniz. )
2. İşte içinde şüpheye yer olmayan kitap, koruyup korunanlar için yol gösterici,
("Takva": Koruma, korunma. "İttika": Korumak, korunmak.
"Müttaki": Koruyan, korunan. )
3. Onlar gayb'a (görünmeyene) iman eder, namazı (duayı) yükseltir ve kendilerine verdiklerimizden
başkalarına da verirler,
("Gayb": Gizli olan, görünmeyen. "İman": Emin olmak, güven duymak, gerçeği kabul ve tasdik etmek. "Salat": Anış, arayış, namaz. "İkame": Dikmek, ayağa kaldırmak, değerini yükseltmek, amacına ulaştırmak, yerine oturtmak. "İnfak": Harcama, paylaşma, yardımlaşma, karşılıksız verme.
Gayb kelimesinden kastedilen öncelikle Allah kavramı ve kıyamet denilen diriliştir. )
Gayb kelimesinden kastedilen öncelikle Allah kavramı ve kıyamet denilen diriliştir. )
4. Yine onlar sana
indirilene de, senden önce indirilenlere de iman eder ve ahiretin (ölümden sonraki dirilişin) kesin olduğunu bilirler,
("Ahiret": Diğeri, sonraki, ölümden sonraki hayat. "Yakin": Yakın olmak, yakından tanımak, kesin olarak bilmek.)
5. İşte onlar rablerinin
gösterdiği yoldadır ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.
6. Şüphesiz ki kafirlere (kalp körlerine) ne söylersen söyle fark etmez, dinlemezler,
("Kafir": Kendi kalbinde yaşayanı örten, kendi kalbinde yaşayanı gizleyen, kalp körü. )
7. O İlah anlayışlarını ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerini perdelemiştir ve onları büyük bir azap bekliyor.
8. İnsanlardan bazıları
da var ki, O İlah’a ve ahiret gününe (diriliş gününe) iman ettik derler de iman etmiş değillerdir,
9. O İlah’ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar, oysa ancak kendi kendilerini aldatıyorlar da farkında
değiller,
10. Kalpleri (anlayışları) hastalıklıdır ve O İlah hastalıklarını arttırmıştır, yalan söyledikleri için
acıklı bir azapla karşılaşacaklar,
("Kalb": Kalp, yürek, gönül, her şeyin ortası, ilmin ve imanın evi, halden hale değişen, anlayış. "Azab": Elem, keder, sıkıntı, azap. )
("Kalb": Kalp, yürek, gönül, her şeyin ortası, ilmin ve imanın evi, halden hale değişen, anlayış. "Azab": Elem, keder, sıkıntı, azap. )
11. Onlara yeryüzünde
kargaşa yaratmayın denildiğinde; Biz düzen sağlamaya çalışıyoruz derler,
12. Oysa kargaşanın asıl
nedeni kendileri de bundan haberleri bile yok,
13. Onlara, siz de
insanların iman ettiği gibi iman etsenize denildiği vakit; Ahmakların iman ettiği gibi mi iman edelim, derler. Aslında kendileri ahmaklık ediyorlar da
farkında bile değiller,
( Akıllılar halkın
imanında bir eksiklik olduğunu fark ederler, ancak o eksikliğin ne olduğunu bir türlü göremezler, çünkü kendi kalplerinde olanı bilmezler. )
14. İman edenlere biz de
iman ettik der, kendi şeytan dostları ile baş başa kaldıklarında ise; Onlarla dalga geçiyoruz, elbette sizin gibi düşünüyoruz, derler,
15. Gerçekte O İlah
onlarla dalga geçmektedir ve kendi çelişkileri içinde bocalar bir halde
bırakır,
16. İşte onlar doğrunun
yerine yanlışı satın alanlardır. Bu alış verişten kazançlı çıkmamış ve doğru yolu bulamamışlardır,
17. Onların misali ateş yakan kimseye benzer ki, ateş çevresindeki şeyleri aydınlattığında O İlah onların nurlarını (ışıklarını) siler de karanlıklar (belirsizlikler) içinde görmez halde terk eder,
( Ateş bilimsel gelişmedir. Her bilimsel gelişme bir ateştir ve bir süre çevresine toplananları aydınlatır. Ancak sonra başka bir yerde başka bir ateş yanar ve bir önceki ateşi söndürür. Bu böylece sürer gider ve insanlar hangi ışığa koşacaklarını bilemez olurlar. Nur ise kendi kalplerinde yanan ateşin ışığıdır ve o hiç sönmez. )
( Ateş bilimsel gelişmedir. Her bilimsel gelişme bir ateştir ve bir süre çevresine toplananları aydınlatır. Ancak sonra başka bir yerde başka bir ateş yanar ve bir önceki ateşi söndürür. Bu böylece sürer gider ve insanlar hangi ışığa koşacaklarını bilemez olurlar. Nur ise kendi kalplerinde yanan ateşin ışığıdır ve o hiç sönmez. )
18. Onlar sağır, dilsiz
ve kördürler, bu nedenle geri de dönemezler,
19. Veya gökten (bilgeliklerden) sağanak gibi inen karanlıklar (belirsizlikler), gök gürültüleri (tehditler) ve şimşekler (korkular) içinde, çarpılıp ölmekten korkarak kulaklarını tıkayan kimseye benzerler ki, O İlah kafirleri (kalp körlerini) çepeçevre kuşatmıştır,
("Sayyib": Yağmur veren bulut. "Zulumat": Karanlıklar, belirsizlikler, nefse uymalar. "Rad": Gök gürültüsü, tehdit. "Berk": Şimşek, yıldırım, tanrının ödül ve ceza olan iki elinden ceza eli. "Saika": Çarpma, çarpılma, ölüye dönme, kendinden geçme, şuurunu kaybetme. )
("Sayyib": Yağmur veren bulut. "Zulumat": Karanlıklar, belirsizlikler, nefse uymalar. "Rad": Gök gürültüsü, tehdit. "Berk": Şimşek, yıldırım, tanrının ödül ve ceza olan iki elinden ceza eli. "Saika": Çarpma, çarpılma, ölüye dönme, kendinden geçme, şuurunu kaybetme. )
20. Şimşekten (korkudan) neredeyse gözleri kayacak, ama her defasında korku yol gösterdiğinde birkaç adım atar, karanlık çökünce de (nefse uyunca da) oldukları yerde kalakalırlar. O
İlah dileseydi hepten gözlerini kör, kulaklarını sağır ederdi. Şüphesiz O İlah her şeye gücü yetendir,
21. Ey insanlar, sizi ve
sizden öncekileri yaratan rabbinize kulluk edin, umulur ki böylelikle koruyup korunursunuz,
22. O ki size yeri yatak
yaptı, gök (bilgelik) ile örtüp korudu ve gökten (bilgeliklerden) indirdiği su (ilim) ile
size çeşitli ürünler çıkardı. Artık bunu bile bile O İlah’ın benzerini
aramayın,
( Meseleyi gökten inen yağmur ile sınırlamayın, köylerde açılan su kuyularını, insan eliyle yapılan göletleri, su kanallarını, meyveleri, sebzeleri hatırlayın. )
( Meseleyi gökten inen yağmur ile sınırlamayın, köylerde açılan su kuyularını, insan eliyle yapılan göletleri, su kanallarını, meyveleri, sebzeleri hatırlayın. )
23. Eğer kulumuza
indirdiklerimizden şüpheniz varsa ve samimi iseniz, O İlah’tan başka
yardımcılarınızı da çağırıp bunun benzeri bir sure de siz söyleyin,
24. Eğer yapamazsanız, ki
elbette yapamayacaksınız, şu halde kafirler (kalp körleri) için hazırlanan ve yakıtı insanlarla
taşlar olan ateşten sakının,
("Vakd": Ateşin yanması, tutuşması. "Vakud": Odun kömür gibi yakılacak şeyler, yakıt.
Ayetin iddiası şu; Kuran insanlık tarihinden söz ediyor ve sizin söz edebileceğiniz başka bir insanlık tarihi yok. Peki, taşlar nasıl yanar? Surenin 74. ayeti bu taşların, Kuran'ın insandan bile saymadığı taş kesilmiş insanlar olduğunu anlatır. Bu taş kesilen insanlar, 31 Lokman suresinde aktardığımız Gılgamış Destanında "Taştan adamlar" olarak anılıyor. )
Ayetin iddiası şu; Kuran insanlık tarihinden söz ediyor ve sizin söz edebileceğiniz başka bir insanlık tarihi yok. Peki, taşlar nasıl yanar? Surenin 74. ayeti bu taşların, Kuran'ın insandan bile saymadığı taş kesilmiş insanlar olduğunu anlatır. Bu taş kesilen insanlar, 31 Lokman suresinde aktardığımız Gılgamış Destanında "Taştan adamlar" olarak anılıyor. )
25. İman edip iyi işler
yapanlara altından nehirler akan cennetler (saklı bahçeler) olduğunu
müjdele. Oradaki (saklı bahçelerdeki) meyvelerden yedikçe; Bunu dünyadayken de
yemiştik, derler. Evet, bu nimetler dünyadakilere benzer olarak verilmiştir.
Orada onlar için tertemiz eşler de vardır ve onlar orada ebedi kalacaklar,
("Hadika": Bahçe. "Hadaik": Bahçeler. "Cenn": Örtülen, gizlenen, saklanan, ana karnındaki cenin. "Cennet": Saklı bahçe, saklı yurt. "Cennat": Saklı bahçeler, saklı yurtlar.
O cennetler ve meyveler dünyada olduğu gibi maddi bir gerçek midir? Eğer değilse uykuya benzer bir hayale inanıyoruz demektir ki böyle bir inanç Kuran'ın gerçekliğiyle bağdaşmaz. Eğer gerçekse sormalıyız, kim yaptı? İman edenler Allah deyip geçebilir, ama biz okur ve anlamaya çalışırız. Biliriz ki dünyada olup biten her şey sebeplerle birbirine bağlıdır, eğer gerçek iseler o cennetlerin ve meyvelerin de bir sebebi olmalı değil mi? Aradığımız o sebebi Rahman 55/48 ayetinde buluyor ve görüyoruz ki yine insandır, emektir ve tecrübedir. )
O cennetler ve meyveler dünyada olduğu gibi maddi bir gerçek midir? Eğer değilse uykuya benzer bir hayale inanıyoruz demektir ki böyle bir inanç Kuran'ın gerçekliğiyle bağdaşmaz. Eğer gerçekse sormalıyız, kim yaptı? İman edenler Allah deyip geçebilir, ama biz okur ve anlamaya çalışırız. Biliriz ki dünyada olup biten her şey sebeplerle birbirine bağlıdır, eğer gerçek iseler o cennetlerin ve meyvelerin de bir sebebi olmalı değil mi? Aradığımız o sebebi Rahman 55/48 ayetinde buluyor ve görüyoruz ki yine insandır, emektir ve tecrübedir. )
26. Şüphesiz
O İlah sivrisineği ve ondan üstün olanı misal vermekten
çekinmez. İman edenler bunun rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. Kafirler (kalp körleri) ise; O İlah bu misalle ne anlatmak istiyor, derler. Bu misalle bazılarını
saptırır, bazılarına doğru yolu gösterir. Onunla ancak yoldan çıkanları saptırır,
( Nereden çıktı bu sivrisinek, nedir onun üstünde olan, bu nasıl bir imtihan, bu nasıl bir gerçek.? Aradığımız sorunun cevabını yirmi yıl sonra Gılgamış Destanında buldum;
" Gece yarısı ansızın uyandı Gılgamış ve kalkıp anlattı dostu Enkidu’ya;
Gördüğüm rüya şöyleydi dostum,
Yüksek bir dağın dibindeydik ve Dağ üzerimize yıkıldı,
Dağ beni yere yıktı ve ayaklarımı tutup bırakmadı,
Biz onun yanında sivrisinek gibi kaldık,
Sonra bir aydınlık oldu ve bir adam göründü,
O beni Dağın altından çıkardı ve bana su içirdi,
Yüreğimi genişletti, ayaklarımı yere bastırdı."
" Gece yarısı ansızın uyandı Gılgamış ve kalkıp anlattı dostu Enkidu’ya;
Gördüğüm rüya şöyleydi dostum,
Yüksek bir dağın dibindeydik ve Dağ üzerimize yıkıldı,
Dağ beni yere yıktı ve ayaklarımı tutup bırakmadı,
Biz onun yanında sivrisinek gibi kaldık,
Sonra bir aydınlık oldu ve bir adam göründü,
O beni Dağın altından çıkardı ve bana su içirdi,
Yüreğimi genişletti, ayaklarımı yere bastırdı."
Ve Gılgamış'tan 4000 yıl sonra başka bir Kuran ayeti;
" Dağı (Tanrı dağı, Tur dağı) bir gölgelik gibi başlarına kaldırdığımızda onun üzerlerine yıkılacağını zannetmişlerdi. Araf 7/171"
" Dağı (Tanrı dağı, Tur dağı) bir gölgelik gibi başlarına kaldırdığımızda onun üzerlerine yıkılacağını zannetmişlerdi. Araf 7/171"
Destanın söz ettiği Dağ, kutsal Tuva vadisinin yanında yükselen kutsal Tur dağıdır. Bu dağın sağ yanı Tanrı arayışı, Sol yanı Dünya arayışıdır. İnsanların üzerine yıkılan dağ Dünya tutkusudur. Dünyanın altında kalan sivrisinek biziz. Yardımımıza gelen adamlar bizden bilgili olan peygamberler ve bilgeler, içirdikleri su ilimdir. )
27. Onlar vaktiyle O
İlah'a verdikleri sözden döner, O İlah'ın kendisine ulaştırılmasını
emrettiği bağları keser ve yeryüzünde karışıklık çıkarırlar. İşte onlar
kendilerine yazık edenlerdir,
" Yaratılış zincirinde biz onun en yakın akrabasıyız. Kaf 50/16" ve,
" Sakının O İlah'tan ki, o akrabalık bağları ile akıp gidiyorsunuz. Nisa 4/1" ayetlerini doğru tercüme edebilselerdi, bu akrabalık bağının ilk kaynağını ve dirilişin önemini daha erken görebilirdik. )
28. O İlah hakkında nasıl kafir (kalp körü) olursunuz ki, ölüydünüz de size hayat verdi? Sonra sizi öldürecek, yine diriltecek ve hepiniz Ona döneceksiniz,
("Meyyit": Ölü, cansız, sürekli hayat sahibi olmayan. "Emvat": Meyyit'in çoğulu, ölüler, cansızlar, sürekli hayat sahibi olmayanlar.
Kuran'a göre, yaratıcısı O İlah'tan habersiz olan insan ölüden farksızdır. Bir insanın hayat sahibi olması demek, yaratıcı O İlah'ın farkında olması, onun ruhunun ölümsüzlüğünden ölümsüzlük alarak hayat sahibi olması demektir. Çevresindeki olayların ve nesnelerin farkında olmak insan olmak için yetmez, çünkü çevrelerinde olup bitenden hayvanlar, hatta bir ölçüde bitkiler de haberdardır. Nitekim ilk insan Adem de ancak O İlah'ın isimlerini ve kelimelerini öğrendikten sonra insan sıfatı kazanır.
Bazı yorumlarda bu ayetin reenkarnasyon inancı ile ilgili olduğu söylenirse de Kehf 18/93 ayeti bu yorumların isabetli olmadığını gösteriyor. )
Kuran'a göre, yaratıcısı O İlah'tan habersiz olan insan ölüden farksızdır. Bir insanın hayat sahibi olması demek, yaratıcı O İlah'ın farkında olması, onun ruhunun ölümsüzlüğünden ölümsüzlük alarak hayat sahibi olması demektir. Çevresindeki olayların ve nesnelerin farkında olmak insan olmak için yetmez, çünkü çevrelerinde olup bitenden hayvanlar, hatta bir ölçüde bitkiler de haberdardır. Nitekim ilk insan Adem de ancak O İlah'ın isimlerini ve kelimelerini öğrendikten sonra insan sıfatı kazanır.
Bazı yorumlarda bu ayetin reenkarnasyon inancı ile ilgili olduğu söylenirse de Kehf 18/93 ayeti bu yorumların isabetli olmadığını gösteriyor. )
29. O ki sizin için
yerdekileri yarattı, sonra göğe (bilgeliklere) yöneldi ve onu yedi kat olarak düzenledi.
Şüphesiz O her şeyi bilendir,
( Yerin ve yedi göğün yaratılışının ilk yazılı örnekleri Sümerlerin MÖ 3000 yıllarında kaleme aldığı Gılgamış Destanınında görülüyor;
" Gılgamış şöyle dedi Kayıkçı Urşanabi'ye;
Çıkıp Uruk surlarına bir dolaş,
Dikkatlice bak, gözden geçir temellerini,
Bütün bunlar Pişmiş Kerpiçten yapılmış değil mi?
Yedi Bilge tarafından atılmış değil mi temelleri?"
Fransız Sumerolog Prof. Jean Bottero bu satırları şöyle açıklıyor;
" Bir efsaneye göre insanın ve kültürün yaratıcısı Tanrı Enki'nin yetiştirdiği ve eğittiği Yedi Bilgedir. Yaşam için gerekli teknik bilgileri tüm ülkeye yaymışlardı. Giriştikleri her işi başarmalarını beklemek bir gelenekti."
Ancak siz boşuna Yedi Bilge aramayın, çünkü görünmüyorlar. Sümerler zamanında da görünmüyorlardı, şimdi de görünmüyorlar. Çünkü onlar yaşayıp ölen gerçek birer bilge değil, on binlerce yılda oluşan bilgelikler ve Kuran'ın söz ettiği yedi göktür. Altı Sümer Tanrısına (altı tanrısal isme) eklenmeyi başarabilen her insan Yedinci Bilgeyi oluşturur ve Yedi Bilgelerin sayısı bilinmez.
" Gılgamış şöyle dedi Kayıkçı Urşanabi'ye;
Çıkıp Uruk surlarına bir dolaş,
Dikkatlice bak, gözden geçir temellerini,
Bütün bunlar Pişmiş Kerpiçten yapılmış değil mi?
Yedi Bilge tarafından atılmış değil mi temelleri?"
Fransız Sumerolog Prof. Jean Bottero bu satırları şöyle açıklıyor;
" Bir efsaneye göre insanın ve kültürün yaratıcısı Tanrı Enki'nin yetiştirdiği ve eğittiği Yedi Bilgedir. Yaşam için gerekli teknik bilgileri tüm ülkeye yaymışlardı. Giriştikleri her işi başarmalarını beklemek bir gelenekti."
Ancak siz boşuna Yedi Bilge aramayın, çünkü görünmüyorlar. Sümerler zamanında da görünmüyorlardı, şimdi de görünmüyorlar. Çünkü onlar yaşayıp ölen gerçek birer bilge değil, on binlerce yılda oluşan bilgelikler ve Kuran'ın söz ettiği yedi göktür. Altı Sümer Tanrısına (altı tanrısal isme) eklenmeyi başarabilen her insan Yedinci Bilgeyi oluşturur ve Yedi Bilgelerin sayısı bilinmez.
Yerin ve yedi göğün yaratılışı ile ilgili bilgileri Fussilet 41/9-12 ayetlerinde topladık. )
30. İşte o zaman rabbin
meleklere (bilgelere); Ben yeryüzünde bir halife bırakacağım, demişti de dediler; Orada ortalığı karıştırıp kan dökecek bir kimse mi bırakacaksın, oysa biz seni överek yaşatıyor ve büyük hürmet gösteriyoruz. Dedi; Şüphesiz ben sizin bilmediklerinizi bilirim,
("Halef": Birinin yerine sonradan geçen, babadan sonra kalan oğul. "Halife": Arkadan gelen, sonradan gelen, birinin yerine geçen. "Vekil": Başkasının işini gören, başkası adına yetkili olan. "Hamd": Övgü, yüceltme. "Tesbih": Sık sık hatıra getirmek, yaşatmak. "Takdis": Büyük hürmet göstermek.
Bu ayette gözden kaçan bir ayrıntı var. Allah kendisi iş başındayken niçin bir halifeye ihtiyaç duyuyor? Başka bir soru, ayet niçin vekil demiyor da halife diyor? Oysa halife ile vekil arasında önemli bir fark var. Vekil hayatta olan bir insanın işini yüklenen kimsedir. Halife ise hayatta olmayan insanın yerine geçendir. Bu ayrıntının önemini Kuran'ın ilerleyen bölümlerinde göreceğiz. )
Bu ayette gözden kaçan bir ayrıntı var. Allah kendisi iş başındayken niçin bir halifeye ihtiyaç duyuyor? Başka bir soru, ayet niçin vekil demiyor da halife diyor? Oysa halife ile vekil arasında önemli bir fark var. Vekil hayatta olan bir insanın işini yüklenen kimsedir. Halife ise hayatta olmayan insanın yerine geçendir. Bu ayrıntının önemini Kuran'ın ilerleyen bölümlerinde göreceğiz. )
31. Ve Âdem'e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere (bilgelere) gösterip dedi; Biliyorsanız bana bunların isimlerini söyleyin,
32. Dediler; Eksiksiz ve kusursuz olan ancak sensin, elbette senin bize öğrettiğinden başka bir bilgimiz
yoktur. Şüphesiz sensin en Bilgili Bilge,
("Sübhan": Eksiksiz ve kusursuz mükemmellik. "Hakim": Bilgiye hakim olan, hekim, bilge, Allah'ın isimlerinden biri. "Alim": Bilen. bilgili, Allah'ın isimlerinden biri. )
("Sübhan": Eksiksiz ve kusursuz mükemmellik. "Hakim": Bilgiye hakim olan, hekim, bilge, Allah'ın isimlerinden biri. "Alim": Bilen. bilgili, Allah'ın isimlerinden biri. )
33. Bunun üzerine dedi;
Ey Âdem onların isimlerini söyle. Âdem onları söyleyince dedi; Ben size yerin (insanların) ve göğün (bilgeliğin) bilinmezliklerini bilirim, daha da ötesi gizli açık yapmakta olduğunuz
her şeyi bilirim dememiş miydim?
( Adem o gün isimlerin hepsini bilmişti, bugün biz kaç tanesini biliyoruz.? )
( Adem o gün isimlerin hepsini bilmişti, bugün biz kaç tanesini biliyoruz.? )
34. Hani biz meleklere (bilgelere); Âdem'e secde edin (ayaklarına kapanın) demiştik de, İblis hariç hepsi secde etmişlerdi (ayaklarına kapanmışlardı). O büyüklenip çekindi ve böylece kafirlerden (kalp körlerinden) oldu,
( Bu anlatımın en eski izlerini "İnanna'nın ölüler diyarına inişi" ve "Gılgamış Destanı" isimli Sümer metinlerinde buluyoruz.
" O zaman Ereşkigal, Ölüler diyarının baş kapıcısı Neti'ye şöyle dedi; Gel Neti, ölüler diyarının baş kapıcısı! Sana diyeceğim emre kulak ver, Ölüler diyarının yedi kapısının sürgülerini kaldır, Ölüler diyarının yüzü Ganzir kapısının kurallarını açıkla; İnanna girdiği zaman yerlere eğilsin."
" Ağıllı Uruk'un ana yolunda Enkidu dövüşmeye hazırlandı, Yol üstünde dikildi karşısına Gılgamış'ın, Başına toplanmıştı Uruk'un ahalisi, halk kuşatmıştı çevresini, İtişip kakışırken kalabalık, Yiğitler Onu görmek için koşuşmuştu, Küçük bir çocukmuş gibi ayaklarını öpüyorlardı."
En yeni izlerini ise 25 Mart 2016 tarihli bir haberde gördüm.
" İsa çarmıha gerilmeden önceki son akşam yemeğinde 12 havarisinin ayaklarını yıkamış ve öpmüştü. Papa Francis her yıl tekrarlanan bu ritüelde bu yıl, Orta doğuda yaşanan göçmen krizine dikkat çekmek üzere 3'ü Müslüman, 3'ü Kıpti, 1'i Hindu ve 5' i Katolik 12 göçmenin ayaklarını yıkadı ve öptü."
Meleklerin Ademin ayaklarına kapanmasının nedeni Ademin ayağa kalkması ve insanlığın yeni bir insan daha kazanmış olmasıdır. )
" O zaman Ereşkigal, Ölüler diyarının baş kapıcısı Neti'ye şöyle dedi; Gel Neti, ölüler diyarının baş kapıcısı! Sana diyeceğim emre kulak ver, Ölüler diyarının yedi kapısının sürgülerini kaldır, Ölüler diyarının yüzü Ganzir kapısının kurallarını açıkla; İnanna girdiği zaman yerlere eğilsin."
" Ağıllı Uruk'un ana yolunda Enkidu dövüşmeye hazırlandı, Yol üstünde dikildi karşısına Gılgamış'ın, Başına toplanmıştı Uruk'un ahalisi, halk kuşatmıştı çevresini, İtişip kakışırken kalabalık, Yiğitler Onu görmek için koşuşmuştu, Küçük bir çocukmuş gibi ayaklarını öpüyorlardı."
En yeni izlerini ise 25 Mart 2016 tarihli bir haberde gördüm.
" İsa çarmıha gerilmeden önceki son akşam yemeğinde 12 havarisinin ayaklarını yıkamış ve öpmüştü. Papa Francis her yıl tekrarlanan bu ritüelde bu yıl, Orta doğuda yaşanan göçmen krizine dikkat çekmek üzere 3'ü Müslüman, 3'ü Kıpti, 1'i Hindu ve 5' i Katolik 12 göçmenin ayaklarını yıkadı ve öptü."
Meleklerin Ademin ayaklarına kapanmasının nedeni Ademin ayağa kalkması ve insanlığın yeni bir insan daha kazanmış olmasıdır. )
35. Yine dedik; Ey Âdem,
sen ve eşin cennette (bahçede) yerleşin, istediğiniz her şeyden dilediğinizce yiyin
için, ama şu ağaca (buğdaya) yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden (nefsine uyarak kendine yazık edenlerden) olursunuz,
("Cennet": Saklı bahçe, kayıp bahçe. "Şecer": Soy, sülale, zürriyet, ot, bitki, ağaç. "Akreb": Yakınlık, yaklaşma.
Sümer kil tabletlerinde anlatıldığına göre yeryüzünde tarımı ilk başlatan tanrılar, insanları tarımla ilk tanıştırıp teşvik edense Tanrı Enlil'dir. Tanrı Enlil daha sonraki kayıtlarda şeytan olarak anılır. Araf 7/ 19-22 ayetlerinde ayrıntılı açıklama verilmiştir. )
Sümer kil tabletlerinde anlatıldığına göre yeryüzünde tarımı ilk başlatan tanrılar, insanları tarımla ilk tanıştırıp teşvik edense Tanrı Enlil'dir. Tanrı Enlil daha sonraki kayıtlarda şeytan olarak anılır. Araf 7/ 19-22 ayetlerinde ayrıntılı açıklama verilmiştir. )
36. Ama şeytan
ayaklarını kaydırıp içinde oldukları durumdan (takvadan, koruyup korunma halinden) çıkarınca dedik; Birbirinize düşman
olarak inin ve yeryüzünde belli bir süre geçinin,
( Bu anlatılanlar dünya yaşamının geçmişinde olup bitmektedir ve iniş kavramını mertebe kaybı olarak anlamamız gerekir. )
( Bu anlatılanlar dünya yaşamının geçmişinde olup bitmektedir ve iniş kavramını mertebe kaybı olarak anlamamız gerekir. )
37. Derken Âdem rabbinin
kelimelerini (meleklerini, bilgelerini) anlayınca pişmanlığını kabul etti. Şüphesiz O merhametiyle pişmanlıkları kabul edendir,
("Tevbe": Pişmanlık, özür dileme. "Telakki": Anlayış, görüş, kabul.
Evet ama Adem bütün isimleri öğrenmemiş miydi, isimler de birer kelime değil mi, nereden çıktı bu kelimeler? Üşenmedim, içinde isim ve kelime geçen bütün ayetleri taradım. Ortaya çıkan tablo şu; Eskiler haklıymış, Kuranda isim sözcüğü çoğu kere Allah'ın isimlerini, kelime sözcüğü ise çoğu kere melekleri ve peygamberleri kastediyor. )
Evet ama Adem bütün isimleri öğrenmemiş miydi, isimler de birer kelime değil mi, nereden çıktı bu kelimeler? Üşenmedim, içinde isim ve kelime geçen bütün ayetleri taradım. Ortaya çıkan tablo şu; Eskiler haklıymış, Kuranda isim sözcüğü çoğu kere Allah'ın isimlerini, kelime sözcüğü ise çoğu kere melekleri ve peygamberleri kastediyor. )
38. Dedik; Hepiniz oradan inin. Muhakkak benden bir yol gösterici gelecek, işte o yol göstericiye tabi olanlar korku ve üzüntü çekmeyecekler,
( Bu yol gösterici
eskiden peygamberlerdi. Peygamberlik Kuran ile sonlandırıldıktan sonra, eskilerin "icma-i ümmet" dedikleri ortak insanlık aklı, yani sağduyu yol gösterici oldu. )
39. Ayetlerimize kafir (kalp körü) kesilip yalanlayanlar ateş halkıdır ve orada ebedi kalırlar,
( Akıl hangi bilgiyle
iman edecek kimsenin görmediği bu ateşe? Akılla imanın çarpıştığı bir yerdeyiz
ve akıl bu soruyu sormakta haklıdır. Zaten diriliş diye bir şey yoksa cennet
bahçeleri ve cehennem ateşi diye bir şey de yoktur. Bence bu ateşi şimdilik küle
gömelim ve Kuran’ın diriliş iddiasını ispatlamasını bekleyelim. )
40. Ey İsrail oğulları,
size verdiğim nimeti (ilm) hatırlayın ve sözünüzü yerine getirin ki, ben de size
sözümü yerine getireyim. Ve yalnızca benden korkun,
41. Yanınızda olanı (Tevratı) doğrulayan şu indirdiğime de iman edin, kafirlerin (kalp körlerinin) ilki siz olmayın, ayetlerimi az bir menfaate değişmeyin ve benim için koruyup korunun,
42. Gerçeğe yalan katarak bile bile gizlemeyin,
("Hak": Gerçek, asıl, esas, haklı. "Batıl": Gerçek olmayan, içi boş, asılsız,
hurafe, uydurma, yalan, haksız.
Bu ayetler İsrailoğullarına hitap ediyor, özellikle son cümle gerçeği tahrif etmekle suçluyor. Şu halde bizim bu konuyu Yahudilerle birlikte çalışıp aydınlatmamız gerekmiyor mu? )
Bu ayetler İsrailoğullarına hitap ediyor, özellikle son cümle gerçeği tahrif etmekle suçluyor. Şu halde bizim bu konuyu Yahudilerle birlikte çalışıp aydınlatmamız gerekmiyor mu? )
43. Namazı (duayı) yükseltin, malınızdan verip temizlenin, rüku edenlerle (ellere sarılanlarla) birlikte siz de rüku edin (ellere sarılın),
44. Okuduğunuz kitabın
insanlara iyiliği emrettiğini söyler de kendinizi onlardan ayrı tutabilir misiniz,
düşünmüyor musunuz?
( Ayetlerde namazın bir
eğitim ve öğretim metodu olduğuna dair izler var. Esasen bilgelerin Adem'e secde etmelerinin nedeni de bu öğretmenlik görevi olsa gerek. )
45. Namaza (duaya) sarılın
ve sabredin, şüphesiz o huşu duyanlardan başkasına zor gelir,
( Günde beş vakit namaz
kılmak mı zor, yoksa öğrenmek için gece gündüz okumak mı? Bu bir
anket sorusu olsaydı kim ne cevap verirdi bilmem ama bana sorsalardı
namaz kılmak zor derdim. Eminim namaz kılanlara da sürekli okumak zor gelirdi. Ben okuyup öğrenmekten huşu duyarım, onlar namazdan huşu duyarlar. Ancak sonuçta ikisi de aynı şeydir. Namaz, zikir, tespih ve dua dediğimiz
ibadetler, okuma yazmanın olmadığı günlerdeki arayışımızdır. Hz. Muhammet'in namazın arayış olduğunu bildiği şu sözünden bellidir; "Bir saatlik
tefekkür, bir aylık ibadetten hayırlıdır."
Okuyan gençlerin sayısı arttıkça camilerdeki cemaatin azalıyor olmasının nedeni, namazın yerini bilginin alıyor olmasıdır. Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk gibi namazı ikinci plana koyan bazı hocalarımızın toplumun bir bölümünce neredeyse kafir ilan edilecek olmalarının nedeni de budur. )
46. Onlar (huşu duyanlar), rablerine döneceklerini ve Ona kavuşacaklarını hissedenlerdir,
("Zann": Zan, düşünce, kanaat, sanı, his.
Ayetin kullandığı zan kelimesi duygusal bir teslimiyet içerdiği için hissetmek olarak çevirdim. )
("Zann": Zan, düşünce, kanaat, sanı, his.
Ayetin kullandığı zan kelimesi duygusal bir teslimiyet içerdiği için hissetmek olarak çevirdim. )
47. Ey İsrail oğulları,
hatırlayın size verdiğim nimeti (ilmi) ve diğer insanlara üstün kıldığımı,
( Kuran İsrail ile Yahudi kavramlarını birbirinden ayırır. Yahudi kavramına soğuk, İsrail kavramına sıcaktır. Bunun nedeni İsrail kavimlerinin Süleyman'ın ölümünü takiben MÖ 931 yılında İsrail Oğulları ve Yahuda Oğulları olarak ikiye ayrılmalarından sonra, İsrail Oğullarının bilime ve gelişmeye açık, Yahuda Oğullarının ise zamanın dışında kalan tutucu bir yol izlemeleri olmalıdır. )
48. Sakının o günden ki
kimse kimse için bir şey yapamaz, iltimas geçilmez, fidye alınmaz, yardım
edilmez,
49. Firavun ve
yandaşlarından sizi kurtardığımızda sizi kötü azaba (cehennem azabına) sürüklüyorlar, kızlarınıza hayat verip oğullarınızı boğazlıyorlardı (eğitiyorlardı). Bu rabbinizden büyük bir belaydı,
("Zebh": Kesme, boğazlama, kurban kesme. "Bela": Dert, bela, keder, musibet, kötülük.
Bu boğazlama konusunda tarihi kayıtlara dayanan bir bilgi var mı? Ben duymadım ve hiçbir yerde okuduğumu da hatırlamıyorum. Antik Mısır tarihi hakkında yazılan eserler sürekli medeniyet, barış ve huzur dolu bir dönemden söz ederler. Eğer erkek çocukların boğazlandığı böyle bir dönem yoksa, (ki yok) ayeti müteşabih bir ayet olarak ele almak ve boğazlama kelimesini kültürel bir eğitim boğazlaması olarak anlamamız gerekir. Ayeti müteşabih olarak anlamamızı gerektiren bir belirti var mı? Evet, var.
Firavunun veziri yılda bir kez firavuna ait bir gemiyle Nil nehri boyunca köyleri ziyaret eder, akıllı bulduğu 1 - 2 yaşındaki küçük çocukları Amon rahibi olarak yetiştirilmek üzere saraya götürürdü. Bu çocuklar sarayda yetiştirilir, bir süre sonra sınava tabi tutulurdu. En akıllıları Amon rahibi, diğerleri ise askeri komutan, hekim ve yönetici olmak üzere eğitime alınırlardı. Amon rahipleri kıyamete ve hesap gününe inanırlar, ancak tanrı olarak O İlah'ı değil Osiris isimli mitolojik bir tanrıyı ilah kabul ederlerdi. Osiris insan suretindeydi ve baş, boyun, gövde, iki kol ve iki bacaktan ibaret 7 parçadan oluşurdu. Firavunlar tanrı Osiris'in yeryüzünde cisimlenmiş görüntüleriydiler.
Olsun, görünmez olduktan sonra Allah olmuş Osiris olmuş, ne fark eder diyebilirsiniz. Evet ama çok büyük bir fark var, O İlah inancı insanların ilahlaşmasını ve üstünlük taslamasını kabul etmez. )
("Zebh": Kesme, boğazlama, kurban kesme. "Bela": Dert, bela, keder, musibet, kötülük.
Bu boğazlama konusunda tarihi kayıtlara dayanan bir bilgi var mı? Ben duymadım ve hiçbir yerde okuduğumu da hatırlamıyorum. Antik Mısır tarihi hakkında yazılan eserler sürekli medeniyet, barış ve huzur dolu bir dönemden söz ederler. Eğer erkek çocukların boğazlandığı böyle bir dönem yoksa, (ki yok) ayeti müteşabih bir ayet olarak ele almak ve boğazlama kelimesini kültürel bir eğitim boğazlaması olarak anlamamız gerekir. Ayeti müteşabih olarak anlamamızı gerektiren bir belirti var mı? Evet, var.
Firavunun veziri yılda bir kez firavuna ait bir gemiyle Nil nehri boyunca köyleri ziyaret eder, akıllı bulduğu 1 - 2 yaşındaki küçük çocukları Amon rahibi olarak yetiştirilmek üzere saraya götürürdü. Bu çocuklar sarayda yetiştirilir, bir süre sonra sınava tabi tutulurdu. En akıllıları Amon rahibi, diğerleri ise askeri komutan, hekim ve yönetici olmak üzere eğitime alınırlardı. Amon rahipleri kıyamete ve hesap gününe inanırlar, ancak tanrı olarak O İlah'ı değil Osiris isimli mitolojik bir tanrıyı ilah kabul ederlerdi. Osiris insan suretindeydi ve baş, boyun, gövde, iki kol ve iki bacaktan ibaret 7 parçadan oluşurdu. Firavunlar tanrı Osiris'in yeryüzünde cisimlenmiş görüntüleriydiler.
Olsun, görünmez olduktan sonra Allah olmuş Osiris olmuş, ne fark eder diyebilirsiniz. Evet ama çok büyük bir fark var, O İlah inancı insanların ilahlaşmasını ve üstünlük taslamasını kabul etmez. )
50. Sizin için denizi ayırdığımızda (dünya ve ahiret olarak) sizi kurtardık, firavun ve yandaşlarını ise gözlerinizin önünde (zenginliğe gark ederek) boğduk,
("Fark": Ayrılık, başkalık, farklı olma. "Gark": Batmak, suda boğulmak, dünya malına gark olmak. )
51. Ancak Musa'ya kırk gece (kırk ayet) vaat ettiğimizde siz yine buzağıyı (firavun nefsini) ilah edinerek zalimlerden (nefsine uyanlardan) oldunuz,
52. Buna rağmen yine de, belki teşekkür edersiniz diye affettik,
53. Doğru yolu bulasınız diye Musa’ya kitap ve furkan (doğruyu yanlıştan ayırma yeteneği) vermiştik,
54. Musa kavmine demişti
ki; Ey kavmim, buzağıyı (nefsi) ilah edinmekle şüphesiz kendi nefsinize yazık ediyorsunuz.
Hemen yaratıcınıza tövbe edip nefislerinizi öldürün (nefsinizin aşırılığını öldürün), yaratıcınız katında bu sizin için daha hayırlıdır. Böylelikle O tövbenizi kabul etti, şüphesiz O merhamet eden, pişmanlığı kabul edendir,
55. Bir zamanlar; Ey Musa, O İlah’ı açıkça göstermediğin sürece sana asla iman etmeyeceğiz demiştiniz de ölüye dönmüştünüz. Bunu gördünüz,
( Bu ölüm fiziksel bir ölüm değil, Kuran'ın cehalet ölümüdür. O İlah'ı bilen, onun Rahman ismi ile görünmez olduğunu da bilir. )
56. Sonra bu ölümünüzün
ardından sizi dirilttik, umulur ki teşekkür edersiniz,
57. Sizi bulutla (yardım ile) gölgeledik (rahata erdirdik). Üzerinize menn (dünyalık nimetler) ve selva (ahiretlik nimetler) indirdik ve size verdiğimiz şeylerin temiz ve güzel olanlarından yiyin, dedik. Ne var ki onlar bize zalim (nefsine uyan) olmadılar ama kendilerine zalim (nefsine uyan) oldular,
("Zulle": Gölgelik, gölge eden bulut. "Gama": Örtmek, kapamak. "Gamaa": Örtü, ev örtüsü. "Gamem": Saçın alnı ve başı örtmesi. "Gamam": Bulut, örtmek. "Menn": Nimet vermek, iyilik etmek, minnet duymak, razı olmak, esiri azad etmek, kudret helvası. "Selva": İbranicede Selaw, bal, tavuk cinsinden uçucu bir hayvan, bıldırcının büyüğü. "Selvet": Kalp huzuru, gönül rahatlığı. "Tayyibat": Güzel sözler, güzel manalar.
Bu ayetin meallerindeki soruna ilk dikkat çeken Simavlı Arap Fars dilleri öğretmeni rahmetli Şerafettin Durmuş’tur. Rahmetli, Fil, Kureyş ve Kevser surelerindeki hatalara da ilk dikkat çeken isimdir. Biraz düşünürseniz meallerdeki garipliği siz de fark eder ve sorarsınız; Bulut insanın üzerinde sürekli durur mu? Bulut geçip gittikten sonra gölge kalır mı? Mevsim kış olunca gölgeye ihtiyaç olur mu? Gökten inen çiy tanesi kadar küçük mantarlar karın doyurur mu, gökten bıldırcın yağar mı? Tüm bu anlatılanlar Allah'ın sünnetine uyar mı.?
Müslümanların bu ayeti Tevrat yorumları ile açıkladıklarını yıllar sonra fark ettim. Ve yine fark ettim ki, Yahudiler gibi bizler de ayeti anlamak istememişiz. Devam edeceğiz ama önce biraz Tevrat okuyalım;
" Bütün İsrail topluluğu Elim'den ayrıldı. Mısır'dan çıktıktan sonra ikinci ayın on beşinci günü Elim ile Sina arasındaki Sin Çölü'ne vardılar.
Çölde hepsi Musa'yla Harun'a yakınmaya başladı.
Keşke RAB bizi Mısır'dayken öldürseydi, hiç değilse orada et kazanlarının başına oturur, doyasıya yerdik. Ama siz bütün topluluğu açlıktan öldürmek için bizi bu çöle getirdiniz.
RAB Musa'ya dedi; Size gökten ekmek yağdıracağım, halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.
Bu ayetin meallerindeki soruna ilk dikkat çeken Simavlı Arap Fars dilleri öğretmeni rahmetli Şerafettin Durmuş’tur. Rahmetli, Fil, Kureyş ve Kevser surelerindeki hatalara da ilk dikkat çeken isimdir. Biraz düşünürseniz meallerdeki garipliği siz de fark eder ve sorarsınız; Bulut insanın üzerinde sürekli durur mu? Bulut geçip gittikten sonra gölge kalır mı? Mevsim kış olunca gölgeye ihtiyaç olur mu? Gökten inen çiy tanesi kadar küçük mantarlar karın doyurur mu, gökten bıldırcın yağar mı? Tüm bu anlatılanlar Allah'ın sünnetine uyar mı.?
Müslümanların bu ayeti Tevrat yorumları ile açıkladıklarını yıllar sonra fark ettim. Ve yine fark ettim ki, Yahudiler gibi bizler de ayeti anlamak istememişiz. Devam edeceğiz ama önce biraz Tevrat okuyalım;
" Bütün İsrail topluluğu Elim'den ayrıldı. Mısır'dan çıktıktan sonra ikinci ayın on beşinci günü Elim ile Sina arasındaki Sin Çölü'ne vardılar.
Çölde hepsi Musa'yla Harun'a yakınmaya başladı.
Keşke RAB bizi Mısır'dayken öldürseydi, hiç değilse orada et kazanlarının başına oturur, doyasıya yerdik. Ama siz bütün topluluğu açlıktan öldürmek için bizi bu çöle getirdiniz.
RAB Musa'ya dedi; Size gökten ekmek yağdıracağım, halk her gün gidip günlük ekmeğini toplayacak. Böylece onları sınayacağım: Benim yasama göre yaşıyorlar mı, yaşamıyorlar mı, göreceğim.
Sonra Musa dedi; Akşam size yemek için et, sabah da dilediğiniz kadar ekmek verilince, RAB'bin görkemini göreceksiniz, çünkü RAB kendisine söylendiğinizi duydu. Biz kimiz ki? Siz bize değil, RAB'be söyleniyorsunuz.
Musa Harun'a dedi; Bütün İsrail topluluğuna söyle, RAB'bin huzuruna gelsinler, çünkü RAB söylendiklerini duydu.
Harun İsrail topluluğuna bunları anlatırken, çöle doğru baktılar. RAB'bin görkemi bulutta görünüyordu.
RAB Musa'ya şöyle dedi; İsrailliler'in yakınmalarını duydum. Onlara de ki; Akşamüstü et yiyeceksiniz, sabah da ekmekle karnınızı doyuracaksınız. O zaman bileceksiniz ki, Tanrınız RAB benim.
Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı.
Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü.
Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, Bu da ne? diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı.
Musa dedi; RAB'bin size yemek için verdiği ekmektir bu. RAB'bin buyruğu şudur; Herkes yiyeceği kadar toplasın, çadırınızdaki her kişi için birer omer alın. (Bir omer yaklaşık 2.2 litrelik bir ölçek.)
İsrailliler söyleneni yaptılar. Kimi çok, kimi az topladı. Çık.16:1-17."
Musa dedi; RAB'bin buyruğu şudur; Mısır'dan sizi çıkardığımda, gelecek kuşakların çölde size yedirdiğim ekmeği görmesi için, bir omer saklansın.
Musa Harun'a dedi; Bir testi al, içine bir omer man doldur, gelecek kuşaklar için saklanmak üzere onu RAB'bin huzuruna koy.
RAB'bin Musa'ya buyurduğu gibi Harun manı saklanmak üzere Antlaşma Levhaları'nın önüne koydu.
İsrailliler yerleştikleri Kenan topraklarına varıncaya dek kırk yıl man yediler. Çık. 16:32-35."
Tevratın ekmek ve bıldırcın etiyle ifade ettiği bu anlatım İncil'de ekmek ve balığa dönüşür.
" İsa öğrencilerini yanına çağırıp; Halka acıyorum, dedi. Üç gündür yanımdalar, yiyecek hiçbir şeyleri yok. Onları aç bir halde evlerine göndermek istemiyorum, yolda takatsiz kalabilirler.
Öğrenciler kendisine; Böyle ıssız bir yerde bu kadar kalabalığı doyuracak ekmeği nereden bulalım? dediler.
İsa; Kaç ekmeğiniz var? diye sordu. Yedi ekmekle birkaç küçük balığımız var, dediler.
Bunun üzerine İsa, halka yere oturmalarını buyurdu.
Yedi ekmekle balıkları aldı, şükredip bunları böldü, öğrencilerine verdi. Onlar da halka dağıttılar.
Herkes yiyip doydu. Artakalan parçalardan yedi küfe dolusu topladılar. Matta 15: 32-37"
Şimdi tekrar Tevrat ayetlerine dönüyor ve Musa'nın gelecek nesiller için sakladığı ekmeği soruyoruz; Sahi ne olmuştur o testide saklanan mantar türünden ekmeğe, yoksa çürüyüp gitmiş midir.?
Hayır çürümemiş, çünkü o maddi bir gıda değil manevi bir gıda imiş. 1300 yıl sonra İsa Anlaşma Levhalarının önüne saklanan o manevi gıdayı bulmuş. Anlaşma Levhalarında on emir yazıyormuş ve en önünde bakın ne varmış; " Benden başka bir İlahın olmayacak."
" Bundan sonra İsa, İblis tarafından denenmek üzere Ruh aracılığıyla çöle götürüldü.
İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra acıktı.
O zaman Ayartıcı yaklaşıp; Tanrının Oğluysan söyle şu taşlar ekmek olsun, dedi.
İsa ona şu karşılığı verdi; İnsan yalnız ekmekle yaşamaz ama Tanrının ağzından çıkan her sözle yaşar, diye yazılmıştır. Matta 4: 1-4"
" Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.
Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır.
Hanginiz kendisinden ekmek isteyen oğluna taş verir?
Ya da balık isterse yılan verir?
Sizler kötü yürekli olduğunuz halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi biliyorsanız, göklerdeki Babanızın kendisinden dileyenlere güzel armağanlar vereceği çok daha kesin değil mi?
İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Çünkü Kutsal Yasanın ve peygamberlerin söylediği budur. Matta 7: 7-12 "
" Öğrenciler gölün karşı yakasına geçerken ekmek almayı unutmuşlardı.
İsa onlara; Dikkatli olun, Ferisiler`in ve Sadukiler`in mayasından kaçının, dedi.
Onlar ise kendi aralarında tartışarak; Ekmek almadığımız için böyle diyor, dediler.
Bunun farkında olan İsa şöyle dedi; Ey kıt imanlılar! Ekmeğiniz yok diye niçin tartışıyorsunuz?
Hâlâ anlamıyor musunuz? Beş ekmekle beş bin kişinin doyduğunu, kaç sepet dolusu yemek fazlası topladığınızı hatırlamıyor musunuz? Yedi ekmekle dört bin kişinin doyduğunu, kaç küfe dolusu yemek fazlası topladığınızı hatırlamıyor musunuz?
Ben size, Ferisilerin ve Sadukilerin mayasından kaçının derken, ekmekten söz etmediğimi nasıl olur da anlamazsınız?
Ekmek mayasından değil de, Ferisilerle Sadukilerin öğretisinden kaçının dediğini o zaman anladılar. Matta 16: 5-12 "
Musa Harun'a dedi; Bütün İsrail topluluğuna söyle, RAB'bin huzuruna gelsinler, çünkü RAB söylendiklerini duydu.
Harun İsrail topluluğuna bunları anlatırken, çöle doğru baktılar. RAB'bin görkemi bulutta görünüyordu.
RAB Musa'ya şöyle dedi; İsrailliler'in yakınmalarını duydum. Onlara de ki; Akşamüstü et yiyeceksiniz, sabah da ekmekle karnınızı doyuracaksınız. O zaman bileceksiniz ki, Tanrınız RAB benim.
Akşam bıldırcınlar geldi, ordugahı sardı. Sabah ordugahın çevresini çiy kaplamıştı.
Çiy eriyince, toprakta, çölün yüzeyinde kırağıya benzer ince pulcuklar göründü.
Bunu görünce İsrailliler birbirlerine, Bu da ne? diye sordular. Çünkü ne olduğunu anlayamamışlardı.
Musa dedi; RAB'bin size yemek için verdiği ekmektir bu. RAB'bin buyruğu şudur; Herkes yiyeceği kadar toplasın, çadırınızdaki her kişi için birer omer alın. (Bir omer yaklaşık 2.2 litrelik bir ölçek.)
İsrailliler söyleneni yaptılar. Kimi çok, kimi az topladı. Çık.16:1-17."
Musa dedi; RAB'bin buyruğu şudur; Mısır'dan sizi çıkardığımda, gelecek kuşakların çölde size yedirdiğim ekmeği görmesi için, bir omer saklansın.
Musa Harun'a dedi; Bir testi al, içine bir omer man doldur, gelecek kuşaklar için saklanmak üzere onu RAB'bin huzuruna koy.
RAB'bin Musa'ya buyurduğu gibi Harun manı saklanmak üzere Antlaşma Levhaları'nın önüne koydu.
İsrailliler yerleştikleri Kenan topraklarına varıncaya dek kırk yıl man yediler. Çık. 16:32-35."
Tevratın ekmek ve bıldırcın etiyle ifade ettiği bu anlatım İncil'de ekmek ve balığa dönüşür.
" İsa öğrencilerini yanına çağırıp; Halka acıyorum, dedi. Üç gündür yanımdalar, yiyecek hiçbir şeyleri yok. Onları aç bir halde evlerine göndermek istemiyorum, yolda takatsiz kalabilirler.
Öğrenciler kendisine; Böyle ıssız bir yerde bu kadar kalabalığı doyuracak ekmeği nereden bulalım? dediler.
İsa; Kaç ekmeğiniz var? diye sordu. Yedi ekmekle birkaç küçük balığımız var, dediler.
Bunun üzerine İsa, halka yere oturmalarını buyurdu.
Yedi ekmekle balıkları aldı, şükredip bunları böldü, öğrencilerine verdi. Onlar da halka dağıttılar.
Herkes yiyip doydu. Artakalan parçalardan yedi küfe dolusu topladılar. Matta 15: 32-37"
Şimdi tekrar Tevrat ayetlerine dönüyor ve Musa'nın gelecek nesiller için sakladığı ekmeği soruyoruz; Sahi ne olmuştur o testide saklanan mantar türünden ekmeğe, yoksa çürüyüp gitmiş midir.?
Hayır çürümemiş, çünkü o maddi bir gıda değil manevi bir gıda imiş. 1300 yıl sonra İsa Anlaşma Levhalarının önüne saklanan o manevi gıdayı bulmuş. Anlaşma Levhalarında on emir yazıyormuş ve en önünde bakın ne varmış; " Benden başka bir İlahın olmayacak."
" Bundan sonra İsa, İblis tarafından denenmek üzere Ruh aracılığıyla çöle götürüldü.
İsa kırk gün kırk gece oruç tuttuktan sonra acıktı.
O zaman Ayartıcı yaklaşıp; Tanrının Oğluysan söyle şu taşlar ekmek olsun, dedi.
İsa ona şu karşılığı verdi; İnsan yalnız ekmekle yaşamaz ama Tanrının ağzından çıkan her sözle yaşar, diye yazılmıştır. Matta 4: 1-4"
" Dileyin, size verilecek; arayın, bulacaksınız; kapıyı çalın, size açılacaktır.
Çünkü her dileyen alır, arayan bulur, kapı çalana açılır.
Hanginiz kendisinden ekmek isteyen oğluna taş verir?
Ya da balık isterse yılan verir?
Sizler kötü yürekli olduğunuz halde çocuklarınıza güzel armağanlar vermeyi biliyorsanız, göklerdeki Babanızın kendisinden dileyenlere güzel armağanlar vereceği çok daha kesin değil mi?
İnsanların size nasıl davranmasını istiyorsanız, siz de onlara öyle davranın. Çünkü Kutsal Yasanın ve peygamberlerin söylediği budur. Matta 7: 7-12 "
" Öğrenciler gölün karşı yakasına geçerken ekmek almayı unutmuşlardı.
İsa onlara; Dikkatli olun, Ferisiler`in ve Sadukiler`in mayasından kaçının, dedi.
Onlar ise kendi aralarında tartışarak; Ekmek almadığımız için böyle diyor, dediler.
Bunun farkında olan İsa şöyle dedi; Ey kıt imanlılar! Ekmeğiniz yok diye niçin tartışıyorsunuz?
Hâlâ anlamıyor musunuz? Beş ekmekle beş bin kişinin doyduğunu, kaç sepet dolusu yemek fazlası topladığınızı hatırlamıyor musunuz? Yedi ekmekle dört bin kişinin doyduğunu, kaç küfe dolusu yemek fazlası topladığınızı hatırlamıyor musunuz?
Ben size, Ferisilerin ve Sadukilerin mayasından kaçının derken, ekmekten söz etmediğimi nasıl olur da anlamazsınız?
Ekmek mayasından değil de, Ferisilerle Sadukilerin öğretisinden kaçının dediğini o zaman anladılar. Matta 16: 5-12 "
Geçen yıl fark ettim, meğer bu ekmek ve et meselesi İsa'dan ve Musa'dan önceleri de biliniyormuş. Şimdi de Gılgamış Destanının Nuh Tufanını anlatan 11. bölümünden bir paragraf okuyoruz;
" İşte o zaman Enlil bolluğa boğacak sizleri,
Kuşlar, balıklar yağacak üzerinize, hasatınız bol olacak,
Sabahları ekmek, akşamları peynir yağacak üzerinize."
Belki çok uzadı ama umarım değmiştir. Gündüz ekmeğinin gündüz yapılan iyi işler ve gece bıldırcının gece okumalarıyla elde edilen güzel ahlak olduğunu anlamakla kalmadık, Nuh tufanının hala devam eden çıldırtıcı bir bolluk olduğunu da anlamış olduk. )
58. Demiştik ki; Şu
şehre girin ve dilediğiniz yerinde yaşayın. Kapısından secde ederek (ayaklara kapanarak) girin ve hıtta (itiraf ettik) deyin ki suçunuzu bağışlayalım. Rabbini görür gibi olanlara iyiliğimizi
arttırırız,
( Elmalılı bu ayet hakkında şöyle diyor; "Asam tefsirinde, ayette geçen hıtta kelimesinin Arapça olmadığı, hikmetinin bilinmediği ve bu nedenle olduğu gibi bırakılmasının daha doğru olduğu yazılıdır. Abdullah bin Abbas ise, günahını itiraf edip af dilemek manasındadır, demiştir."
Zebur ve Tevrat metinleri Abdullah bin Abbas'ın sözlerinin doğru olduğunu gösteriyor. İşte birkaç örnek;
" Günahımı açıkladım sana, suçumu gizlemedim. Rabbe isyanımı itiraf edeceğim deyince, günahımı, suçumu bağışladın. Mez.32: 5
Suçumu itiraf ediyorum, günahım yüzünden kaygılanıyorum. Mez.38: 18
Kişi bu suçlardan birini işlediği zaman, günahını itiraf etmeli. Lev.5: 5
İsrail soyundan gelenler bütün yabancılardan ayrılmıştı. Günahlarını ve atalarının yaptığı kötülükleri ayakta itiraf ettiler. Neh.9: 2"
İtiraf müessesesi, düzenin ve dürüstlüğün bir gereği olarak çağdaş hukukta yer aldığı gibi, "günah çıkarma" şekliyle Hıristiyanlık dininde de hala yaşatılmaktadır. Kurandaki karşılığı tövbedir. )
59. Fakat zalimler (nefsine uyanlar) kendilerine söylenen sözü başka sözle değiştirdiler. Yoldan çıktıkları için o zalimlerin üzerine gökten (bilgeliklerden) acı bir azap indirdik,
( Yahudi tarihiyle alakalı olan bu anlatımlar, Kuran'a aksettiği için Müslümanlar tarafından da dikkatle takip edilmiş. Öyle ki, adı geçen kavmin "hıtta" yerine "hınta" dediği dahi biliniyor. Hınta, buğday demekmiş. )
60. Musa kavmi için su
istemişti de biz ona; Asanla taşa vur, demiştik. Taştan on iki kaynak fışkırdı
da insanların hepsi içeceği yeri bildi. O İlah’ın verdiklerinden yiyin için,
fakat yeryüzünde ikilik çıkarmayın,
( Ayetteki asayı kazma,
taşı da su kuyusu olarak anlayabilirsiniz, ancak aşağıda okuyacağımız 74. ayet bu
asanın akıl ve bilgi, taşların cahil toplumlar, on iki kaynağın ise kendisi
bilgilendikten sonra bilgi dağıtan on iki imamı kastettiğini
düşündürüyor. )
61. Hani siz; Ey Musa, tek bir yiyecekten (tek bir öğretiden) bıktık. Rabbine dua et de bize yerin bitirdiği bakla, yeşillik, buğday, mercimek, soğan (yeni öğretiler) versin demiştiniz. Musa dedi; İyiyi kötüyle değiştirmek mi istiyorsunuz? Şu
halde mısr'a (perdeli ülkeye) inin, zira sizin istediğiniz şeyler orada. İşte
bundan sonra üzerlerine aşağılık damgası vuruldu ve O İlah’ın
gazabına uğradılar. Bu, O İlah'ın ayetlerine kafir (kalp körü) kesilmeleri ve peygamberleri
haksız yere öldürmeleri sebebiyle başlarına geldi. Bunların hepsi, sadece
isyanları ve taşkınlıkları sebebiyledir,
("Vahid": Tek, bir, Allah'ın sıfatlarından biri. "Bakl": Baklagil ürünleri. "Kısse": Ot, sebze, yeşillik. "Fum": Buğday. "Ades": Mercimek. "Basal": Soğan, sarımsak gibi köklü bitkiler. "Mısr": İki şey arasındaki perde, engel, kuzey Afrika'da bir ülke, bir bitki türü. "Zillet": aşağılık olmak, alçalmak.
Bu ayetin çevirisi merhum araştırmacı Şerafettin Durmuş'a aittir. Ayetteki tek yiyecek, tek Allah inancıdır. Arzu edilen çeşitli yiyecekler ise bilimsel gelişmenin yarattığı yeni ürünlerdir. Peki bu yeni imkanlardan faydalanmayalım mı, sarık ve cübbeyle dolaşıp deveye mi binelim? Elbette hayır, mesele önce o yenilikleri sunan bilgelere saygı duymak, sonra da o bilgelerin yücesi Allah'ı bilmektir. Mesele besmeleyi doğru okumak, geçmişle geleceği birbirine doğru bağlamaktır.
Batılılar firavunun ülkesine Egypt (ecip, acayip) ülke derler, bunun nedeni insanı hayrete düşüren acayip bilimsel buluşlar ülkesi olmasıdır. Müslümanların Mısır (perde, engel) demesinin sebebi ise bu ayettir. Eğer Allah'ı unutturuyor ise, her bilimsel gelişme ahiret (diriliş) için bir perde ve engeldir. )
Bu ayetin çevirisi merhum araştırmacı Şerafettin Durmuş'a aittir. Ayetteki tek yiyecek, tek Allah inancıdır. Arzu edilen çeşitli yiyecekler ise bilimsel gelişmenin yarattığı yeni ürünlerdir. Peki bu yeni imkanlardan faydalanmayalım mı, sarık ve cübbeyle dolaşıp deveye mi binelim? Elbette hayır, mesele önce o yenilikleri sunan bilgelere saygı duymak, sonra da o bilgelerin yücesi Allah'ı bilmektir. Mesele besmeleyi doğru okumak, geçmişle geleceği birbirine doğru bağlamaktır.
Batılılar firavunun ülkesine Egypt (ecip, acayip) ülke derler, bunun nedeni insanı hayrete düşüren acayip bilimsel buluşlar ülkesi olmasıdır. Müslümanların Mısır (perde, engel) demesinin sebebi ise bu ayettir. Eğer Allah'ı unutturuyor ise, her bilimsel gelişme ahiret (diriliş) için bir perde ve engeldir. )
62. O iman edenler ki,
ister Yahudi olsun ister Hıristiyan veya isterse diğer dinlerden, şüphesiz O
İlah’a ve diriliş gününe iman ederek iyi işler yapanlar için rableri katında
mükafat vardır. Onlara korku ve üzüntü yoktur,
63. Sizden söz
aldığımızda Tur'u (ilim ve iman dağını) üzerinize kaldırmış,
verdiğimiz şeylere sımsıkı sarılın ve içindekileri aklınızdan çıkarmayın, umulur ki
böylelikle koruyup korunursunuz, demiştik,
( Ayrıntılı bilgi için 52 Tur ve 95 Tin surelerine bakınız. )
64. Sonra da sözünüzden
dönmüştünüz. Eğer O İlah’ın acıması ve yardımı olmasaydı muhakkak kendine
edenlerden olurdunuz,
65. Şüphesiz cumartesi
yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara, kovulan maymunlar olun dedik,
("Kırd": Maymun, atılmış yüne benzeyen bulut. "Akrad-Kurud": Maymunlar. "Hasi": Herkes tarafından taşlanıp kovulan, sürülüp uzaklaştırılan.
Bu ayetin Araf 7/80-84, 163-168, Hud 11/74-83, Hicr 15/57-77, Enbiya 21/74-75, Şuara 26/160-174, Neml 27/54-58 ve Ankebut 29/28-35 ayetlerinde söz edilen Lut kavmi (Sodom milleti) ile ilgili olduğunu biliyoruz. İbrahim ve Lut ile birlikte sünnet olarak söz verdikleri halde eşcinsel ilişkiler içeren eski dinlerinden vazgeçmeyen bu toplum hakkında Araf suresinde şöyle denir;
" Rabbin kıyamet gününe kadar onları takip edip cezalandıracak kimseler göndereceğini ilan etti. Şüphesiz rabbin hızlı karşılık veren ve şüphesiz merhametiyle kusurları örtendir,
Biz onları yeryüzünde ümmetler (milletler) halinde dağıttık, aralarında içten olanları da var, olmayanları da var. Onları iyilik ve kötülükle sınıyoruz, umulur ki dönerler. Araf 7/167-168."
İslam dünyasında sünnet konusunda yaşanan sessizliğin nedeni işte bu gerçeklerdir. )
Bu ayetin Araf 7/80-84, 163-168, Hud 11/74-83, Hicr 15/57-77, Enbiya 21/74-75, Şuara 26/160-174, Neml 27/54-58 ve Ankebut 29/28-35 ayetlerinde söz edilen Lut kavmi (Sodom milleti) ile ilgili olduğunu biliyoruz. İbrahim ve Lut ile birlikte sünnet olarak söz verdikleri halde eşcinsel ilişkiler içeren eski dinlerinden vazgeçmeyen bu toplum hakkında Araf suresinde şöyle denir;
" Rabbin kıyamet gününe kadar onları takip edip cezalandıracak kimseler göndereceğini ilan etti. Şüphesiz rabbin hızlı karşılık veren ve şüphesiz merhametiyle kusurları örtendir,
Biz onları yeryüzünde ümmetler (milletler) halinde dağıttık, aralarında içten olanları da var, olmayanları da var. Onları iyilik ve kötülükle sınıyoruz, umulur ki dönerler. Araf 7/167-168."
İslam dünyasında sünnet konusunda yaşanan sessizliğin nedeni işte bu gerçeklerdir. )
66. Biz bunu onlara ve koruyup korunan sonrakilere ibretlik bir nasihat olarak bıraktık.
("Nekal": Şiddetli azap, ibret. "Mev'iza": Gerçekleri göstererek doğruya iletmek, ders vermek, öğüt, nasihat. )
("Nekal": Şiddetli azap, ibret. "Mev'iza": Gerçekleri göstererek doğruya iletmek, ders vermek, öğüt, nasihat. )
67. Musa kavmine; O İlah
bir sığır kesmenizi emrediyor, demişti de kavmin
ileri gelenleri; Bizimle alay mı ediyorsun, demişlerdi. O dedi; Cahillerden
olmaktan O İlah’a sığınırım,
Sığır bugün bizim için et ve süt ürünlerinden başka bir şey ifade etmiyor olsa da, eski toplumlarda öyle değilmiş. İnek denilen dişi sığırlar sütü, boğa ismi verdiğimiz erkek sığırlar gücü, öküz ismi verdiğimiz hadım edilmiş boğalar iş gücünü, buzağı veya dana ismi verdiğimiz genç sığırlar ise körpeliği ve lezzeti temsil ederlermiş. Bu sembolizmin izlerini kutsal ineklerin özgürce gezdiği Hindistan caddelerinde ve matadorların boğaları öldürmeye çalıştığı İspanyol arenalarında hala görebiliyoruz.
Ancak burada cevaplanması gereken bir soru var. Niçin Hintliler kutsuyor da İspanyollar öldürmeye çalışıyor? Arkeoloji tarihinde ve kutsal kitaplarda yapılacak kısa bir gezinti bu kutsallığın insanın sığırı ehlileştirmesiyle başladığını, boğanın gücünü sembol edinen tanrı krallar döneminde devam ettiğini ve tek tanrılı dönemde yasaklandığını gösteriyor. Şu anda okumakta olduğumuz ayetler, MÖ 2650 Gılgamış (Lokman) zamanında başlayan ve MÖ 1300 Musa zamanında hala devam etmekte olan bu yasaklama sürecini anlatıyor. )
68. Dediler; Dua et rabbin bize onun nasıl olduğunu açıklasın. Dedi; O diyor ki, o ne yaşlıdır ne de genç, ikisi arası bir sığır. Artık emredileni yapın,
("Farız": Yaşlı. "Bikr": Bozulmamış, temiz, el sürülmemiş, bekar, genç, her şeyin ilk hali. "Avan": Her şeyin orta hali, esir, yardımcı.)
69. Dediler; Söyle de
rabbin bize onun rengini açıklasın. Dedi; O diyor ki, parlak sarı renkli,
görenlerin sevinç duyduğu bir sığır,
70. Dediler; Rabbine
söyle de onu açıklasın, bu sığırda bir benzetme var gibi. O İlah izin verirse
doğruyu bulacağız,
71. Dedi; Diyor ki, o
boyunduruk altında yer sürmez, ekin sulamaz, herkes tarafından kabul görür ve lekesizdir. Dediler;
Gerçek şimdi anlaşıldı. Böylece onu kestiler, az kalsın yapmayacaklardı,
( Boğa, Sümer'de ve Asur'da olduğu gibi Antik Mısır'da da krallığın gücünü temsil eder ve altından heykelleri yapılırdı. Musa on emri almak üzere 40 gün için Tur/Hor dağına gittiğinde İsrailoğulları da Samirilere uymuş ve kendi güçlerini temsil etmek üzere altından bir buzağı heykeli yapmışlardı. Musa'nın söz ettiği sığır işte bu altın heykeldir ve nefsi temsil eder. )
72. Nefsi
öldürmüştünüz ama sonra o konuyu unuttunuz. Oysa O İlah
gizlediklerinizi ortaya çıkarandır,
( Bu ayetteki
"nefis" sözcüğü, bir önceki ayette kesildiği bildirilen altın sığırı kastediyor. Sığırın benliği sembolize ettiği çok açık ve hemen aşağıdaki ayetlerde bu sembolizmin tarihsel geçmişi açıklanıyor. )
73. Bunun üzerine
demiştik ki; Ona onun bir kısmıyla vurun. O İlah ölüleri işte böyle diriltir
ve anlayabilesiniz diye ayetlerini açıklar.
( Bu anlatımın ilk örneğini Sümerlerin Gılgamış Destanında görüyoruz ve MÖ 2650 yıllarına ait destanın o bölümünü kısaca özetliyorum.
"Aşk ve Savaş tanrıçası İnanna Kuran'da Lokman ismiyle anılan Gılgamış'a evlilik teklif eder, ancak hevesten ibaret aşkların sürekli hüsranla sonuçlandığını bilen Gılgamış tarafından reddedilir. Bunun üzerine İnanna Gılgamış'ın toplum içindeki bilgelik konumunu sarsıp intikam almak ister. Gök Tanrı Anu'dan "Göklerin Boğası" adı verilen bir boğayı alır ve Gılgamış'ın krallık ettiği Uruk şehrine getirir. Bu boğa gerçekte, içinde taşıdığı 2 ton şifalı zeytin yağını ağzından ve kuyruğundan halka dağıtan bir heykeldir ve toplumu etkilemekte kullanılmaktadır. Toplumun yanlış yönlendirildiğini düşünen Gılgamış ve arkadaşı Enkidu bu boğa heykelini parçalarlar. Sonra Enkidu parçalanan boğa heykelinin bir budunu alır ve surların üzerinde durmakta olan tanrıça İnanna'nın yüzüne fırlatır."
Dikkat ederseniz okuduğumuz bu ayette katil yok, maktul yok, sadece sığırla sembolize edilen nefis kavramı var. İslam dininde nefis, "nefsi mutmain/iman etmiş nefis" ve "nefsi emmare/azgın nefis" olmak üzere ikiye ayrılır. Din dilinde ölmek cahil kalmak, ölmeden önce ölmekse, akıl ve bilgiyle nefsin aşırılığını terk etmektir. Destandaki boğa heykeli ve tanrıça İnanna azgın nefsi, Gılgamış ise bilgeliği ve iman etmiş nefsi sembolize ediyor. Ayetteki "ona onun bir parçasıyla vurun" ifadesi, iman etmiş nefsin azgın nefsi terbiye etmesi demektir. )
"Aşk ve Savaş tanrıçası İnanna Kuran'da Lokman ismiyle anılan Gılgamış'a evlilik teklif eder, ancak hevesten ibaret aşkların sürekli hüsranla sonuçlandığını bilen Gılgamış tarafından reddedilir. Bunun üzerine İnanna Gılgamış'ın toplum içindeki bilgelik konumunu sarsıp intikam almak ister. Gök Tanrı Anu'dan "Göklerin Boğası" adı verilen bir boğayı alır ve Gılgamış'ın krallık ettiği Uruk şehrine getirir. Bu boğa gerçekte, içinde taşıdığı 2 ton şifalı zeytin yağını ağzından ve kuyruğundan halka dağıtan bir heykeldir ve toplumu etkilemekte kullanılmaktadır. Toplumun yanlış yönlendirildiğini düşünen Gılgamış ve arkadaşı Enkidu bu boğa heykelini parçalarlar. Sonra Enkidu parçalanan boğa heykelinin bir budunu alır ve surların üzerinde durmakta olan tanrıça İnanna'nın yüzüne fırlatır."
Dikkat ederseniz okuduğumuz bu ayette katil yok, maktul yok, sadece sığırla sembolize edilen nefis kavramı var. İslam dininde nefis, "nefsi mutmain/iman etmiş nefis" ve "nefsi emmare/azgın nefis" olmak üzere ikiye ayrılır. Din dilinde ölmek cahil kalmak, ölmeden önce ölmekse, akıl ve bilgiyle nefsin aşırılığını terk etmektir. Destandaki boğa heykeli ve tanrıça İnanna azgın nefsi, Gılgamış ise bilgeliği ve iman etmiş nefsi sembolize ediyor. Ayetteki "ona onun bir parçasıyla vurun" ifadesi, iman etmiş nefsin azgın nefsi terbiye etmesi demektir. )
74. Ne var ki sonra
kalpleriniz yine katılaştı. Taş gibi, belki daha da katı. Taşlardan bile öylesi
var ki altından ırmaklar akar, öylesi var ki çatlağından pınarlar çıkar, öylesi
de var ki O İlah’ın emriyle yuvarlanır gider. O İlah yaptıklarınızdan habersiz
değil,
( İnsanı taşla
özdeşleştiren bu ayet, yukarıda okuduğumuz 24 ve 60. ayetlerdeki taşların kim olduğunu açıklıyor. )
75. Şimdi size
iman etmelerini mi bekliyorsunuz? Onlardan bazıları vardı ki, O İlah'ın sözlerini işitip anladıkları halde bile bile değiştirirlerdi,
76. İman edenlerle konuşurken iman ettik der, kendi yandaşlarına ise; O İlah'ın size açtıklarını
onlara niçin anlatıyorsunuz, bunları aleyhinize kanıt getirecekleri hiç aklınıza
gelmiyor mu, derler,
77. Bilmiyorlar mı ki O
İlah söylenenleri de gizlenenleri de bilir,
78. Onların okuma
yazma bilmez cahilleri de var ki, boş kuruntular dışında kitap nedir bilmezler, onlar sadece zannederler,
( Yahudilerin
cahillerinden ve inandıkları çarpıtılmış yorumlardan söz ediliyor. )
79. Vay hâline kendi
bildiğince bir kitap yazıp da, sonra onu az bir menfaate satmak için bu O İlah
katındandır diyenlere, vay hâline elleriyle yazıp kazandıklarından ötürü,
80. Sayılı birkaç gün
hariç ateşte fazla kalmayacağız, diyorlar. De ki; O İlah katından söz
aldıysanız O İlah'ın sözü değişmez, yoksa O İlah hakkında bilmediğiniz şeyler
mi söylüyorsunuz?
81. Hayır, kim bir
kötülük eder de kötülüğü kendini kuşatırsa işte onlar ateştedir ve orada ebedi
kalırlar,
82. İman edip iyi işler
yapanlara gelince, onlar cennettedirler ve orada ebedi kalırlar.
83. Vaktiyle İsrail
oğullarından, yalnızca O İlah’a kulluk edeceksiniz, anaya babaya, akrabaya,
yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz diye söz almış ve insanlara güzel söz
söyleyin, namazı (duayı) yükseltin, malınızdan verip temizlenin diye de
emretmiştik. Sonunda pek azınız hariç, yüz çevirip gittiniz,
84. Birbirinizi
öldürmeyeceğinize, savaşıp yurtlarınızdan çıkarmayacağınıza dair de söz
almıştık, buna şahitsiniz,
85. Ama sizler
birbirinizi öldürüyor, aranızdan bazılarını yurtlarından kovuyor, onlara karşı
kötülük ve düşmanlıkta birleşiyor, size esir düştüklerinde de haram olduğu
halde fidye almadan bırakmıyorsunuz. Yoksa siz kitabın bir kısmına iman edip bir
kısmına kafir (kalp körü) mi oluyorsunuz? Böyle yapanların cezası bu dünyada rezillik,
diriliş gününde ise şiddetli azaba uğramaktır. O İlah yaptıklarınızdan habersiz
değil,
86. İşte onlar, ölümden sonraki hayata karşılık dünyayı satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek, ne de kendilerine yardım edilecek,
87. Şüphesiz Musa’ya
kitabı vermiş ve sonra ardı ardına başka elçiler de göndermiştik. Meryem oğlu
İsa’ya da açık kanıtlar vermiş ve onu ruh'ül kuds (kutsal ölümsüz nefes) ile desteklemiştik. Ne var ki elçilerimiz işinize gelmeyen şeyler
söylediğinde ya büyüklük taslayıp yalanlıyor, ya da öldürüyorsunuz,
Canlılık, doğadaki varlıkların hareketi ve birbirlerini etkileyerek hareket ettirmesidir. Bu canlılık ve hareket insan yokken de vardı, ama adı yoktu. Bu canlılığı gözlemleyip tanımlayan, ona mana, töz, tin, ruh, nefes gibi isimler veren ve adını verdiği tüm o güçleri tanıyıp kendi bünyesinde toplamaya çalışan insan aklıdır. Bu nedenle ayetteki "ruh'ül kuds" ifadesini "kutsal ölümsüz nefes" olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır. )
88. Bizim kalbimiz örtülü (imanımız sağlam), diyorlar. Hayır, aksine inatları sebebiyle O İlah onlardan
uzaklaşmıştır. Bu yüzden gerçeği pek azı anlar,
89. Kafirlere (kalp körlerine) üstün gelmek için destek istiyorlardı da, O İlah'ın katından yanlarında olanı (Tevratı) tasdik eden bir kitap gelince kendileri kafir (kalp körü) kesildiler. O
İlah’ın bedduası işte böyle kafirleredir (kalp körlerinedir),
90. O İlah’ın
kullarından dilediğine ilim vermesini kıskanmaları ve bu nedenle kafir (kalp körü) olmaları ne çirkin. Bu nedenle gazaba uğradılar ve kâfirler (kalp körleri) için gelecekte bir azap daha
var,
91. O İlah’ın
indirdiğine iman edin denilince, biz sadece bize indirilene iman ederiz derler ve yanlarındaki gerçeği tasdik etse bile sonra gelene kafir (kalp körü) kesilirler. De ki, madem öyle önceki habercileri neden öldürüyordunuz?
92. Şüphesiz sizler
Musa'nın getirdiği açık bilgiye rağmen buzağıyı (nefsi) ilah edinen
zalim (nefsine uyan) kimselersiniz,
93. Vaktiyle
Tur'u (tanrı dağını) üzerinize kaldırıp sizden söz
almış, verdiğimize sımsıkı sarılın ve dinleyin, demiştik. Duyduk ve sevmedik,
dediler. İşte böylece kafirlik (kalp körlüğü) yaptıkları için içlerine benlik sevgisi içirildi. De
ki; Eğer bu bir iman ise imanınız size ne kötü şeyler emrediyor,
94. De ki; O İlah
katındaki ölümsüz hayatın yalnızca size özel olduğundan eminseniz, ölmek
istesenize,
95. Ama hayır, yaptıkları sebebiyle hiç bir zaman ölmek istemeyeceklerdir. O İlah zalimleri (nefsine uyanları) bilir,
96. Şüphesiz sen onları
yaşama konusunda ortak koşanlardan bile hırslı görürsün. Oysa bin sene yaşasalar
bile azaptan kaçamazlar. O İlah yaptıkları her şeyi görüyor,
97. Kim Cebrail'e
düşman ise ona de ki; O İlah’ın izniyle ellerindeki kitapları tasdik eden ve iman edenlere yol
gösteren bir müjde olarak onu benim anlayışıma O indirdi,
( Cebrail ile ilgili hadisleri "Mürit Kefer'in Hatıra Defteri" isimli çalışmada bulabilirsiniz. O çalışma Cebrail'in insanlık aklının habercisi olduğunu gösteriyordu. Kuran çevirisine başladığım sonraki yıllarda Necm 53/5-10 ayetlerinin bunu doğruladığını gördüm. Cebrail'e farklı dinlerde farklı isimler veriliyor. Örneğin, Zerdüşt dininde Karşipta kuşu olarak biliniyor. Dr. Siraç Bilgin'in Avesta çevirisinden kısa bir bölüm aktarıyorum;
" Ey Maddi Dünyanın Yaratıcısı, Sen Kutsal Biri! Yima’nın yaptığı Vara’ya Mazda’nın düzenine ait bilgileri getiren kimdir?
Mazda şöyle cevapladı; Bu Karşipta adlı kuştur, ey kutsal Zarathuştra."
Karşipta kuşu, hadislerde altı yüz kanadı olduğunu duyduğumuz Cebrail'dir. Kutsal kitaplardaki adı Kutsal Ruh, sufi anlatımdaki adı Kaf dağını aşan Zümrüdü Anka kuşudur. )
98. Kim O İlah’a,
meleklerine (bilgelerine), elçilerine, Cebrail’e ve Mikail’e düşmansa, şüphesiz O İlah da kafirlerin (kalp körlerinin) düşmanıdır,
99. Şüphesiz sana
indirdiğimiz ayetler açık gerçeği anlatıyor ve onlara yoldan çıkanlardan
başkası kafir (kalp körü) kesilmez,
100. Ne zaman bir
anlaşma yapsalar içlerinden birileri bozmadı mı? Evet, onların çoğu iman etmez,
101. O İlah ne zaman
ellerindekini doğrulayan bir elçi gönderse, onlardan bazısı sanki
bilmiyorlarmış gibi O İlah'ın kitabını arkalarına attılar,
102. Onlar Süleyman'ın
peygamberliği hakkında şeytanların anlattıklarına tabi oldular. Oysa Süleyman kafir (kalp körü) olmadı, lakin şeytanlar kafir (kalp körü) oldu. İnsanlara
Babil’de Harut ve Marut isimli iki meleğe (bilgeye) indirilen bir sihri (ince bilgeliği) öğretiyorlardı.
Oysa o ikisi; Biz bir denemeyiz, şu halde bunlar kafir (kalp körü) olmanıza neden olmasın, diye
uyarmadıkça kimseye bir şey öğretmezlerdi. Fakat onlardan öğrendiklerini erkeği eşinden ayırmak için kullandılar. Oysa onlar O İlah’ın izni olmadan kimseye
zarar veremezler. Onlar kendilerine fayda vereni değil de zarar vereni
öğrenirler. Üstelik onu alanın ölümden sonraki hayattan nasibi olmadığını da çok iyi
bilirler. Karşılığında kendilerini sattıkları şey ne kötü, keşke bilselerdi,
( Harut, Marut ve öğrettikleri ile ilgili kayda değer bir bilgiye henüz ulaşamadık. )
103. Eğer iman etseler ve koruyup korunsalardı şüphesiz O İlah katında daha değerli olacaklardı, keşke bilselerdi,
104. Ey iman edenler bizi güt demeyin, bize öğret deyin ve
dinleyin. Çünkü kafirler (kalp körleri) için ağır bir ceza vardır,
( Bu ayet insanların
güdülmeye yatkın olduklarını ama Allah'ın bunu sevmediğini gösteriyor.)
105. Kitap sahibi
kafirler (kalp körleri) ile ortak koşanlar size rabbinizden bir iyilik gelmesini istemezler, oysa O İlah dilediğine yardım eder. O İlah büyük lütuf sahibidir,
106. Biz bir ayeti kaldırır
veya unutturursak, yerine daha iyisini veya bir benzerini getiririz. Bilmez
misin ki O İlah’ın her şeye gücü yeter,
107. Yine bilmez misin
ki göklerin (bilgelerin) ve yerin (insanların) sahibi yalnızca O İlah'tır ve sizin için O İlah’tan başka bir dost ve bir yardımcı yoktur,
108. Yoksa daha önce Musa'nın sorgulandığı gibi siz de elçinizi sorgulamak mı istiyorsunuz? Kim
imanı kafirliğe (kalp körlüğüne) değişirse şüphesiz düzenlenen yoldan çıkmış olur,
( Ayetin söz ettiği sorgulama yukarıda 67-71 ayetlerinde anlatılan sorgulamadır. Düzenlenen yol, sıratı müstakim dediğimiz güvenli yoldur. Kuran'ın yol tanımları için Fatiha 1/6 ayetine bakınız. )
( Ayetin söz ettiği sorgulama yukarıda 67-71 ayetlerinde anlatılan sorgulamadır. Düzenlenen yol, sıratı müstakim dediğimiz güvenli yoldur. Kuran'ın yol tanımları için Fatiha 1/6 ayetine bakınız. )
109. Kitap sahiplerinden
çoğu gerçeği bildikleri halde sırf içlerindeki kıskançlıktan ötürü sizi imandan kafirliğe (kalp körlüğüne) döndürmek isterler.
Siz yine de O İlah’ın onlar hakkındaki hükmü gelinceye kadar affedip hoş görün.
Şüphesiz O İlah her şeye gücü yetendir,
110. Namazı (duayı) yükseltin ve malınızdan verip temizlenin. Kendiniz için yaptığınız her iyiliği
O İlah katında bulacaksınız. Şüphesiz O İlah yaptıklarınızın hepsini görür,
111. Yahudiler ve
Hıristiyanlar hariç hiç kimse cennete giremeyecek, diyorlar. De ki; Doğru
söylüyorsanız ispatlayın,
112. Aksine kim O İlah'ı görür gibi yüzünü Ona döndürüp teslim olursa onun mükafatı rabbinin katındadır. Öyleleri için ne korku
vardır, ne de üzüntü,
113. Yahudiler
Hıristiyanların doğru yolda olmadığını, Hıristiyanlar da Yahudilerin doğru
yolda olmadığını iddia ettiler. Kitabı okudukları halde okumayan bilgisizler gibi söz söylediler. O İlah ihtilafa düştükleri hususlarda
diriliş günü hüküm verecektir,
114. Mescitlerde O
İlah’ın isminin zikrine (okunmasına) engel olan veya onu (ismi) okunmaz hale getirmeye çalışandan daha zalim (nefsine uyan) kim olabilir, aslında onların oraya korkmadan
girememeleri gerekir. Onlar için dünyada rezillik, ölümden sonraki hayatta da ağır azap var,
( Temiz kalplileri
tenzih ederim ama ben bu ayetin kafirlerden değil, bizzat camilerdeki,
kiliselerdeki, havralardaki ve diğer ibadethanelerdeki radikal cemaatlerden söz
ettiğini düşünüyorum. Bu ayet namazın maksadını açıkladığı
gibi ibadethanelerin inşa amacını da açıklıyor. Şüphe yok ki
tapınaklar ve ibadethaneler geçmişin okullarıdır. Hoşlanmadıkları her düşünceyi
yok etmeye çalışan iman sahipleri bu ayeti daha dikkatle okumalıdır. )
115. Doğu da batı
da O İlah'ındır, her nereye dönerseniz dönün O İlah’ın yüzü oradadır.
Şüphesiz O İlah kuşatan ve her şeyi bilendir,
( İnsanın olduğu her
yer, O İlah’ın yüzünün göründüğü yerdir. )
116. O İlah oğul edindi
dediler. O eksiksiz ve kusursuz olandır, aksine göklerde (bilgeliklerde) ve yerde (dünya hayatında) ne varsa Onundur ve hepsi Ona boyun eğmiştir,
117. Yarattığı göklerin (bilgeliklerin) ve yerin (dünya hayatının) başka bir örneği yok. Bir iş gerektiğinde sadece ol der, o da olur,
118. Bilgisizler dediler; O İlah bizimle de konuşmalı, ya da bize de bir ayet gelmeli değil miydi? Anlayışı onlara benzeyen öncekiler de böyle sözler söylemişlerdi. Oysa kesin bilgiyi arayanlar için ayetlerimizi açıklamışızdır,
119. Şüphesiz seni
gerçeği müjdelemen ve uyarman için gönderdik, cehennemliklerden sorumlu
değilsin,
120. Onların dinine tabi
olmadığın sürece Yahudiler de Hıristiyanlar da seni asla sevmeyeceklerdir. De
ki; En doğru yol, O İlah’ın gösterdiği yoldur. Sana gelen şu ilimden sonra onlara
uyacak olursan, O İlah’tan başka dost ve yardımcı bulamazsın,
121. Kendilerine kitap
verdiğimiz kimseler onun gerçekliğini açıklayarak okurlar. İşte onlardır ona
iman edenler. Ona kafir (kalp körü) kesilenlere gelince, işte onlar kaybedenlerdir,
122. Ey İsrail oğulları,
hatırlayın size verdiğim nimetimi (ilim verip yükselttiğimi) ve diğer milletlere üstün kıldığımı,
123. Ve kimsenin kimseye
faydasının olmadığı, fidye alınmayan, iltimas geçilmeyen ve yardım olmayan o
günden sakının,
124. Rabbi İbrahim’i
kelimelerle sınamış, onları yerli yerine koyduğunu görünce de, seni insanlara
önder yapacağım demişti. İbrahim; Soyumdan da, deyince; Zalimler (nefsine uyanlar) vaadime ulaşmaz, dedi,
125. Evi insanların
kaçıp emniyette olacağı bir yer yapmıştık, siz de İbrahim’in makamından bir
namaz (dua) makamı edinin. İbrahim ve İsmail’e emrettik; Sığınanlar, bize yönelenler ve ele ayağa kapananlar (rüku ve secde edenler) için evimi açık tutun,
("Mesabe": Menzil, merci, melce. "Melce": Sığınılacak yer, kaçıp kurtulunacak
yer, dönülecek yer. "Beyt": Ev, Kabe."Taif": Dolaşan, merak ettiği bir şeyin çevresinde dolaşan. "Tavaf": Dolaşma, ziyaret. "Rüku": Ele sarılmak, ayağa kapanmak için eğilmek. "Secde": Ayağa kapanmak, ayak öpmek.
Ev kelimesini mağaradan apartman dairelerine kadar uzanan geniş bir çerçevede düşünmek mümkünse de buradaki özel anlamı Kâbe. Firavunlar döneminde Mezopotamya'daki savaşlardan ve kölelikten kaçanlarla, yayılmakta olan tek tanrılı dini tanımak için gelenlere sığınma merkezi olarak inşa edilmiştir. İlk adı"Beyt'ül Atik" tir. "özgürlük evi" veya "en eski ev" anlamına gelir. İbrahim'in inşa ettiği bu ilk ev, bazı kimseler tarafından o günden bu yana vakıf binaları ve tarikat yurtları biçiminde sürekli taklit edilmiştir. Hatta, insanları kendine bağlamak isteyen devlet yöneticileri tarafından bile.! )
126. İbrahim demişti;
Rabbim bu toprakları emniyete al, gelenlerden O İlah’a ve diriliş gününe iman edenleri nimetlerinle geçindir. Dedi; Ona kafir (kalp körü) kesilenleri bile kısa bir süre geçindirir ve sonra ateşe sürüklerim. Ne kötü bir son,
127. İbrahim ve İsmail
evin temellerini (esaslarını) yükseltirken; Rabbimiz bunu bizden kabul buyur, şüphesiz sen
işitensin, bilensin,
("Kaide": Kural, esas, düstur, temel. "Kavaid": Kaidenin çoğulu, kurallar, esaslar, temeller.
Hz. İbrahim taş işçisi veya taş duvar ustası değil bir peygamberdi. Kaldı ki temelinde masa büyüklüğünde kesme taşlar kullanılan Kabe'yi iki kişinin inşa etmesi imkansızdır. Ayetteki temel kelimesi hac esaslarını, yükseltme işi de bu esasları topluma kabul ettirip yerleştirmeyi anlatıyor. )
("Kaide": Kural, esas, düstur, temel. "Kavaid": Kaidenin çoğulu, kurallar, esaslar, temeller.
Hz. İbrahim taş işçisi veya taş duvar ustası değil bir peygamberdi. Kaldı ki temelinde masa büyüklüğünde kesme taşlar kullanılan Kabe'yi iki kişinin inşa etmesi imkansızdır. Ayetteki temel kelimesi hac esaslarını, yükseltme işi de bu esasları topluma kabul ettirip yerleştirmeyi anlatıyor. )
128. Rabbimiz, bizi ve
soyumuzdan gelenleri sana teslim olan bir toplum eyle, bize uyacağımız kuralları
göster ve kusurlarımızı affet. Şüphesiz sen merhametinle özürleri kabul edensin,
129. Rabbimiz içlerinden
gerçeği anlatacak, kitabı öğretecek, onları eğitecek elçiler gönder. Şüphesiz sen, ancak sensin Sevilen Bilge,
130. İbrahim’in dinine
kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Biz onu dünyada seçtik,
elbette ahirette de (gelecek hayatta da) içten olanlardandır,
131. Rabbi ona teslim ol
dediğinde dedi; Alemlerin (insanlığın) rabbine teslim oldum,
132. İbrahim bunu kendi
oğullarına vasiyet etmiş ve Yakup da demişti; Ey oğullarım, kuşkusuz O İlah
dininizi seçti, şu halde her koşulda ancak müslim (teslim olmuş) olarak can verin,
133. Yakup ölürken siz
orada mıydınız? Ölüm döşeğinde oğullarına sormuştu; Benden sonra kime kulluk edeceksiniz? Onlar dediler; Senin ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak’ın kulluk ettiği tek ilah’a kulluk edeceğiz, biz ona teslim olanlarız,
( Yakup ve oğullarının kastettikleri o tek ilah kimdi, neydi? Bu sorunun cevabını 112 İhlas suresi cevaplıyor ve diyor ki; O bir insandı ve insanlıkla yaşıyor. )
( Yakup ve oğullarının kastettikleri o tek ilah kimdi, neydi? Bu sorunun cevabını 112 İhlas suresi cevaplıyor ve diyor ki; O bir insandı ve insanlıkla yaşıyor. )
134. Onlar bir toplumdu,
gelip geçti. Onların yaptığı onları, sizin yaptığınız da sizi bağlar. Siz onların
yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz,
135. Dediler; Yahudi ya
da Hıristiyan olun ki doğru yolu bulasınız. De ki; Hayır, biz ancak yanlışından dönen İbrahim’in dinine uyarız, O ortak koşanlardan değildi,
("Hanif": Eğri, yanlış, eğri iken doğrulmak, yanlıştan dönmek. )
("Hanif": Eğri, yanlış, eğri iken doğrulmak, yanlıştan dönmek. )
136. Deyin ki; Biz O
İlah’a ve bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve sonrakilere
indirilenlere, Musa ve İsa’ya verilenlerle diğer habercilere verilenlere fark
gözetmeksizin iman ettik ve biz Ona teslim olanlarız,
137. Eğer onlar da sizin
iman ettiğiniz gibi iman ederlerse doğru yolu bulmuş olurlar, eğer yüz çevirirlerse
şüphesiz ayrılığa düşmüş olurlar. O İlah sana yeter, o işitendir, bilendir,
138. O İlah’ın
boyası! Boyası O İlah’ın boyasından daha güzel olan kim var? Biz ona kulluk edenleriz,
( Çevirilerin, tefsirlerin ve kelimelerin arasında yıllarca bu boyayı aradım durdum. Renk, huy, ahlak, yaratılış, vb. herkesin aklına başka bir şey gelmiş, kimisi de işin içinden çıkamayıp boya demiş bırakmış. Ta ki, 112 İhlas suresi ve Sümer duası Enuma Eliş'i anlayıncaya kadar. Şimdi size o duanın içinden kısa bir bölüm aktaracağım;
" Her iki canavarın da, ucundan zehir damlayan,
Keskin dişleri ve dilleri vardı,
Sonunda Marduk dehşetli bir zırha büründü ve,
Kafasına korkunç ışık halelerini yerleştirdi,
Dudaklarına, şeytani kuvvetlere karşı,
Büyülü bir koruma sağlayan,
Kırmızı bir boya sürdü."
( Çevirilerin, tefsirlerin ve kelimelerin arasında yıllarca bu boyayı aradım durdum. Renk, huy, ahlak, yaratılış, vb. herkesin aklına başka bir şey gelmiş, kimisi de işin içinden çıkamayıp boya demiş bırakmış. Ta ki, 112 İhlas suresi ve Sümer duası Enuma Eliş'i anlayıncaya kadar. Şimdi size o duanın içinden kısa bir bölüm aktaracağım;
" Her iki canavarın da, ucundan zehir damlayan,
Keskin dişleri ve dilleri vardı,
Sonunda Marduk dehşetli bir zırha büründü ve,
Kafasına korkunç ışık halelerini yerleştirdi,
Dudaklarına, şeytani kuvvetlere karşı,
Büyülü bir koruma sağlayan,
Kırmızı bir boya sürdü."
Sanırım ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri anlamışsınızdır. O diller bizim dillerimizdir. Taşıdığı zehir çirkin sözlerdir, hakarettir, aşağılamaktır, incitmektir, iğnelemektir. Marduk'un dudaklarına sürdüğü kırmızı boya, çirkin söz söylemeye getirdiği yasaktır. Nitekim, düşmanı Tiamat'a bile söylediği en ağır söz şudur;
Neden kendi çocuklarına saldırıyorsun?
Onları sevmiyor musun?
Oğullar babalarına karşı savaşıyorlar,
Oysa onlardan nefret etmek için bir sebebin yok!"
Şimdi bu boyaya bir daha bakın, insanlıktan ve güzel ahlaktan daha güzel bir boya gördünüz mü? )
139. De ki; Bizim de
sizin de rabbiniz olan O İlah hakkında nasıl tartışırsınız? Bizim yaptıklarımız
bize, sizin yaptıklarınız sizedir. Biz ona içten bağlananlarız,
( Evet, insanlarla tartışmayacağız, ancak O İlah'ı aramaktan da vazgeçmeyeceğiz. Önce yedi göğü, sonra da yedi göğün üstündeki arşı tarayacağız ve onu muhakkak bulacağız. )
140. Yoksa siz İbrahim,
İsmail, İshak, Yakub ve diğerlerinin, Yahudi ya da Hıristiyan olduklarını mı
söylüyorsunuz? De ki; Siz mi daha iyi bilirsiniz, yoksa O İlah mı? O İlah katındaki şahitliği gizleyenden daha zalim (nefsine uyan) kim olabilir? O İlah
yaptıklarınızdan habersiz değildir,
( Allah katındaki şahitlik, "Kalu bela / Dediler ki evet " olarak da bilinir ve Araf 7/172, Maide 5/7 ve Rad 13/20 ayetlerinde de geçer. Ayet, Âdem neslinden gelen imanlı atalarımızın yaratılışını ve onların verdiği sözü hatırlatıyor. Âdem’in şaşkınlık verici yaratılışı ve 112 İhlas suresi anlaşıldığında ayet daha kolay anlaşılıyor. )
( Allah katındaki şahitlik, "Kalu bela / Dediler ki evet " olarak da bilinir ve Araf 7/172, Maide 5/7 ve Rad 13/20 ayetlerinde de geçer. Ayet, Âdem neslinden gelen imanlı atalarımızın yaratılışını ve onların verdiği sözü hatırlatıyor. Âdem’in şaşkınlık verici yaratılışı ve 112 İhlas suresi anlaşıldığında ayet daha kolay anlaşılıyor. )
141. Onlar bir toplumdu,
gelip geçti. Onların yaptığı onları, sizin yaptığınız da sizi bağlar. Siz
onların yaptıklarından sorguya çekilmezsiniz,
142. Şimdi insanlardan bazı kendini bilmezler diyecekler ki; Onları yöneldikleri kıbleden vazgeçiren nedir? De
ki; Doğu da batı da O İlah'ındır, dilediğine güvenli yolu gösterir,
143. İşte bu suretle sizi ortada (doğu ile batı arasında, yaratılış ile diriliş arasında) bir inanç toplumu yaptık ki, siz o
insanlara şahit olun, elçi de size. Sizi yöneldiğiniz o kıbleden döndürmemizin
bir nedeni de, elçiye tabi olanla geri döneni ortaya çıkarmak içindir. Bu O
İlah’ın yol gösterdiği kimselerden başkasına elbette ağır gelir ve O İlah
bu imanınızı unutmayacaktır. Şüphesiz O İlah insanlara şefkatli bir yaratıcı,
144.
Yüzünü göklere (bilgeliklere) çevirip durduğunu görüyorduk ve artık seni hoşnut olacağın bir kıbleye (yöne) döndüreceğiz. Artık yüzünüzü Haramlar Mescidine çevirin, nerede
olursanız olun yüzünüzü ona dönün. Şüphe yok ki kitap verilenler onun
rablerinden bir gerçek olduğunu bilirler. O İlah yaptıklarınızdan haberdardır,
( Yaşlılar bilir ama bu ayetlerin nelerden söz ettiğini gençler için kısaca özetlemekte fayda var.
Hz. Muhammet Mekke'deki düşmanlığın artması üzerine MS 622 yılı Temmuz ayında kendisine inananlarla birlikte Medine'ye göç eder. Araplar bu göçe hicret derler. Medine'de ilk iş olarak 5000 m2 kadar bir arsa satın alıp kerpiç bir duvarla çevirirler. Bir köşeye Hz. Muhammet'in mihrap olarak kullanacağı hurma dallarından bir çardak ve Hz. Muhammet'in barınacağı kerpiçten üç beş oda eklerler. İlk toplu namaz işte bu kerpiç duvarların arasında başlar ve kıble Kudüs'tür.
Neden Kudüs? Bunun iki nedeni var. Birinci neden, İsra suresinde de anlatıldığı üzere Hicretten 1,5 yıl kadar önce gerçekleştiği söylenen Miraç hadisesinin Kudüs'teki Mescid'ül Aksa'da gerçekleşmiş olmasıdır. Hz. Muhammet peygamberler tarihini orada tanımış, gök katlarının bilgeliğine orada şahit olmuştur. İkinci neden siyasidir, Medine'de çok sayıda Yahudi yaşamaktadır ve bu yön toplumları birleştirmek açısından iyi bir çözümdür.
Hz. Muhammet Mekke'deki düşmanlığın artması üzerine MS 622 yılı Temmuz ayında kendisine inananlarla birlikte Medine'ye göç eder. Araplar bu göçe hicret derler. Medine'de ilk iş olarak 5000 m2 kadar bir arsa satın alıp kerpiç bir duvarla çevirirler. Bir köşeye Hz. Muhammet'in mihrap olarak kullanacağı hurma dallarından bir çardak ve Hz. Muhammet'in barınacağı kerpiçten üç beş oda eklerler. İlk toplu namaz işte bu kerpiç duvarların arasında başlar ve kıble Kudüs'tür.
Neden Kudüs? Bunun iki nedeni var. Birinci neden, İsra suresinde de anlatıldığı üzere Hicretten 1,5 yıl kadar önce gerçekleştiği söylenen Miraç hadisesinin Kudüs'teki Mescid'ül Aksa'da gerçekleşmiş olmasıdır. Hz. Muhammet peygamberler tarihini orada tanımış, gök katlarının bilgeliğine orada şahit olmuştur. İkinci neden siyasidir, Medine'de çok sayıda Yahudi yaşamaktadır ve bu yön toplumları birleştirmek açısından iyi bir çözümdür.
Bu durum 1,5 yıl böyle devam eder. Ancak sonuç umulduğu gibi olmaz. Yahudiler Müslümanları aşağılayıp Mekke ile gizli ittifaklar kurmakta, Mekkeliler ise kölelik düzenini devam ettirmek üzere saldırı hazırlıkları yapmaktadır. Hz. Muhammet bu işin zannettiği kadar kolay olmayacağını anlar. İnsanlar Hz. İbrahim'den bu yana çok değişmemişlerdir ve yasaklarla korunan özgürlük evi Kabe'nin bir süre daha korunması gerekmektedir.
Ayet Hz. Muhammet'in işte bu düşüncelerini dile getiriyor. Kabe'nin önce antik Mısır, sonra Roma, sonra Osmanlı ve şimdi de Amerika tarafından korunması bunun için olmalıdır. Osmanlı padişahlarının hiçbirinin hacca gitmemiş olmalarının sebebi de bu olmalıdır. Öyle ya, hangi emniyet müdürü emrindeki karakola tapınır?)
Ayet Hz. Muhammet'in işte bu düşüncelerini dile getiriyor. Kabe'nin önce antik Mısır, sonra Roma, sonra Osmanlı ve şimdi de Amerika tarafından korunması bunun için olmalıdır. Osmanlı padişahlarının hiçbirinin hacca gitmemiş olmalarının sebebi de bu olmalıdır. Öyle ya, hangi emniyet müdürü emrindeki karakola tapınır?)
145. Sen o kitap verilenlere tüm
ayetleri getirsen bile yine de senin kıblene
uymazlar. Sen de onların kıblesine uymazsın. Onlar birbirlerinin kıblesine de
uymazlar. Sana gelen şu ilimden sonra onların hayallerine uyacak olursan, işte
o zaman sen de zalimlerden (nefsine uyanlardan) olursun,
146. Kitap
sahipleri onu (Kabe'yi) öz oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar. Şüphesiz onlardan
bazısı gerçeği bile bile gizliyor,
( Bu ayetin mealindeki o zamirinin Hz. Muhammet'i değil Kabe'yi kastettiğini erken dönem tefsirlerinden bulup getirerek ortaya çıkaran Prof. Mustafa Öztürk'e teşekkür borçluyuz. )
( Bu ayetin mealindeki o zamirinin Hz. Muhammet'i değil Kabe'yi kastettiğini erken dönem tefsirlerinden bulup getirerek ortaya çıkaran Prof. Mustafa Öztürk'e teşekkür borçluyuz. )
147. Gerçek
rabbindendir, bunda kuşkun olmasın,
148. Herkesin döndüğü
ayrı bir yön var, şu halde siz iyilikte yarışın. Nerede olursanız olun O İlah
hepinizi bir araya toplar. Şüphesiz O İlah’ın her şeye gücü yeter,
149. Nerede olursan
ol Mescid'ül Harama (insanlığa) dön, kuşkusuz o rabbinden
bir gerçektir. O İlah yaptıklarınızdan haberdardır,
150. Nerede olursan
ol Mescid'ül Haram yönüne (insanlığa) dön. Sizler de nerede
olursanız olun o yöne dönün. Dönün ki, halkın sizi suçlayacağı bir delil
olmasın. Ancak zalimler (nefsine uyanlar) hariç, artık onlardan değil benden korkun ki size
nimetimi (ilim ve ihsan bağışımı) tamamlayayım, umulur ki doğru yolu bulursunuz,
( Ayet Peygambere ve
onunla birlikte Kuran okuyan yönetici sınıfa hitap ediyor ve
onları sıradan halktan ayırarak uyarıyor. Nedir halkın yöneticiler
aleyhinde kullanabileceği bu delil? Mescid'ül Haram'ın insanlığı ve
adaleti sembolize ettiğini düşünüyorum. )
151. Nitekim size kendi
içinizden bir elçi gönderdik ki size ayetlerimizi anlatır, kötülüklerden
arındırır, kitabın iç yüzünü ve diğer bilmediklerinizi öğretir,
152. Şu halde siz beni
hatırlayın ki ben de sizi hatırlayayım. Bana teşekkür edin, kafirlik (kalp körlüğü) etmeyin,
153. Ey iman edenler, namaza (duaya) sarılın ve sabredin, şüphesiz O İlah sabredenlerin yanındadır,
154. O İlah'ın yolunda öldürülenlere ölü demeyin, aksine hayat buldular da siz farkında değilsiniz,
( Ayeti bilmediğim ölüm ötesi inançlarla açıklamayı doğru bulmuyorum. Bildiğim tek şey, insanlık
hizmetinde iz bırakarak ölenlerin insanlık tarihinde yer aldıkları ve
ahiret hayatını garanti ettikleridir. İsa'nın göğe yükselişini de bu manada anlıyorum. )
155. Şüphesiz sizi bazen
korku bazen açlıkla, bazen de fakirlik veya tamahla deneriz. Ey Elçi
sabredenleri müjdele,
156. Onlar başlarına bir
aksilik geldiğinde; O İlah’ta geldik ve yine ona döneceğiz derler,
157. İşte onlaradır
rablerinin duaları ve yardımları, işte onlardır doğru yolu bulanlar,
158. Şüphesiz Safa ile
Merve O İlah’ın izlerindendir. Kim hac vaktinde veya ayrı bir
vakitte evi (Kabe'yi) ziyaret ederse, o ikisini de ziyaret etmesinde günah yoktur. Kim gönülden bir hayır işlerse şüphesiz O İlah bilir ve karşılığını verir,
("Safa": Kabe yakınında bir tepenin adı. "Merve": Kabe yakınında başka bir tepenin adı. "Şeair": Şiar'ın çoğulu, izler, belirtiler, işaretler, adetler, gelenekler.
Neymiş Allah'ın Safa ve Merve tepelerindeki izleri? İbrahim'in, cariyesi Hacer'den, susuzluktan ölmek üzere olan kundaktaki oğlu İsmail'den ve zemzem kuyusunu açan melekten söz etmeyeceğim, zaten bilirsiniz. Ancak yıllar sonra öğrendim ki bu hikayenin aslı yokmuş, birileri uydurmuşlar. Esasen hiçbir peygamber böylesine düşüncesiz ve tedbirsiz olamayacağı gibi, Kuran'da ve Tarihte bu hikayeyi doğrulayan bir bilgi yok. Peki neden uydurmuşlar? Çünkü Safa ile Merve tepelerinin ardında bilmedikleri veya anlatmak istemedikleri başka bir hikaye varmış.
" Rivayete göre Kabe'nin yanına ilk yerleşen Cürhüm kabilesinden Yala oğlu İsaf adında bir genç ile yine aynı kabileden Zeyd kızı Naile birbirlerine aşık olurlar. Aşık gençler bir gece gidecek yer bulamazlar ve Kabe'de buluşurlar. Ancak kutsal mekanda yasak ilişkiye girdikleri için Allah onları taş yapar. Cürhüm kabilesi de ibret olsun diye İsaf'ı Safa tepesine, Naile'yi Merve tepesine dikerler. Ve bu taş heykeller zamanla Kabe tavafının bir parçası haline gelirler."
Ancak araştırmacılar bu hikayenin de uydurma olduğunu söylüyorlar. Huzaa kabilesinin önderlerinden Amr bin Luhay'ın bu heykellere bereket için dua edilmesini emrettiğini anlatan yazılı kayıtlar, bu heykellerin Sümer ve Asur kültüründen taşınan Aşk Tanrıçası İnanna (İştar) ile Bereket Tanrısı Tammuz (Dumuzi) olduklarını gösteriyormuş. Başka bir ifadeyle, bugün Safa ile Merve tepeleri arasında gidip gelen hacılarımızın, Nefsi Emmare ile Nefsi Mutmain kavramlarını hatırlatan iki tepe arasında gidip geldiklerini söyleyebiliriz. )
("Safa": Kabe yakınında bir tepenin adı. "Merve": Kabe yakınında başka bir tepenin adı. "Şeair": Şiar'ın çoğulu, izler, belirtiler, işaretler, adetler, gelenekler.
Neymiş Allah'ın Safa ve Merve tepelerindeki izleri? İbrahim'in, cariyesi Hacer'den, susuzluktan ölmek üzere olan kundaktaki oğlu İsmail'den ve zemzem kuyusunu açan melekten söz etmeyeceğim, zaten bilirsiniz. Ancak yıllar sonra öğrendim ki bu hikayenin aslı yokmuş, birileri uydurmuşlar. Esasen hiçbir peygamber böylesine düşüncesiz ve tedbirsiz olamayacağı gibi, Kuran'da ve Tarihte bu hikayeyi doğrulayan bir bilgi yok. Peki neden uydurmuşlar? Çünkü Safa ile Merve tepelerinin ardında bilmedikleri veya anlatmak istemedikleri başka bir hikaye varmış.
" Rivayete göre Kabe'nin yanına ilk yerleşen Cürhüm kabilesinden Yala oğlu İsaf adında bir genç ile yine aynı kabileden Zeyd kızı Naile birbirlerine aşık olurlar. Aşık gençler bir gece gidecek yer bulamazlar ve Kabe'de buluşurlar. Ancak kutsal mekanda yasak ilişkiye girdikleri için Allah onları taş yapar. Cürhüm kabilesi de ibret olsun diye İsaf'ı Safa tepesine, Naile'yi Merve tepesine dikerler. Ve bu taş heykeller zamanla Kabe tavafının bir parçası haline gelirler."
Ancak araştırmacılar bu hikayenin de uydurma olduğunu söylüyorlar. Huzaa kabilesinin önderlerinden Amr bin Luhay'ın bu heykellere bereket için dua edilmesini emrettiğini anlatan yazılı kayıtlar, bu heykellerin Sümer ve Asur kültüründen taşınan Aşk Tanrıçası İnanna (İştar) ile Bereket Tanrısı Tammuz (Dumuzi) olduklarını gösteriyormuş. Başka bir ifadeyle, bugün Safa ile Merve tepeleri arasında gidip gelen hacılarımızın, Nefsi Emmare ile Nefsi Mutmain kavramlarını hatırlatan iki tepe arasında gidip geldiklerini söyleyebiliriz. )
159. Şüphesiz insanlar
için indirdiğimiz ve kitapta açıkladığımız yol gösteren belgeleri gizleyenlerden hem O İlah
nefret eder, hem de nefret ettirdikleri,
( Allah'ın Tevrat, İncil ve Kuran'dan önce indirdiği en eski kitaplardan biri, Gılgamış Destanıdır ve 31 Lokman suresi altında okuyabilirsiniz. )
( Allah'ın Tevrat, İncil ve Kuran'dan önce indirdiği en eski kitaplardan biri, Gılgamış Destanıdır ve 31 Lokman suresi altında okuyabilirsiniz. )
160. Ancak tövbe edip
doğruya dönenler ve bunu beyan edenler hariç, o takdirde onların tövbelerini kabul
ederim. Ben merhamet eden ve tövbeyi kabul edenim,
161. Kafirlik (kalp körlüğü) eden ve kafir (kalp körü) olarak ölenlere gelince, O İlah’ın, meleklerin (bilgelerin) ve tüm insanların tiksintisi
onların üzerinedir,
162. Ebedi o halde
kalırlar. Artık ne azapları hafifletilir, ne yüzlerine bakılır,
163. Sizin ilahınız tek bir ilahtır, Ondan başka ilah yoktur. O insanlığın geçmişinden gelen, geleceğinde olan ve insanların içinde yaşamakta olandır,
( Besmeleyi ve Kelime-i Şahadeti de içeren bu meali tartışmaya açmalı ve çalışmalıyız. )
( Besmeleyi ve Kelime-i Şahadeti de içeren bu meali tartışmaya açmalı ve çalışmalıyız. )
164. Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışı (yapılandırılması), gece (cehalet) ile gündüzün (ilmin) karşıtlığı, insanların yararına denizde (hayat denizinde) akıp giden gemiler (dinler, inançlar), O İlah'ın gökten indirdiği su ile ölümünden sonra yere hayat verip türlü hayvanı yayması, devlet güçlerinin harekete geçmesi ve yerle gök arasında çözümlenmiş karanlık sorunlar, düşünen bir toplum için birer ayettir,
("Felek": Gök, gök katı, dönem, devir, dünya, ahval. "Cari": Akan, akıcı, geçmekte olan, insanlar arasında yürürlükte ve geçerli olan.)
("Felek": Gök, gök katı, dönem, devir, dünya, ahval. "Cari": Akan, akıcı, geçmekte olan, insanlar arasında yürürlükte ve geçerli olan.)
165. İnsanlardan bazısı
O İlah’tan başkasını ilah edinir de O İlah'ı sever gibi sever, iman edenlerin O İlah sevgisi ise çok daha fazladır. Keşke zalimler (nefsine uyanlar) bütün
kuvvetin O İlah'a ait olduğunu ve O İlah’ın azabının çok şiddetli olduğunu
bilselerdi,
166. Tabi olunanlar tabi olanlardan uzaklaştığında o ceza görünmüş, aralarındaki bağlar kopmuştur,
167. O zaman şöyle
derler; Ah, keşke geri dönmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden
kaçtıkları gibi biz de onlardan kaçsaydık. O gün O İlah yaptıklarını pişmanlık
olarak göstermiştir ve artık ateşten çıkamazlar,
168. Ey insanlar,
yeryüzündeki şeylerin helal ve temiz olanlarından yiyin, şeytanın peşine
düşmeyin, zira şeytan sizin düşmanınızdır,
( Şeytan hakkında şimdiye kadar öğrendiğim tek şey, onun insan benliğinin aşırılığı olduğudur. )
169. O size ancak
kötülüğü, aşırılığı ve O İlah hakkında bilmediğiniz şeyleri söylemenizi
öğütler,
170. Onlara, O İlah’ın indirdiğine tabi olun denildiği zaman; Hayır, biz atalarımızdan gördüğümüz şeylere tabi oluruz, dediler. Ataları bir şey anlamamış ve doğru yolu bulamamış olsalar da mı?
171. O kafirlerin (kalp körlerinin) durumu, kendi haykırışından başka ses duymayan kimselerin durumuna benzer. Onlar sağır, dilsiz ve kördürler, bu nedenle düşünemezler,
("Dua": Çağırmak, seslenmek, yakarmak, "Nida": Bağırarak çağırmak, haykırarak seslenmek. )
172. Ey
iman edenler, verdiğimiz şeylerin temiz olanlarından yiyin için ve O İlah’a
kulluk ediyorsanız ona teşekkür edin,
173. O size sadece leşi,
kanı, domuz etini ve O İlah’tan başkası adına kesileni haram kıldı. Ancak zor durumda kalan kimse için isyana sapmamak ve aşırıya kaçmamak üzere günah yoktur.
Şüphesiz O İlah merhametiyle kusurları örtendir,
( Hz. Muhammet Hıristiyanların domuz eti yediğini bilirdi, şu halde merak etmez miydi Hz. İsa'nın neden haram etmediğini? Etmezdi, çünkü domuzu Hz. İsa'nın da haram ettiğini bilirdi. İnciller Hz. İsa'nın hangi domuzu haram ettiğini şöyle anlatıyor;" İsa karaya çıkınca kentten bir adam O`nu karşıladı. Cinli ve uzun zamandan beri giysi giymeyen bu adam evde değil, mezarlık mağaralarda yaşıyordu.
Adam İsa'yı görünce çığlık atıp önünde yere kapandı. Yüksek sesle; Ey İsa, yüce Tanrının Oğlu, benden ne istiyorsun? Sana yalvarırım, bana işkence etme, dedi.
Çünkü İsa, kötü ruha adamın içinden çıkmasını buyurmuştu. Kötü ruh adamı sık sık etkisi altına alıyordu. Adam zincir ve kösteklerle bağlanıp başına nöbetçi konulduğu halde bağlarını paralıyor ve cin tarafından ıssız yerlere sürülüyordu.
İsa ona; Adın ne? diye sordu. O da; Tümen, diye yanıtladı. Çünkü onun içine bir tümen cin girmişti.
Cinler, dipsiz derinliklere gitmelerini buyurmasın diye İsa`ya yalvarıp durdular.
Orada, dağın yamacında otlayan büyük bir domuz sürüsü vardı. Cinler, domuzların içine girmelerine izin vermesi için İsa'ya yalvardılar. O da onlara izin verdi.
Adamdan çıkan cinler domuzların içine girdiler. Sürü dik yamaçtan aşağı koşuşarak göle atlayıp boğuldu.
Domuzları güdenler olup biteni görünce kaçtılar, kentte ve köylerde olayın haberini yaydılar.
Bunun üzerine halk olup biteni görmeye çıktı. İsa`nın yanına geldikleri zaman, cinlerden kurtulan adamı giyinmiş ve aklı başına gelmiş olarak İsa`nın ayakları dibinde oturmuş buldular ve korktular.
Olayı görenler, cinli adamın nasıl kurtulduğunu halka anlattılar. Luka 8: 27-36. Markos 4: 2-16. Matta 8: 28-33."
" Kutsal olanı köpeklere vermeyin. İncilerinizi domuzların önüne atmayın. Yoksa bunları ayaklarıyla çiğnedikten sonra dönüp sizi parçalarlar. Matta 7:6."
" Şu gerçek özdeyiş onların durumunu anlatıyor: “ Köpek kendi kusmuğuna döner ”, “ Domuz da yıkandıktan sonra çamurda yuvarlanmaya döner.” Petrusun mektubu 2:22."
Özetlersek, domuzu tüm peygamberler haram etmişlerdir ve domuz etinin nasıl bir et olduğunu aşağıda gelecek olan 259. ayet çok güzel açıklıyor. )
174. Az bir menfaat uğruna O İlah’ın kitabından bir şeyi göz ardı edenler yok mu, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey dolduruyor değil. Diriliş günü O İlah onlarla konuşmaz ve temize çıkarmaz, onlar için acı bir ceza vardır,
175. Onları ateşe karşı
bu kadar korkusuz yapan nedir ki yolun doğrusunun yerine yanlışını, ödül yerine cezayı
satın alıyorlar?
176. O cezanın sebebi O
İlah’ın kitabının gerçek olmasıdır. Kitabın gerçekliğinde ayrılığa düşenler,
elbette derin bir çıkmazın içine düşmüşlerdir,
177.
Yüzünüzü doğuya batıya döndürmek marifet değildir. Marifet o
kimsenin yaptığıdır ki; O İlah’a, diriliş gününe, meleklerine (bilgelerine), kitaba ve elçilere iman eder, yakın akrabalar, yetimler, yoksullar, yolcular, köleler ve muhtaçlar için harcar, namazı (duayı) yükseltir, malından verip temizlenir, antlaşma yaptığı zaman sözünde durur, sıkıntı, hastalık ve
savaş zamanlarında sabreder. Asıl marifet işte bunları yapabilmektir. İşte onlardır koruyup korunanlar,
178. Ey
iman edenler, kısas öldürülenler için eski hukuktur, hüre hür, köleye
köle, kadına kadın. Ancak suçlunun cezası öldürülenin yakınları tarafından
bağışlanacak olursa, o da örfe uygun kan bedelini cömertçe ödemelidir. İşte
bunlar rabbinizden bir hafiflik ve yardımdır. Artık bundan sonra kim bu hukuku
çiğneyip haddi aşarsa, muhakkak onun için yakıcı ceza vardır,
179. Ey derin akıl sahipleri, kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki böylelikle koruyup korunursunuz,
180. Miras bırakacağı
malı mülkü olanların, ölmeden önce anaya babaya ve yakınlara örfe uygun biçimde
vasiyet etmesi koruyup korunanlar üzerine bir borçtur,
181. Kim bu vasiyeti
işittiği halde değiştirirse, günahı onu değiştirenleredir. Şüphesiz O İlah her
şeyi işiten ve bilendir,
182. Ancak, kim vasiyet
edenin haksızlık yaptığından korkar da mirasçıların arasını bulursa ona günah
yoktur. Şüphesiz O İlah acıyan ve bağışlayandır,
183. Ey iman edenler, oruç
sizden öncekilere emredildiği gibi size de emredildi, umulur ki onunla koruyup korunursunuz,
("Savm": Oruç. )
184. O sayılı
günlerdedir, hasta yahut yolculukta olan tutamadığı günleri diğer günlerde
tutar. Ona dayanamayan bir düşkünü doyuracak bedel öder, kim daha çoğunu öderse
yine kendisi için iyidir. Ama bilirseniz oruç sizin için daha da iyidir,
185. O ramazan ayı ki,
insanlara yol gösteren bilgiler ve doğruyu yanlıştan ayıran Kuran o ayda
indirildi. Bu nedenle sizden o aya ulaşanlar onu oruçlu geçirsin. Kim o
ayda hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günleri başka günlerde tutsun. O İlah
size zorluk değil kolaylık ister ki, süreyi tamamlayın ve size yol
gösterdiği için O İlah'ı yüceltin. Umulur ki teşekkür edersiniz,
Kuran, Maide 5/95 ayetinde orucun bir ceza olduğunu söyler. Gerçekte bir ceza olduğu halde bir ibadet biçimi olarak sunulması, Kuran'ın cehennem dediği yakıcı büyük cezayı hatırlattığı içindir. Şüphe yok ki, geri kalmış toplumlar için oruç da namaz gibi bir eğitim yöntemidir. Ömer Hayyam bunu bilenlerdendir ve şöyle diyor;
Bayram geldi; işimiz iştir bu aralık,
Horoz kanı gibi şarap bollaşır artık,
Gel gelelim eşekler de boş gezer şimdi,
Oruç gemi ağızlarından çıkar, yazık! )
186. Kullarım sana
benden sorarlarsa; Şüphesiz yakınım, çağıranın davetine icabet ederim. Şu halde onlar
da bana iman etmek için benim davetime icabet etsinler. Umulur ki böylelikle gerçeği görürler,
187. Oruç gecelerinde
kadınlarınıza yaklaşmak serbest bırakıldı. Onlar size, siz de onlara, ayıbı
örten birer elbise gibisiniz. O İlah dayanamayıp yasağı çiğnediğinizi bildi de,
sizi bağışladı. Artık geceleri onlara yaklaşın ve O İlah’ın takdir ettiğini
bekleyin. Beyaz ip (gündüz çizgisi) ile siyah ip (gece çizgisi) size belli oluncaya kadar yiyin
için, sonra da geceye kadar orucu tamamlayın. Mescitlerde tefekküre çekilmiş
olduğunuz zamanlarda kadınlara sokulmayın. Bunlar O İlah’ın koyduğu
sınırlardır, bu sınırlara yaklaşmayın. İşte O İlah ayetlerini insanlara böylece
açıklar, umulur ki böylelikle koruyup korunurlar,
("Hayt": İp, iplik, bağ, iki şeyi birbirine bağlayan, tanyeri. "Fecr": Sabah vakti, güneş doğmadan önce doğuda beliren kızıllık, bir şeyi oldukça geniş biçimde ikiye ayırmak. "Leyl": Gece. )
188. Haksız yere
birbirinizin malına el uzatmayın, sahibini bilip dururken malına el koyup da
insanları hâkimlerin önüne atmayın,
189. Sana hilallerden (ayın doğuş hallerinden) soruyorlar, de ki; O insanlar ve hac (kurtuluşa kaçış) için bir vakit ölçüsüdür.
Evlere arkasından girmek dindarlık değildir, dindarlık koruyup korumaktır.
Evlerinize kapılarından girin ve O İlah için koruyup korunun, umulur ki kurtuluşa
erersiniz,
( Ayın hallerinin Sümerlerden bu yana zaman ölçüsü olarak kullanıldığını biliyoruz. Peki, Hac dediğimiz kurtuluşa kaçışın vakti olur mu ki ölçüsü olsun? Kuranda karanlığın cehaleti, Güneşin bilimi, Ayın dini temsil ettiği hatırlandığında, hilalin dolunaya giden bir iman artışının habercisi olduğu görülür. )
( Ayın hallerinin Sümerlerden bu yana zaman ölçüsü olarak kullanıldığını biliyoruz. Peki, Hac dediğimiz kurtuluşa kaçışın vakti olur mu ki ölçüsü olsun? Kuranda karanlığın cehaleti, Güneşin bilimi, Ayın dini temsil ettiği hatırlandığında, hilalin dolunaya giden bir iman artışının habercisi olduğu görülür. )
190. Size savaş açanlara
O İlah yolunda siz de savaş açın. Ancak aşırı gitmeyin, çünkü O İlah aşırı
gidenleri sevmez,
191. Onları bulduğunuz
yerde öldürün, sizi sürerlerse siz de onları sürün. Çünkü kargaşa adam
öldürmekten tehlikelidir. Onlar saldırmadıkça mescid-ül haram'ın yanında siz de
onlara saldırmayın, yalnızca saldırdıkları takdirde öldürün. Kafirlerin (kalp körlerinin) cezası
işte budur,
192. Eğer vazgeçerlerse,
bilin ki O İlah acıyıp bağışlayandır,
193. Haksızlıklar yok
edilinceye ve din O İlah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse
zalimlerden (nefsine uyanlardan) başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur,
194. Hürmetler ve yasaklar
karşılıklıdır. Kim size saldırırsa, siz de ona ancak o kadar saldırın. O İlah için koruyup korunun ve bilin ki O İlah koruyup korunanlarla beraberdir,
195. O İlah yolunda
harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın. Ve rabbinize bakışınızı daha da derinleştirin ki, O
İlah kendisini görür gibi olanları sever,
196. Haccı ve umreyi O
İlah için maksadına ulaştırıp tamamlayın. Eğer herhangi bir sebeple yapamazsanız, gücünüzün yettiği bir hediye (kurban) gönderin.
Hediye varacağı yere (fakirlere) ulaşıncaya kadar başlarınızı tıraş etmeyin. Başından hasta olup da
tıraş olmak zorunda olan, oruç, sadaka veya diğer iyiliklerden bir fidye versin. Engellerden (fiziki ve imani engeller) kurtulan ve hacca kadar umreden faydalanmak isteyen kimseye gücünün yettiği bir hediye (kurban) gerekir. Gücü yetmeyen kimse hac günlerinde üç, memleketine döndüğü zaman yedi
olmak üzere on gün oruç tutar. Bunlar, Mescid-i Haram civarında oturmayıp da
uzaktan gelenler içindir. O İlah için koruyup korunun ve bilin ki O İlah’ın
cevabı ağırdır,
("İtmam": Tamamlamak, ikmal etmek, maksadına ulaştırmak. "Hedy": Hediye, karşılıksız verilen şey, Kabe'de fakirler için kesilen kurban. "Mahall": Yer, mekan, ortam. "Nüsük": Allah için yapılan ibadetler, iyilikler. "Hac": Hürmete layık bir makama yönelmek, hürmete layık bir makama hürmeti kastetmek, kutsal yolculuk, kurtuluşa kaçış. "Umre": Ziyaret, kişisel ziyaret.
Müslüman ülkelerde kutlanan Kurban Bayramının nedeni bu ayettir. Kabe'ye gidemeyen Müslümanlar kendi ülkelerinde kestikleri kurbanla Hac ibadetine iştirak ederler. )
("İtmam": Tamamlamak, ikmal etmek, maksadına ulaştırmak. "Hedy": Hediye, karşılıksız verilen şey, Kabe'de fakirler için kesilen kurban. "Mahall": Yer, mekan, ortam. "Nüsük": Allah için yapılan ibadetler, iyilikler. "Hac": Hürmete layık bir makama yönelmek, hürmete layık bir makama hürmeti kastetmek, kutsal yolculuk, kurtuluşa kaçış. "Umre": Ziyaret, kişisel ziyaret.
Müslüman ülkelerde kutlanan Kurban Bayramının nedeni bu ayettir. Kabe'ye gidemeyen Müslümanlar kendi ülkelerinde kestikleri kurbanla Hac ibadetine iştirak ederler. )
197. Hac bilinen
aylardadır. Kim o aylarda hacca niyet ederse bilsin ki hacda kadına yaklaşmak, kavga
etmek, günaha yönelmek yoktur. İyilik adına ne yaparsanız O İlah onu bilir. Yol için hazırlık yapın ve bilin ki hazırlığın en hayırlısı koruyup korunmaktır. Ey derin akıl sahipleri benim için koruyup korunun,
198. Rabbinizin fazilet hazinelerinden nasip istemenizde sakınca yok. Şu halde Arafat’tan ayrılıp topluca akın
ettiğiniz bilinen yerlerde, O İlah'ı size doğru yolu gösterdiği biçimde anıp arayın.
Doğrusu daha önce yanlış yoldaydınız,
( İbrahim'in temellerini yükselttiği ve Kuran'ın menasık adını verdiği bu esasları daha sonra çalışacağız. )
199. Sonra insanların
akıp geldiği yerden siz de gelin ve O İlah’tan af dileyin, şüphesiz O İlah
yardımıyla kusurları örtendir,
200. Hac kurallarınızı tamamladığınızda O İlah’ı hatırlayın, tıpkı atalarınızı hatırladığınız gibi, hâttâ daha da güçlü bir hatırlayışla. Fakat insanlardan bazısı rabbinden dünyalık ister, böyle
kimselerin ölümden sonraki hayattan nasibi yoktur,
201. Rabbimiz hem dünyada hem de ölümden sonraki hayatta iyilikler ver, bizi ateşin azabından koru, diyenler ise,
202. İşte onların
yaptıklarından bir nasipleri vardır. Şüphesiz O İlah’ın hesabı hızlıdır,
203. Sayılı günlerde O
İlah’ı anıp arayın. Aşırılıktan sakınanlar için acele edip iki gün içinde dönmekte veya uzatmakta sakınca yoktur.
O İlah için koruyup korunun ve bilin ki hepiniz Onun huzurunda toplanacaksınız,
204. İnsanlardan öylesi
var ki dünya hayatı hakkındaki sözleri hoşuna gider, üstelik samimi olduğuna O
İlah’ı şahit tutar. Oysaki düşmanın en tehlikelisidir,
205. Çünkü o iş başına
geçtiğinde yeryüzünde karışıklık çıkararak işleri ve nesilleri bozmak için
çalışır, ama O İlah bozguncuları sevmez,
206. Ona, O İlah için koruyup korun denilince benlik ve gururu kendisini daha da azdırır. Ona cehennem yeter, o ne
kötü yerdir,
207. Öyleleri de var ki
O İlah’ın hoşnutluğu için canını feda eder, O İlah kullarına şefkatlidir,
208. Ey iman edenler, hep birlikte teslimiyete girin (güvenilir insanlar olun), şeytana ayak uydurmayın. Çünkü o apaçık
düşmanınızdır,
209. Size gelen bu açık
bilgilere rağmen doğruluktan saparsanız, Sevilen Bilgenin O İlah olduğunu bilin,
( Şeytan da bilgedir ama insanları sevmediği için sevilmez. )
( Şeytan da bilgedir ama insanları sevmediği için sevilmez. )
210. Yoksa bulutların
gölgesinde meleklerle (bilgelerle) inecek bir ilah mı bekliyorlar? Oysa iş bitirilmiştir ve
bütün işler O İlah’a dönmektedir,
( Bitirilen iş ifadesi, insanlık hayatının dirilişle son bulacak zorunlu akışını kastediyor. )
211. Sor istersen,
İsrail oğullarına açık nice ayetler vermiştik. Kim anladıktan sonra O İlah’ın
bu nimetini (ilmini) saptırırsa, bilsin ki O İlah’ın cevabı ağırdır,
212. Dünya kâfirler (kalp körleri) için
cazip kılındı, bu yüzden iman edenlerle alay ederler. Oysaki koruyup korunanlar diriliş günü onların üstündedir, O İlah dilediğine hesapsız verir,
213. İnsanlar
başlangıçta tek bir ümmetti (aynı dinde bir toplumdu). Sonra anlaşmazlığa düştükleri hususlarda
uyarıp hüküm vermek üzere O İlah elçileri ve kitapları gönderdi. Ancak
kendilerine kitap verilenler her şey apaçık olmasına rağmen sırf kıskançlıktan
ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine O İlah iman edenlere ihtilafa
düştükleri doğru yolu gösterdi. O İlah dilediğini güvenli yola iletir,
214. Yoksa sizden
öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi
sanıyordunuz? Bir gün yoksulluk ve sıkıntı öylesine artmış ve öylesine
bunalmışlardı ki, sonunda elçi ve yanındaki iman edenler bile; O İlah’ın yardımı
ne zaman, demişlerdi. Bilesiniz ki O İlah’ın yardımı yakındır,
215. Sana neyi nasıl harcayacaklarını soruyorlar, de ki; Hayır için harcadığınız şeyler, ana babanız, yakınlarınız,
yetimler, düşkünler ve yolcular içindir. Şüphesiz O İlah yaptığınız her iyiliği
bilir,
216. Hoşunuza gitmediği
halde savaş size kanun kılındı. Sizin için hayırlı olan bir şeyi sevmemeniz,
sizin için hayırsız olan bir şeyi de sevmeniz mümkündür. O İlah bilir, siz
bilmezsiniz,
217. Sana haram ayda
savaşı soruyorlar, de ki; O ayda savaşmak büyük suçtur. Ama O İlah'ın yolunu engellemek, ona ve Haram Mescide kafir (kalp körü) kesilmek ve oranın halkını çıkarmak O İlah katında daha büyük günahtır.
Karışıklık çıkarmak ise adam öldürmekten bile büyük günahtır. Onlar eğer güçleri
yeterse sizi dininizden döndürünceye kadar savaştan vazgeçmezler. Sizden kim
dininden dönerse kafir (kalp körü) olarak ölür, dünyada ve ahrette yaptıkları boşa gider.
Onlar cehennemliktirler ve orada devamlı kalırlar,
218. İman eden ve O İlah
yolunda yurdunu terk edip direnenler O İlah’ın yardımını umarlar ve O İlah
bağışlayıp yardım edendir,
219. Sana içkiyi ve
falı soruyorlar, de ki; Her ikisinde de insanlar için bazı zararlar ve faydalar var, ancak zararları faydalarından büyüktür. Yine
sana neyi, ne kadar paylaşacaklarını soruyorlar, de ki; Geri verildiğinde sizi affettirecek olanı. O İlah ayetlerini
işte böyle açıklıyor, umulur ki düşünürsünüz,
("Hamr": Şarap, sarhoşluk veren içki. "Meysir": Kolay yol, kolaylık sağlayan, fal, fal için kesilen hayvan. "Afv": Affetmek, kusur ve günahı bağışlamak. "İnfak": Nafaka vermek, besleyip geçindirmek, harcayıp tüketmek, fakir olmak.
Kuran'daki kan haramı boşa değildir, çünkü eski zamanlarda insan eti yiyip insan kanı içen toplumlar varmış. Şarap onları bu kötü yoldan vazgeçirmek için bulunmuş çarelerden biridir. Fal da öyle, eski toplumlar karar veremedikleri bir sorunla karşılaştıklarında bir hayvan keser, kalbine ve ciğerine bakarak geleceği yorumlar ve böylelikle moral güç kazanmaya çalışırlarmış.
Afv kelimesi genellikle "ihtiyaç fazlası" olarak çevrilir, "gönülden kopan", "vereni fakir düşürmeyen" gibi manalar verenler de var. Selahaddin arkadaşımız bu kavramların kişiden kişiye değiştiğine ve muğlak olduğuna dikkat çekince tekrar çalıştık ve az sonra okuyacağınız 262 - 264. ayetin bu konuya açıklık getirdiğini fark ettik. Bu ayetteki "afv" kelimesi, 264. ayetteki "safvan" kelimesinin içinde saklanıyor ve "size hayrı olan, geri verildiğinde sizi affettirecek olan" anlamı taşıyor. Büyük görünen nice sadakalar vardır ki gösteriş için yapıldığı veya başa kakıldığı için insana günah olarak geri döner. Oysa bazen verecek hiçbir şeyi olmayan bir kimsenin içten gelen bir tebessümü Allah katında büyür ve bağışlanma olarak geri döner. Arkadaşımız bir konuya daha dikkat çekiyor; İnfak (paylaşma) sadece Ramazan ayına mahsus ve kırkta bir ile sınırlı bir ibadet değildir. Bunlar Müslümanların sonradan tabi oldukları hükümlerdir. )
220. Sana dünyaları ve ahiretleri için yetimleri soruyorlar, de ki; Onlar sizin kardeşlerinizdir, doğru olan onları aranıza almak ve koruyup yetiştirmektir. Elbette O İlah yapıcı olanı yıkıcı olandan ayırır. Eğer O İlah dileseydi sizi (onlarla) günaha sokardı, şüphesiz O İlah sevilen bilgedir,
("Anet": Günah, zina, hata, yanlış.
Ayet yetim kızlarla malına el koymak için evlenenlerden ve yetim erkek çocuklara köle muamelesi yapanlardan söz ediyor. )
("Anet": Günah, zina, hata, yanlış.
Ayet yetim kızlarla malına el koymak için evlenenlerden ve yetim erkek çocuklara köle muamelesi yapanlardan söz ediyor. )
221. İman etmediği sürece ortak koşan kadınlarla evlenmeyin. İman eden bir kadın köle, beğendiğiniz ortak koşan hür bir kadından daha iyidir. İman etmedikleri sürece
kadınlarınızı da ortak koşan erkeklerle evlendirmeyin. İman eden bir erkek köle, beğendiğiniz ortak koşan hür bir adamdan daha iyidir. Onlar ateşe çağırır, O İlah ise
kendi izniyle hoşgörüye ve cennete. Ve insanlara ayetlerini açıklıyor, umulur
ki düşünürler,
222. Ve sana kadınların
ay halini soruyorlar, de ki; O bir kirliliktir, bu nedenle temizlenene kadar ay
halindeki kadınlara yaklaşmayın. Temizlendikleri vakit O İlah’ın size emrettiği
yerden yaklaşın. Şüphesiz O İlah tövbe edenleri ve temizlenenleri sever,
223. Kadınlarınız
tarlanız gibidir, şu halde tarlanızı dilediğiniz gibi ekin. Kendiniz için verin
ve O İlah için koruyup korunun. Bilin ki hepiniz ona kavuşacaksınız, iman sahiplerini müjdele,
224. Yeminlerinize O
İlah'ı aracı etmeyin, cömert olun, koruyup korunun ve insanların arasını düzeltin.
O İlah işitir ve bilir,
225. O İlah sizi içi boş
yeminlerinizden sorumlu tutmaz, lakin niyetlerinizden sorumlu tutar. O İlah
ağırdan alan ve kusurları örtendir,
226. Kadınlarına
yaklaşmamaya yemin edenler dört ay beklerler. Eğer dönerlerse şüphesiz O İlah merhametiyle kusurları örtendir,
227. Eğer boşanmakta
kararlı iseler O İlah işiten ve bilendir,
228. Boşanmış kadınlar
evlenmeden üç ay hali beklerler, eğer O İlah'a ve diriliş gününe iman etmiş iseler O
İlah'ın rahimlerinde yarattığını gizlemeleri doğru olmaz. Eğer barışmak ve geri
dönmek isterlerse, kocaları herkesten fazla hak sahibidir. Erkeklerin kadınlar
üzerinde olduğu gibi kadınların da erkekler üzerinde hakları vardır. Ancak
erkekler kadınlara göre bir derece üstünlüğe sahiptirler. O İlah sevilen bilgedir,
229. Boşama iki defadır.
Bundan sonrası ya iyilikle geçinmek, ya da güzellikle ayrılmaktır. Kadınlara
verdiğiniz şeyleri boşanırken geri almanız helal olmaz. Ancak kadının ayrılmak
isteyip de, kocasının verdiklerini geri iade etmesi şartıyla kabulü ayrıdır.
Böyle bir halde kadının sadece aldıklarını değil, daha fazlasını bile
vermesinde her iki taraf için de sakınca yoktur. Bunlar O İlah’ın sınırlarıdır,
sakın onları aşmayın. Kim O İlah’ın sınırlarını aşarsa zalimlerden (nefsine uyanlardan) olur,
230. Eğer yine boşarsa,
artık kadın başka bir erkekle evlenmedikçe ona helal olmaz. Eğer bu kişi de
kadını boşar da, kadın ve eski kocası artık iyi geçinebileceklerini düşünürlerse yeniden evlenmelerinde engel yoktur. Bunlar O İlah’ın sınırlarıdır. O İlah
bunları bilmek isteyenler için açıklıyor,
231. Kadınları
boşadığınız ve onlar da üç aylık bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, ya
evliliği iyilikle devam ettirin yahut iyilikle ayrılın. Fakat kadını baskı
altına almak için zorla nikah altında tutmayın. Kim bunu yaparsa muhakkak
kendine kötülük etmiş olur, O İlah’ın ayetlerini hafife almayın. O İlah’ın size
verdiği nimeti (ilim nimetini), size öğüt vermek üzere indirdiği kitabı ve hikmeti
hatırlayın, O İlah için koruyup korunun ve bilin ki O İlah her şeyi bilir,
232. Kadınları
boşadığınız ve onlar da bekleme müddetlerini bitirdikleri vakit, âdete uygun
biçimde anlaştıkları biriyle yeniden evlenmelerine engel olmayın. İşte bu O
İlah’a ve diriliş gününe iman eden kimseler için bir öğüttür. Bu sizin için en
güzeli ve en hayırlısıdır. O İlah sizin bilmediklerinizi bilir,
233. Emzirmeyi
tamamlamak isteyen anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. Onların örfe
uygun olarak beslenmesi ve giyimi baba tarafına aittir. Bir insan ancak gücü
yettiğinden sorumlu tutulur. Çocuğu sebebiyle hiçbir anne, hiçbir baba zarar
görmemelidir. Bu kurallardan varisler de sorumludur. Eğer ana baba birbiriyle
görüşerek ve karşılıklı anlaşarak çocuğu memeden kesmek isterlerse sakınca
yoktur. Çocuklarınızı sütanneye emzirtmek istediğiniz takdirde, sütanneye
hakkını eksiksiz teslim etmeniz şartıyla sakınca yoktur. O İlah için koruyup korunun ve
bilin ki O İlah yapmakta olduklarınızı görür,
234. Ölenlerin geride
kalan eşleri dört ay on gün evlenmeden beklerler. Bu sürenin sonunda kendileri
için verdikleri meşru kararlarda size bir sorumluluk yoktur. O İlah
yaptıklarınızdan haberdardır,
235. Beklemekte olan
kadınlarla evlenmeyi düşünmenizde veya bu düşüncenizi usulüne uygun bir şekilde
açmanızda sakınca yoktur. O İlah bilir ki siz onları gözleyip istersiniz. Ancak
meşru sözlerle konuşmak dışında sakın gizlice buluşmayın. Yasal bekleme müddeti
dolmadan nikâh kıymaya kalkışmayın. Bilin ki O İlah gönlünüzdekini bilir, O
İlah’tan sakının ve bilin ki O İlah kusurları örten ve şefkatle davranandır,
236. Belli bir bedel
tayin etmeden nikâhlandığınız veya nikâhtan sonra henüz dokunmadan boşandığınız
kadınlara bedel ödeme zorunluluğu yoktur. Bu durumda kadına hediye kabilinden
bir şeyler verin. Zengin olan kendine göre, fakir olan kendine göre, münasip
bir hediye vermek rabbini görür gibi olanların üzerinde bir borçtur,
237. Kendilerine bedel
tayin ederek evlendiğiniz kadınları temas etmeden boşarsanız, kadının veya
velisinin vazgeçip bırakması hariç tayin ettiğiniz bedelin yarısı onların
hakkıdır. Kadına o bedeli tümüyle ödemeniz, koruyup korunma açısından daha da güvenlidir.
Aranızda faziletin (insani değerlerin) önemini unutmayın. Şüphesiz O İlah yaptıklarınızı
eksiksiz görür,
238. Namazlarınızı (dualarınızı) ve özellikle de ikindi namazını (duasını) koruyun. Kalkın ve O İlah için huzurda toplanın,
( Hz. Muhammet zamanında
okuma yazma yok, okul yok, öğretmen yok, radyo televizyon bilgisayar yok,
elektrik yok, hatta geceleri kandil yakacak zeytinyağı bile yoktur. Efendilik
taslamayan tek öğretmen Hz. Muhammet, tek okunan kitap Kuran, tek okul toplu
namaz kılınan mescittir. Hz. Muhammet’in namazda secde ile yetinmeyip Kuran
okunmasını şart koşması bu eğitim içindir. Kendisi namazlarda bizzat okuyarak
bu bilgiyi insanlara aktarmış, günün ve işlerin sona erip insanların boşaldığı
ikindi vakitlerinde ise, namaz sonrası geçmiş peygamberleri konu alan uzun
sohbetler düzenlemiştir. Hadisler bu ayetin işte bu sohbetlere davet olduğunu
bildirir. Ayet namazın ötesinde bir anlam taşıyor. )
239. Eğer yaya veya binit üzerinde iseniz ve aceleyi gerektiren bir endişeniz varsa, size bilmediklerinizi öğreten O İlah'ı güvene çıktığınızda size öğrettiği gibi zikredersiniz (Allah ilmini hatırlarsınız),
("Emn": Eminlik, emniyet, korkusuzluk, güvenlik, rahatlık.
Namaz aşkı şüphesiz güzel bir duygudur, ancak unutmamak gerekir ki mümin itidal ve vakar üzerinde olandır. Yine unutmamak gerekir ki şeytan şöyle demişti;
" Dedi; Beni kışkırttığın için muhakkak ki senin güvenli yolunun (sırat-ı müstakim) üzerinde oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın. Araf 7/16-17."
Ne yazık ki namaz aşkına düşen hocalarımız şeytanın sağdan gelen bu tuzağını unutmakla kalmıyor, salat ile zikir kavramlarını birbirine karıştırarak aşağıdaki Kuran ayetini de unutuyorlar.
" Sana kitaptan vahyedileni oku ve salatı (namazı) yükselt. Kuşkusuz salat (namaz) aşırılıktan ve kötülükten alıkoyar, ancak O İlah’ın zikri (Allah ilmi) elbette daha büyüktür ve O İlah yaptıklarınızı bilir. Ankebut 29/45." )
("Emn": Eminlik, emniyet, korkusuzluk, güvenlik, rahatlık.
Namaz aşkı şüphesiz güzel bir duygudur, ancak unutmamak gerekir ki mümin itidal ve vakar üzerinde olandır. Yine unutmamak gerekir ki şeytan şöyle demişti;
" Dedi; Beni kışkırttığın için muhakkak ki senin güvenli yolunun (sırat-ı müstakim) üzerinde oturacağım. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulamayacaksın. Araf 7/16-17."
Ne yazık ki namaz aşkına düşen hocalarımız şeytanın sağdan gelen bu tuzağını unutmakla kalmıyor, salat ile zikir kavramlarını birbirine karıştırarak aşağıdaki Kuran ayetini de unutuyorlar.
" Sana kitaptan vahyedileni oku ve salatı (namazı) yükselt. Kuşkusuz salat (namaz) aşırılıktan ve kötülükten alıkoyar, ancak O İlah’ın zikri (Allah ilmi) elbette daha büyüktür ve O İlah yaptıklarınızı bilir. Ankebut 29/45." )
240. Öldükten sonra
geride bırakacağı eşi olan erkek, eşinin evde geçireceği bir yıllık geçimini
ayırıp vasiyet etsin. Eğer kadın çıkmak isterse vereceği kararlarda ona karışma
hakkınız yoktur. O İlah Sevilen Bilgedir,
241. Boşanmış kadınlara
makul ölçüde bir geçim sağlamak koruyup korunanların üzerinde bir borçtur,
242. İşte O İlah
ayetlerini açıklıyor, umulur ki anlarsınız,
243. Sayıları binlerce
olduğu halde, ölüm korkusuyla yurtlarını terk edenleri görmedin mi? O İlah
onlara; Ölün demişti, sonrasında hayat verdi. Şüphesiz O İlah insanlara
lütufkârdır, lakin insanların çoğu teşekkür etmez,
( Tefsirler İsrail oğullarının Babil sürgününden söz ediyorsa da, tarihte sayısız örneklerini bulmak mümkündür. Bunun en güncel örneği, halen yaşadığımız Irak ve Suriye göçleridir. )
244. O İlah yolunda
savaşın ve bilin ki O İlah her şeyi işitir ve bilir,
245. Kim O İlah’a güzel
bir borç verirse karşılığı kat kat fazlasıyla geri ödenir. Daraltan da Genişleten de O İlah'tır ve Ona döndürüleceksiniz,
("El Kabıd": Daraltan, sıkan, Allah'ın isimlerinden biri. "El Basıd": Genişleten, rahatlatan, Allah'ın isimlerinden biri. )
("El Kabıd": Daraltan, sıkan, Allah'ın isimlerinden biri. "El Basıd": Genişleten, rahatlatan, Allah'ın isimlerinden biri. )
246. Musa’dan sonra
İsrail oğulları'nın alimlerini görmedin mi? Peygamberlerine; Bize bir Melik (hükümdar) görevlendir ki O İlah yolunda savaşalım, demişlerdi. Dedi; Ya savaşmanız emredildiğinde savaşmazsanız?
Dediler; O İlah yolunda savaşmamamız mümkün değil, biz ve çocuklarımız yerimizden yurdumuzdan edildik. Ancak savaş emredildiğinde onlardan pek azı hariç yüz çevirdiler. O İlah zalimleri (nefsine uyanları) bilir,
("Melei": Melekler, alimler, bilginler. "Melei ala": Yüksek alimler. "Melik": Yöneten, kral, hükümdar. "Baas"; Diriltmek, hayata getirmek, göndermek, görevlendirmek. "Diyar": Dar'ın çoğulu, yerler, memleketler, mekanlar, makamlar.
Güneydoğu Anadolu'da alimlere mele denmesinin nedeni, melek denilen bilgelerin bir altında alimler olmaları nedeniyledir. )
("Melei": Melekler, alimler, bilginler. "Melei ala": Yüksek alimler. "Melik": Yöneten, kral, hükümdar. "Baas"; Diriltmek, hayata getirmek, göndermek, görevlendirmek. "Diyar": Dar'ın çoğulu, yerler, memleketler, mekanlar, makamlar.
Güneydoğu Anadolu'da alimlere mele denmesinin nedeni, melek denilen bilgelerin bir altında alimler olmaları nedeniyledir. )
247. Ve onların peygamberi onlara dedi; Şüphesiz O İlah size Melik (hükümdar) olarak Tâlût’u (mutmain nefsi) gönderdi. Bunun üzerine
dediler; Ona ilmi bir genişlik verilmemişken ve biz Melikliğe (hükümdarlığa) daha çok hak sahibi iken onun bizim üzerimize Melik (hükümdar) olması nasıl olur? Dedi; Şüphesiz O
İlah sizin üzerinize onu seçti, onun ilminin ve cisminin genişliğini arttırdı. O İlah kendi mülkünü (hükümdarlığını) dilediğine
verir, O İlah ilmi her şeyi kaplayan alimdir,
("Talut": Anlamı bilinmiyor, sözlüklerde yazılanlar tahmin ve yakıştırmadan ibaret, bazı yorumlarda Davut'un kralı Saul olduğu söylenir. " Seat": Vüsat, çap, kapasite, genişlik, derinlik. "Mal": Bir kimsenin tasarrufunda bulunan kıymetli ve lüzumlu şey, ilim, mal. "Best": Döşemek, yaymak, yaygınlaştırmak. "Besta": Uzunlık, genişlik, bolluk, yaygın olmak. "Cism": Cisim, varlığı bilinen, uzunluğu genişliği ve derinliği olan şey, mekanda yer kaplayan maddi nesne, hayyiz olan. "Hayyiz": Yer, yön, cihet, mekan, cismin kapladığı mekan. )
248. Elçileri yine onlara şöyle dedi; Onun Melikliğinin (hükümdarlığının) ispatı size tabutun (ölüm kayığının) gelmesidir.
Meleklerin (bilgelerin) taşıdığı o tabutta (ölüm kayığında) rabbinizden bir kalp huzuru ile Musa ve
Harun ailesinin miras bıraktığı şeylerden kalanlar vardır. Eğer iman edenlerden iseniz bu sizin için bir
delildir,
("Tabut": Ölü
taşımaya yarayan sal, ölüm gemisi, imamın kayığı, Musa'nın on emir levhalarının konduğu sandık, dönüp dolaşıp sonunda gelinen yer, mutlak gerçek. "Sekinet": sükunet, kalp huzuru, emin olmanın getirdiği rahatlık. )
249. Derken Tâlût (mutmain nefis) orduyu yola çıkarırken dedi; Şüphesiz O İlah sizi bir nehirle (bolluk nehriyle) imtihan
edecektir. Kim ondan içerse benden değildir. Kim içmezse bendendir, ancak eliyle avuçlayıp doymadan içtiği hariç. Ama içlerinden pek azı hariç hepsi ondan içtiler. Sonra onu geçtiklerinde beraberindeki iman edenler dediler; Bugün
Câlût (azgın nefis) ve ordusuna karşı koyacak gücümüz yok. Oysa O İlah’a kavuşacakları hakkındaki ilimleri sadece zandan ibaret olanlar dediler; Nice sayıca az kuvvet O İlah’ın izniyle sayıca üstün
kuvveti yenmiştir. O İlah sabredenlerle beraberdir,
("Nehir": Irmak, bolluk, genişlik, refah. "Zann": Zannetme, sanma, şüpheli sezgi.
Surenin başlarında okuduğumuz 49. ayeti ve firavunun akıllı çocukları topladığı ölüm gemisini hatırladınız mı? Musa bilim, eğitim ve bolluk peşinde koşan o ölüm gemisini bilgelerin taşıdığı karada gezen bir iman gemisine çevirmiş ve içine O İlah'ın ayetlerini koymuş. Musa o tabutun içine başka bir şey daha koymuş, kendisinin ve diğer bilgelerin ölen nefislerini. Ayet
dünya düşkünlüğünün ve haram kazancın insanın imanını zayıflattığını anlatıyor. Doymadan bir avuç içenler, el emeğiyle geçinenlerdir.
Evet, itiraz etmekte haklısınız. Oku emriyle başlayan bir kitabın bilimsel gelişmeye karşı çıkması bir çelişki değil mi? Bu çelişkiyi nasıl açıklayacağımı düşünüyordum ki, çalışma arkadaşımız Fethi bey Nesimi'nin bir nefesini hatırlattı;
" Har içinde biten gonca güle minnet eylemem,
Arabi Farisi bilmem dile minnet eylemem,
Sırat-ı Müstakim üzere gözetirim Rahimi,
İblisin talim ettiği yola minnet eylemem."
Nesimi'nin söylediği gibi, Kuran'ın bizden istediği bilime (rahime) karşı çıkmamız değil, bilimi yürüten en büyük bilgeyi şeytandan ayırmamız ve güvenli yol sıratı müstakimi unutmamamızdır. )
Evet, itiraz etmekte haklısınız. Oku emriyle başlayan bir kitabın bilimsel gelişmeye karşı çıkması bir çelişki değil mi? Bu çelişkiyi nasıl açıklayacağımı düşünüyordum ki, çalışma arkadaşımız Fethi bey Nesimi'nin bir nefesini hatırlattı;
" Har içinde biten gonca güle minnet eylemem,
Arabi Farisi bilmem dile minnet eylemem,
Sırat-ı Müstakim üzere gözetirim Rahimi,
İblisin talim ettiği yola minnet eylemem."
Nesimi'nin söylediği gibi, Kuran'ın bizden istediği bilime (rahime) karşı çıkmamız değil, bilimi yürüten en büyük bilgeyi şeytandan ayırmamız ve güvenli yol sıratı müstakimi unutmamamızdır. )
250. Ve Câlût (azgın nefis) ve
ordusuyla karşı karşıya geldiklerinde dediler; Rabbimiz, sabrımızı arttır ve
ayaklarımızı sağlam tut, kâfirlere (kalp körlerine) karşı bize yardım et,
251. Ve sonunda O
İlah’ın izniyle onları yendiler ve Davud Câlût’u (azgın nefsi) öldürdü. O İlah onu ilim ve
hüküm sahibi yaptı ve dilediği ilimlerden öğretti. Eğer O İlah insanların
kimilerini diğerleriyle dengeye koymasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Fakat O İlah tüm kullarının iyiliğini ister,
( Kuran'ın Tevrat ve İncil'den oldukça farklı bir bilgelik kitabı olduğu hatırlandığında, Davut'un öldürdüğü Calut'un Davud'un kendi nefsi olduğu anlaşılıyor. Bu durumda Talut'un nefsine sahip kimseleri, Calut'un ise nefsi azgınlaşmış kimseleri temsil ettiği düşünülebilir. )
( Kuran'ın Tevrat ve İncil'den oldukça farklı bir bilgelik kitabı olduğu hatırlandığında, Davut'un öldürdüğü Calut'un Davud'un kendi nefsi olduğu anlaşılıyor. Bu durumda Talut'un nefsine sahip kimseleri, Calut'un ise nefsi azgınlaşmış kimseleri temsil ettiği düşünülebilir. )
252. İşte bunlar O
İlah’ın ayetleridir ve sana onların gerçekliğini açıklıyoruz. Şüphesiz sen
gönderilen elçilerdensin,
253. Biz o elçilere birbirinden farklı üstünlükler verdik. O İlah onlardan kimisi ile konuştu, kimisini başka derecelerle yükseltti. Meryem oğlu İsa’ya da açık ayetler vermiş ve
onu ruh'ül kuds (kutsal ölümsüz nefes) ile desteklemiştik. O
İlah dileseydi o açık bilgilerden sonra birbirlerine düşmezlerdi. Fakat
ihtilafa düştüler de kimi iman etti, kimi de kafir (kalp körü) oldu. O İlah dileseydi birbirlerine düşmezlerdi, ama ne çare O İlah dilediğini yapandır,
254. Ey iman edenler,
para pul geçmeyen, hatır gönül dinlenmeyen ve kimselerin yardım edemediği o gün
gelmeden önce size verdiklerimizden hayır yolunda harcayın. Kafirler (kalp körleri) ise zalim (nefsine uyan) kimselerdir,
255. Sürekli hayatta kalıp yöneten O İlah'tan başka ilah yok. Onun için ne uyku vardır, ne de uyuklama. Göklerde (bilgelerde) ve yerde (insanlarda) ne varsa hepsi Onundur. Onun izni olmadan kim
yardım edebilir? İyi veya kötü, kullarının yaptığı her şeyi bilir. İnsanlar Onun ilminden bildirdiği kadarından fazlasını bilemezler. Onun ilim kürsüsü
gökleri (bilgeleri) ve yeri (insanları) içine almıştır ve onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez.
Odur azmederek ilerleyenlerin yücesi,
("Aliyy": Yüksek, yükselen, yüce, Allah'ın isimlerinden biri. "Azim": Azmeden, kesin kararlı, kesin karar ile ilerleyen, Allah'ın isimlerinden biri.
Hayy'ül kayyum olan Allah için Al-i İmran 3/2 ve İhlas 112/1-4 ayetine bakınız. )
("Aliyy": Yüksek, yükselen, yüce, Allah'ın isimlerinden biri. "Azim": Azmeden, kesin kararlı, kesin karar ile ilerleyen, Allah'ın isimlerinden biri.
Hayy'ül kayyum olan Allah için Al-i İmran 3/2 ve İhlas 112/1-4 ayetine bakınız. )
256. Dinde zorlama
yoktur. Artık doğruyla yanlış birbirinden ayrılmıştır. Şu halde kim yanlışı
terk edip O İlah’a iman ederse sağlam bir kulpa yapışmış demektir. O İlah işitir
ve bilir,
257. O İlah iman edenlerin
dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. Kafirlere (kalp körlerine) gelince,
onların dostu da benliktir ve onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte
bunlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalırlar,
258. O İlah kendisine
güç verdiği için şımaran ve rabbi hakkında İbrahim’le tartışan kimseyi bilmez
misin? İbrahim dedi; Rabbim hayat veren ve öldürendir. Dedi; Ben de hayat verir
ve öldürürüm. İbrahim dedi; O İlah güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen onu
batıdan doğdur. Bunun üzerine kâfir (kalp körü) çaresiz kala kaldı, O İlah zalimlere (nefsine uyanlara) doğru yolu göstermez,
( O kafirin Nemrut
olduğunu söylerler ve öyle anlaşılıyor ki dirilişten ve nasıl olacağından
haberi yokmuş. Olsaydı İbrahim'e şöyle derdi; "Kıyamete kadar yaşayabilirsen,
onu batıdan doğdurduğumuzu görürsün." Hoş, bunu bilseydi zaten İbrahim'le
aynı dini paylaşmış olurdu. )
259. Yine bir kimse ki, gökleri (bilgelikleri) çöküp harap olmuş bir kasabadan geçerken dedi; O İlah bu ölülere tekrar nasıl hayat verir ki? Bunun üzerine O İlah onu yüz
yıl ölü (cahil) bıraktı. Sonra uyandırıp dedi; Ne kadar (ölü) kaldın? O dedi; Bir
gün, belki daha da az. Dedi; Hayır, yüz yıl (ölü) kaldın. Bak yiyip içtiklerine, bozulup kokmuş değiller. Ve bak eşeğine (merkebine), seni insanlara bir ayet yapmak üzere kemikleri (uluları) nasıl inşa edip et
giydiriyoruz? Durum
anlaşılınca o dedi; Anladım ki O İlah her şeye gücü
yetendir,
("Haviye": Harabe, viran olmuş, yıkılmış. "Uruş": Arş'ın çoğulu, gökler, tavanlar. "Mie": Yüz. "Ami": Yıl. "Baas": Gönderme, gönderilme, diriltme, hayat verme, uykudan uyandırma. "Tefessüh": Bozulmak, çürümek, kokmak, alçalmak, değer yitirmek, güçten düşmek. "Himar": Eşek, merkep, binilen şey. "İrkab": Bindirme. "Rükub": Binme. "Merkeb": Binilen şey, merkep. "Lahm": Et. "Azm": Büyüklük, ululuk, kemik. "İzam": Büyükler, ulular, kemikler.
Bu ayet Müminun 23/14 ayetiyle benzerdir ve Kuran'ın pek çok müteşabih ayeti gibi bu ayet de iki anlamlı.
Bilimin (Enlil'in) ve günümüz müfessirlerinin diliyle okursanız anlam şu; Eşeğin ana rahminde önce kan, sonra kalp, sonra kemikler oluşturuyoruz ve o kemiklere et kaplayıp başka bir eşek yapıyoruz.
Dinin (Enki'nin) ve Bilge Lokman'ın diliyle okursanız anlam şu; Himar binilen şey demektir ve o eşek senin bindiğin kendi nefsindir. İşte, biz senin o eşeğini sevdik ve sana ilim eti giydirerek ulu bir insan haline getirdik.
Eğer yüz yıl önceki bir yemeğin hala bozulmadan durduğunu ve ortalama ömrü 25 yıl olan bir eşeğin yüz yıl sonra hala hayatta olduğunu düşünüyorsam, hala ölüm uykusundayım ve hala uyandırılmamışım demektir. Ayet insandan söz ediyor ve insan için en büyük ölümün cehalet olduğunu anlatıyor.
Domuz etinin haramlığını da bu manada anlamak gerektiği anlaşılıyor. Davranışlarımız domuza benzerse domuza, maymuna benzerse maymuna dönüşmüşüz demektir. Kuran'ın unutulmuş bilgesi Lokman, Sümer Kralı Gılgamış'tır ve Gılgamış Destanını Lokman suresi altında daha geniş olarak okuyabilirsiniz. )
("Haviye": Harabe, viran olmuş, yıkılmış. "Uruş": Arş'ın çoğulu, gökler, tavanlar. "Mie": Yüz. "Ami": Yıl. "Baas": Gönderme, gönderilme, diriltme, hayat verme, uykudan uyandırma. "Tefessüh": Bozulmak, çürümek, kokmak, alçalmak, değer yitirmek, güçten düşmek. "Himar": Eşek, merkep, binilen şey. "İrkab": Bindirme. "Rükub": Binme. "Merkeb": Binilen şey, merkep. "Lahm": Et. "Azm": Büyüklük, ululuk, kemik. "İzam": Büyükler, ulular, kemikler.
Bu ayet Müminun 23/14 ayetiyle benzerdir ve Kuran'ın pek çok müteşabih ayeti gibi bu ayet de iki anlamlı.
Bilimin (Enlil'in) ve günümüz müfessirlerinin diliyle okursanız anlam şu; Eşeğin ana rahminde önce kan, sonra kalp, sonra kemikler oluşturuyoruz ve o kemiklere et kaplayıp başka bir eşek yapıyoruz.
Dinin (Enki'nin) ve Bilge Lokman'ın diliyle okursanız anlam şu; Himar binilen şey demektir ve o eşek senin bindiğin kendi nefsindir. İşte, biz senin o eşeğini sevdik ve sana ilim eti giydirerek ulu bir insan haline getirdik.
Eğer yüz yıl önceki bir yemeğin hala bozulmadan durduğunu ve ortalama ömrü 25 yıl olan bir eşeğin yüz yıl sonra hala hayatta olduğunu düşünüyorsam, hala ölüm uykusundayım ve hala uyandırılmamışım demektir. Ayet insandan söz ediyor ve insan için en büyük ölümün cehalet olduğunu anlatıyor.
Domuz etinin haramlığını da bu manada anlamak gerektiği anlaşılıyor. Davranışlarımız domuza benzerse domuza, maymuna benzerse maymuna dönüşmüşüz demektir. Kuran'ın unutulmuş bilgesi Lokman, Sümer Kralı Gılgamış'tır ve Gılgamış Destanını Lokman suresi altında daha geniş olarak okuyabilirsiniz. )
260. İbrahim bir
zamanlar demişti; Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster. Dedi; Yoksa
iman etmiyor musun? Dedi; Hayır, sadece emin olmak istedim. Dedi; Öyleyse
dört kuş al ve onları kendine alıştır, sonra her birini bir dağ başında salıver de geri dönüp çağır, görürsün ki koşarak sana gelirler. Ve bil ki, O
İlah sevilen bilgedir,
( Dört kuş dünyanın dört bir tarafındaki insanlar, dağlarsa dinler ve alimlerdir. Bizi sürekli yenilediği bir hayatla kendine alıştıran O İlah ise, kıyamet dediğimiz Kaf dağının arkasında bekliyor. )
261. O İlah yolunda
harcayanların misali, yedi başak veren bir tohum gibidir ki, her başakta yüz
tane vardır. O İlah dilediğine kat kat fazla verir. O İlah’ın ihsanı geniştir, O her şeyi bilir,
262. Mallarını O İlah yolunda
harcayıp da arkasından başa kakıp gönül kırmayan kimseler var ya, onların rableri
katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur, üzüntü de
çekmeyecekler,
263. Güzel söz ve
hoşgörü, başa kakılan sadakadan daha iyidir. O İlah yarattığına muhtaç
değildir, acelesi de yoktur,
264. Ey iman edenler, O
İlah’a ve diriliş gününe iman etmediği halde gösteriş için harcayan kimseler gibi,
yaptığınız hayırları başa kakarak boşa çıkarmayın. Böyle kimsenin hayrı düz
kaya üzerinde bir avuç toprağa benzer ki, sağanak bir yağmurda akar gider. Bunlar
yaptıklarından bir şey kazanamazlar. O İlah kafir (kalp körü) toplumları doğru yola iletmez,
("Safvan": Düz ve kaygan kaya parçası.
Bu ayetin 5000 yıl önceki benzer bir anlatımını Lokman suresi altına eklediğimiz Gılgamış Destanı 4. tablette okuyabilirsiniz. )
("Safvan": Düz ve kaygan kaya parçası.
Bu ayetin 5000 yıl önceki benzer bir anlatımını Lokman suresi altına eklediğimiz Gılgamış Destanı 4. tablette okuyabilirsiniz. )
265. O İlah’ın rızasını
kazanmak ve kendilerini sağlama almak için hayra sarf edenlerin misali de, bir
yamaca yaslanmış güzel bir bahçeye benzer ki, üzerine bol yağmur yağmış da iki
kat ürün vermiştir. Yağmur bol yağmasa da çilese bile, o bahçe yine ürün verir.
O İlah, yaptıklarınızı görendir,
266. Hanginiz ister
ki, hurma, üzüm ve türlü ürünler veren bolluk içinde bir bahçede yaşlanmış
iken, küçük torunlarının bakımı üstüne kalsın ve yakıcı bir rüzgar da bahçeyi
kavurup kurutsun. İşte düşünüp anlayasınız diye O İlah size ayetlerini böyle
açıklar,
("Nahil": Hurmalık. "Anab": Üzüm asması. "Nehr": Irmak, bolluk,
genişlik. "Zürriyet": Nesil, torunlar. "Zuaf": Zayıf,
güçsüz. "Kiber": Ululuk, büyüklük, hocalık, yaşlılık.
"Isar": Hafif esen rüzgar. "İhtera": Yanmak, kavrulmak.)
267. Ey iman edenler,
kazandıklarınızın iyilerinden ve temizlerinden hayra harcayın. Size
verildiğinde tiksinip almak istemediğiniz şeyleri vermeye kalkmayın. Bilin ki O
İlah sizden gelecek hiçbir şeye muhtaç olmayandır,
268. Şeytan sizi
fakirlikle korkutur ve cimriliği telkin eder. O İlah ise af ve lütuf vaat eder.
O İlah her şeyi kuşatan ve her şeyi bilendir,
269. Dilediğine
anlayış verir ve kime anlayış verilirse ona pek çok hayır verilmiş demektir.
Bunu derin akıl sahiplerinden başkası anlamaz,
270. Yaptığınız veya
niyetlendiğiniz her hayrı O İlah muhakkak bilir ve zalimlerin (nefsine uyanların) yardımcısı olmaz,
271. Eğer sadakaları
açıktan vermek isterseniz verin. Ama onu gizlice verirseniz bu sizin için daha
hayırlıdır. O İlah da bununla sizin günahlarınızı örter, O İlah yaptıklarınızı
bilir,
( Bu ayetin Nisa 4/114
ve Mücadile 58/12-13 ayetleriyle çok yakın ve önemli bir ilgisi var. İnsanların
aşağılanmasına yol açan çirkin sadaka kültürünün değişebilmesi için dikkate
alınıp öne çıkarılması gerekir. )
272. Onların doğru yolu görmesi senin elinde değil, ancak O İlah dilediğine doğru yolu gösterir. İyiliğe
harcadıklarınız yine kendi iyiliğiniz içindir, O İlah’ın vechine (yüzüne, insana) ne iyilik
yaparsanız karşılığı eksiksiz olarak verilir ve asla haksızlık edilmez,
273. Bir de fakirler için. Onlar kendilerini O İlah yoluna adadıkları için dolaşıp kazanmaya güç yetiremezler. Bilmeyenler tok gözlü oldukları için onları zengin zanneder. Sen
onları hallerinden tanırsın, çünkü yüzsüzlük ederek istemezler. Muhakkak O İlah
yaptığınız her iyiliği bilir,
274. Gece veya gündüz,
gizli veya açık, malından sarf edenlerin mükâfatı rableri katındadır. Onlara
korku yoktur ve üzüntü de çekmezler,
275. Tefecilik yapanlar
şeytanın sokulup çarptığı kimseler gibi davranırlar. Bu onların; Faiz bir alış
veriştir, demeleri yüzündendir. Oysa O İlah alım satımı helal, faizi haram
kılmıştır. Bundan sonra kim öğüt alır da faizden vazgeçerse geçmişteki işleri O
İlah’a kalmıştır. Kim de yaptığında ısrar ederse işte onlar cehennemliktir ve
orada devamlı kalırlar,
276. O İlah faizi
daraltır, sadakaları genişletir. O İlah kötülük yapan kâfirlerin (kalp körlerinin) hiçbirini
sevmez,
277. İman edip içten olan, namazı (duayı) yükselten ve malından verip temizlenenlerin mükafatları
rableri katındadır. Onlara korku yoktur ve üzüntü çekmezler,
278. Ey iman edenler, O
İlah için koruyup korunun ve eğer iman sahibi iseniz faiz alacaklarınızı silin,
279. Bunu
yapmazsanız O İlah ve elçisi tarafından açılan savaştan haberiniz olsun. Eğer
vazgeçerseniz sermayeniz sizindir, böylece ne haksızlık etmiş ne de haksızlığa
uğramış olursunuz,
( O İlah ve resulü
insanlık tarafından açılan savaş deyimi, kıyamete doğru zenginliğin artacağını
ve muhtaç kimsenin kalmayacağını anlatan bir hadisi hatırlatıyor. Söz
konusu hadis kıyamet alametlerinden biri olarak sayılır.)
280. Eğer borçlu darlık
içinde ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet vermek gerekir. Eğer bilirseniz
bu alacağınızı sadaka saymak sizin için daha da hayırlıdır,
281. O İlah’a
döndürüleceğiniz ve haksızlık edilmeksizin herkese hak ettiğinin verileceği o
günden sakının,
282. Ey iman edenler,
birine belli bir vade için borç verdiğinizde onu yazın. Bir katip onu dosdoğru
yazsın, O İlah’ın emrettiği gibi dosdoğru yazmaktan çekinmesin. Bunu borçlu
olan kimse de yazdırsın, rabbinden korksun ve borcunu asla eksik yazdırmasın.
Şayet borçlunun aklı yetmez ve kendisi söyleyip yazdıramaz ise velisi doğruca yazdırsın.
Erkeklerinizden güvenilir iki de şahit bulundurun. Eğer iki erkek bulunamazsa
bir erkek ile iki kadın olsun. Şahitler çağrıldıkları vakit
gelmemezlik etmesin. Önemli veya önemsiz, vadesine kadar her şeyi
yazmaktan sakın üşenmeyin. Böyle yapmanız O İlah katında daha adaletli,
şahitlik için daha sağlam, şüpheye düşmemeniz için daha uygundur. Ancak
aranızda bitirdiğiniz peşin bir ticaret farklıdır. Bu durumda onu yazmamanızda
bir sakınca yoktur. Alışveriş yaptığınızda şahit tutun ve ne yazanı, ne de
şahitleri güç durumda bırakacak şeyler yapmayın. Eğer bunu yaparsanız, şüphe
yok ki bu sizin yoldan çıkmanız demektir. O İlah için koruyup korunun. O İlah size öğretiyor, çünkü O İlah her şeyi bilendir,
283. Yolculukta olur da
yazacak kimse bulamazsanız, borca karşılık alınan bir rehin de yeterlidir.
Birbirinize bir emanet bırakırsanız, emanet bırakılan kimse rabbi olan O İlah’tan sakınsın da emaneti sahibine versin. Şahitliğe çağrıldığınızda bildiklerinizi
gizlemeyin. Kim onu gizlerse bilsin ki onun kalbi günahkardır. O
İlah yapmakta olduklarınızı bilir,
284. Göklerde ve yerde
olanların hepsi O İlah'ındır. İçinizdekileri söyleseniz de gizleseniz de O İlah
ondan dolayı sizi hesaba çekecektir. Sonra dilediğini affeder, dilediğine azap
eder. O İlah’ın her şeye gücü yeter,
285. Elçi rabbi tarafından indirilene iman etti, iman sahipleri de iman etti. Hepsi de O İlah’a,
meleklerine (bilgelerine), kitaplarına, elçilerine iman ettiler ve dediler ki; O İlah’ın
elçileri arasında ayırım yapmayız, duyduk ve itaat ettik, ey rabbimiz
affına sığındık, dönüş sanadır,
286. O İlah kulunu
gücünün yetmediğinden sorumlu tutmaz. Herkesin yaptığı iyilik de kötülük de
kendinedir. Rabbimiz, unutur ya da yanılırsak bizi bağışla, bize gücümüzün
yetmediğini yükleme, bize acı. Sen bizim tek dayanağımızsın, kafirlere (kalp körlerine) karşı bize yardım et.
***
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder